Hasan Erçakıca
Eski Barolar Birliği Başkanı hukukçu Metin Feyzioğlu’nun Türkiye’nin Lefkoşa Büyükelçisi olarak atanması “popüler” bir konu oldu.
Dışişleri Bakanlığı’nda “diplomat” statüsü ile çalışmaya başlayan herkes, devletini en üst düzeyde temsil etmek amacı taşır ve günün birinde “büyükelçi” olmayı hayal eder sanıyorum. Barolar Birliği Başkanı olacak kadar yükselmiş, adil yıl açılışlarında ülkenin belli başlı sorunları konusunda değerlendirme yapma ve dinlenme olanağı bulmuş biri için de büyükelçilik çok “anlamlı” bir görev mi; bilmiyorum tabii… Türkiye’de her makam bir lütuf konusu olduğuna ve büyükelçilik de bir kariyer olmaktan çıkarılıp bir “lütuf” haline getirildiğine göre buna mazhar olmaya sevinmeyi veya üzülmeyi kişinin kendisine bırakmak en doğrusu olacaktır.
Bu atamanın altında bir mana arayanlar Feyzioğlu’nun “hukukçu” kimliği üzerinde durmaktadırlar. Feyzioğlu hukuk profesörüdür ama bildiğiniz gibi Türkiye’de pek çok “ekonomi profesörü” de vardır! İster hukuk, ister ekonomi veya uluslararası ilişkiler olsun; Türkiye’de özellikle sosyal bilimlerin çeşitli alanlarında kariyer yapmış, hatta dünyada iyice itibar kazanmış bilim insanlarına verilen değer sıfırın altındadır. Hukuk dediğin ise zaten her gün yeniden yapılan bir şeydir. Birisi çıkar ve “bakmayın benim ekonomist olduğuma, aslında ben hukukçuyum” der ve anayasanızı yeniden yazabilir mesela! İtiraz eden eder, alkışlamak isteyen de mahanasını (bahanesini) bulur ve alkışlar! Bugünkü Türkiye’de alkışlayanların daha fazla olacağına dair bahse bile girebilirim.
KKTC’de de benzer süreçler yaşanmaktadır. Covid-19 sürecinde hükümet tarafından alınan önemli kararların tümü de mahkemeden dönmüştür. Hükümetlerimiz yasa yapmak yerine “yasa gücünde kararname” yayınlamayı bir marifet saymaya başlamışlardır. Neredeyse üç yıldan beri kararnameler ile yönetilmekteyiz. Haziran ayında yapılması anayasal zorunluluk olan yerel seçimler hâlâ daha yapılmamıştır ve konu yine mahkemededir.
Bütün bu hukuki karmaşanın temelinde Ankara’daki hükümetin “yapın da aldırmayın” şeklindeki talimatları yatmaktadır. Bir “büyükelçi” olarak Feyzioğlu’nun KKTC’ye hukuk getirmeyeceği açıktır. Feyzioğlu’nun bu talimatlara “hukuki kılıf” geçirme gayretleri olması halinde böyle bir girişimin, Türkiye-KKTC ilişkilerine şimdiye kadar olandan çok daha büyük zarar vereceği de aşikardır.
Aslında bu KKTC’nin başına gelmiş ilk “Feyzioğlu hadisesi” de değildir. Prof. Turhan Feyzioğlu da, 1974 sonrasındaki Ecevit Hükümeti’nin önemli bakanlarından biri olarak Kıbrıs Türk ekonomisinin yeniden yapılanmasının baş mimarı olmak istemiş ve bütün Rum ganimetlerini devlet çatısı altında toplayarak adeta “komünist” bir düzen yaratmıştı. Bugünkü KKTC ekonomisinin kökenlerinin o günlerdeki yanlışlardan ciddi şekilde etkilendiğini söylemek hiç de abartı olmayacaktır. Özel sektörün girişim ve yenilikleri takip etme gücünden yararlanma kapasitesi geliştirilmeyen Kıbrıs Türk ekonomisi hâlâ daha o kabuğu yırtıp atamamıştır.
Ama bunlardan daha önemlisi, Türkiye kamuoyuna hakim olan “Kıbrıs’a gidelim ve iyi şeyler yapalım” anlayışıdır. Kıbrıs’ta da insanlar vardır… Hukukçu da vardır; ekonomist de, uluslararası ilişkici de… Mühendis de vardır; doktor da. Bırakın da işlerini yapsınlar… Hem kendilerini, hem de devletlerini geliştirme sorumluluğunun altında biraz olsun ezilsinler…
Bir “devlet başkanı” atamış gibi davranmayın da Türkiye’nin Lefkoşa Büyükelçisi de elçiliğini yapsın tabii…
Fotoğraf:, Metin Feyzioğlu 15 Şubat 2020’deki Kapalı Maraş konulu konferansta.