Bugün aslında bazı kulüp yöneticilerinin bir mafya babası ile poz verip sonra da Federasyonu, hakemleri, kurulları “elimizde belge var” diye baskı altına almaya çalışan çetenin alışkanlıklarını yazacaktım. Üstelik bunu 3 sezondur yapıp sonrasında belge falan açıklamayarak saha içini manipüle etmelerini ve bu ahlaksızlığa hükümetin ve TFF’nin susup ortak olmasını anlatacaktım ama konu Fenerbahçe’ye geldi.
Bunca yaşanan saçmalığın futbolcu, hoca ve yönetim dışında daha büyük bir nedeni olmalı; bir zamanların yenilmez armadasının nasıl bu kadar kolay bileği bükülür hale geldiğini sorgulamak gerekiyor. Son 20 yılda Fenerbahçe’nin öteki olduğunu ve iktidar eliyle engellendiğini yok saymıyorum elbette ama nasıl oldu da Fenerbahçe bu kadar ötekileşti ve daha önemlisi toplumsal temelini yitirip taraftarı için ikinci tercih haline geldi, onu sorgulamak gerekiyor.
Konu 12 Eylül ile başlıyor, madem öz eleştiri yapıyoruz bir zamanların vesayet organı ordunun Fenerbahçe sempatisi bilinen bir gerçek. Ama 12 Eylül’den sonra ordu giderek toplumsal desteğini yitirdi ve toplumdan uzağa düştü. Sonradan yaşadıklarımızın da gösterdiği gibi artık toplumun içinden çıkan, onu koruyan ordu fikri 12 Eylül zulmü ile anılır olmuştu. Bunun sonucunda vesayete karşı bir tepki oluştu ve giderek yükseldi. Ülkemiz yarı feodal bir toplum olduğu için aslında sola kayması gereken bu tepki 12 Eylül’ün önemli ölçüde solu ve entelektüel sağı yok etmesi sonucu o zamanki global politikaların da etkisiyle siyasal İslam’a yöneldi. O dönemin modası kitleleri apolitize etmek için yeşile boyamaktı, öyle de oldu.
Fenerbahçe bu dönemi iyi yönetemedi maalesef. Değişen dengeler ve tepkiler esnasında cunta tarafından istismar edilen Cumhuriyet ve laiklik sembolleri Fenerbahçe’nin geniş taraftar kitlesi ile arasına mesafe girmesine neden oldu. Bu gelişme tabanının giderek Fenerbahçe’den uzaklaşmasına ve Fenerbahçe’nin giderek daha önemli oranda elitist (seçkinci) ve sosyete kulübü olmasına yol açtı.
“Parası olan ödeyip lisanslı ürün alır” ile artık tümüyle parasallaşan kulüp-taraftar ilişkisi tamamen alan-satan ilişkisine dönüştü.
3 Temmuz bu döngüyü kırmak için büyük bir fırsattı ama orada da sistemi “Beyaz Fenerbahçeliler” kontrol etti. Genel olarak ülkenin büyük kısmını temsil etmeyen bu davranış biçimi Fenerbahçe’yi korumak için tekrar etkinleşmiş olan geniş taraftar kitlesini yeniden pasifize etti.
En çok mağaza cirosu yapan, en pahalı bilet satan, en zengin kulübün sportif başarıyı yaşayamamasının nedeni buydu işte. Fenerbahçe bir azınlığın etrafında döner olmuş, kitlesel tepkilerin yarattığı kamuoyu baskısını kaybetmişti. Hello Kitty’ler HeforShe’ler, lisanslı ürünler, hafta sonu paketleri, parayla satılan her şey Fenerbahçe’yi köklerinden uzağa düşürdü.
Fenerbahçe artık bir avuç insana hitap eden bir sosyete kulübü; Ali Koç gibi ultra burjuva birinin seçilmesi de bu gelişmeyi daha kötü hale getirdi. Daha bir sosyete kulübü olduk, ülkenin talep ettiği maço kültürü yerine Müslüman mahallesinde salyangoz satmaya başladık. Bu azınlık “beyaz”ın pek bir hoşuna gitse de geniş kitlelerde yabancılık duygusu yarattı. Parayı bulduk ama huzuru kaybettik.
Bunun iyi ve kötü değerlendirmesi ile ilgisi yok, yaşam içinde ölüm barındıran bir gerçeklik; bu da öyle, gerçek bu.
Fenerbahçe’yi aslında kaybetmedik çünkü öyle kaybedilecek bir şey değil ama oralarda bir yerlerde unuttuk, gidip almamız lazım!
Benim çocukluğumda Fenerbahçe dağınık kulüptü, çekleri yazılır, rakiplerin monşer kültürü her ortamda bizi ezerdi ama biz de onları sahada paçavraya çevirirdik çünkü biz halktık, onlar değildi.
Salon, kolej, otel, Kadıköy, lisanslı ürün, pahalı bilet ve kombine derken Fenerbahçe’yi kaybettik.
Yani sorun futbolcu, hoca, başkandan daha ötesinde bir sorun. Fenerbahçe aslına dönmeli, bilet fiyatları ucuzlamalı, her türlü paraya dayanan uygulama ucuz ama kitlelerin ulaşabileceği hale getirilmeli. Fenerbahçe bir şey tasarlarken fiyatı değil adedi düşünerek hareket etmeli, yoksa giderek küçülüp Kadıköy’de bir sosyete kulübü olacak.
Fenerbahçe aslına dönmeli, belki Harvardlı bir başkan yerine biz de şiveli konuşan bir başkan bulmalıyız…