St. Petersburg Üniversitesi’nde birkaç ay öncesine kadar siyaset felsefesi dersleri veren feminist ressam ve fotoğrafçı Mariya Rahmaninova’nın (manşet fotoğrafı) Rus glasnaya media sitesinde çıkan “İhbar: Bir Sovyet geleneğinin dönüşü” başlıklı yazısının özeti:
“Savaşın başladığı 24 Şubat sabahı her zamanki gibi işe gittim. Aslında estetikle ilgili bir ders vermem gerekiyordu ama amfiye girdiğimde nefes alamadığımı fark ettim. 15 yıldır ilk kez ders veremeyecek haldeydim.
Çoğu bağımsız medyayı takip etmeyen öğrencilerim pek bir şeyden haberdar değildi. “Maalesef bugün korkunç bir gün” dedim ve bildiklerimi anlattım.
Ardından sanatta estetikle ilgili dersime başladım. Gösterdiğim slaytlardan biri Pablo Picasso’nun İspanya İç Savaşı sırasında Guernica şehrinin Alman Lejyonu tarafından bombalanmasını anlatan “Guernica” tablosuyla ilgiliydi. (Aşağıdaki fotoğraf) Öndeki dört sırada oturan öğrenciler ağladı.
O dersin, kariyerimin son derslerinden biri olacağının farkında değildim. Teneffüste birçok öğrenci yanıma geldi, beni kucakladı. Kız öğrencilerden birinin askeri operasyonun başladığı İvano-Frankovsk’ta yakınları varmış, tahliye edilmiş.
Öğrenciler dersin sonunda Rusya-Ukrayna ilişkileriyle ilgili sorular sorabilmek için vakit ayırmamı istedi. Belki de hayatlarında ilk kez bu konuda soru soruyorlardı. 2014 yılında ve sonrasında olanlar ve Rusya’nın NATO saldırganlığından korkmak için gerçekten nedenler bulunup bulunmadığı ve Batı’nın ülkeyi işgal etmeyi isteyip istemediği hakkında birkaç kelime ettim.
Arka sıralardan oturan öğrenciler arasında bir hareketlenme oldu. İri yapılı bir adam arkalarındaki merdivenlerde belirdi. Özel güvenlikten birisine benziyordu ama değildi çünkü hepsini tanıyordum. Ellerini karnının üzerinde kavuşturmuş, beni onaylamadığını gösterir şekilde başını sallıyordu. Bu adam izlerken dersi toparladım ve kendisini bir daha görmedim. Kim olduğunu hâlâ bilmiyorum ama her şey onunla başladı…
Ertesi hafta aynı sınıfla dersim vardı. Umutsuzluk, üzüntü, suçluluk duygusu, korku ve gözyaşlarıyla doluydum, hafta boyunca çok az uyuyabilmiştim. Kekelemeye başladım, başım da dönüyordu. Öğrencilerden özür diledim.
Arada Sanat Bölümü Dekanlığına öğrencilerden birinin beni ihbar ettiği haberini aldım. Siyaset konuşmayı hemen bırakmazsam davranışlarımın sonuçları olacakmış çünkü üniversitede siyasete yer yokmuş.
Sınıfa dönerek şunları söyledim:
“Tam da Mamardaşvili’nin çabayla ilgili konseptini konuşuyorduk. Bu konsepte göre kültürde hiçbir şey kendiliğinden var olmaz, sadece insanların çabasıyla ortaya çıkabilir. Bu durum geleneklerimiz için de geçerli. Bazılarının hoşuna giden eski bir geleneğimiz var: Gulag geleneği. Gerçekten de sadece ortak bir çabayla, ihbar yoluyla gerçekleşebilir. Sınıftan biri Dekanlığı aramış, Mamardaşvili’nin konseptini gerçekleştirmiş. Teşekkür ederim. Ben devam edeceğim.”
Ardından derse devam ettim ama her şeyin değiştiğinin farkındaydım.
Amfiden çıktığımda koridordaki büyük ekranda bir video gösteriliyordu. Üstünde Dekan’ın Ukrayna’yı kasteden “Faşist rejimin 10 gün içinde yıkılacağını tahmin ediyorum” yazısı vardı. Üstelik bu, gösterilen diğer videolara nazaran daha az radikaldi.
Üniversite yavaş ama emin adımlarla propaganda ve rejimin her yaptığını onaylama yoluna girdi. Öğrenciler siyasi propaganda derslerine çağrıldı, sansürlendi ve sadakatleri sorgulandı.
Bu koşullarda daha fazla çalışamayacağım için istifa etmeye karar verdim ama yasaya göre iki hafta daha çalışmam gerekiyordu.
Bazı öğrenciler, görevimi nasıl kötüye kullandığım konusunda kendilerinden rapor istendiğini söyledi. Bana zarar vermeyecek ne yazabileceklerini sordular. Hakkımda ne düşünüyorlarsa onu yazmalarını söyledim. Derslere hazırlıklı geliyor muydum, programa göre mi ilerliyordum, verdiğim bilgiler doyurucu muydu vs. Sorularını yanıtsız bırakırsam öğretmenlik görevini yerine getirmemiş olacaktım ya da yalan söyleyecektim ki bunu yapamazdım, onlara doğruyu söylemek zorundaydım.
Son dersimde, “Teşekkür ederim, çıkabilirsiniz” dedim. Önce bir sessizlik oldu. Kimse yerinden kıpırdamadı. Ardından ayağa kalkmaya, beni destekleyen sözler söylemeye ve alkışlamaya başladılar. Bu beş dakika sürdü. Öğrenciler yanıma geldi, elimi sıktı, sarılanlar, ağlayanlar oldu.
Ayrıldığımda üniversiteden aldığım maaşla bir kediyi bile besleyemezdiniz. İki yıl önce haftada altı gün 4-5 ders ve pandemi nedeniyle biriken sınavlarla birlikte günde 18 saat çalışma karşılığında 17 bin 620 ruble (272 dolar) alıyordum. Başka işlerde çalışabilmek için yarı zamanlı hocalık yapmaya başladığımda aralık ayındaki maaşım 14 bin rubleydi (215 dolar).
Tablolarımı satarak yaşamımı sürdürebildim. Ama bu zamanda sansür nedeniyle çağdaş sanatlar enstitülerinde çalışmak zor.
Zamanında siyasi bir tutuklu olan Sovyet sanatçı Sergey Parajanov’la ilgili bir sergi açmak istediğimde siyaseti bir kenara koymamı, her şeyi güllük gülistanlık göstermemi istediler. Bazıları ise onun eş cinsel olduğunu ve büyük Rus kahramanları içinde yer almaması gerektiğini söyledi.
Bu gidişle sadece “Kuğu Gölü” sahnelenebilecek.
Hiçbir akademisyen ülkesinde olanlardan kopuk yaşayamaz. Anayasa değişikleriyle ilgili referandum önce yapılan protestolara, fildişi kulelerinde oturduklarını sana çoğu akademisyen katılmadı ama sonuçta onlar da etkilendi.
Sartre’ın dediği gibi, “engellemek için çaba göstermediğimiz şeylerden sorumluyuz.”
Rus toplumu Leviathan’la savaşı kaybetti, yenildi, ezildi ve bölündü.
Her şey o kadar umutsuz ki ülkemden ayrılmayı düşünüyorum. Ama diğer yandan, birisi evime girmişse neden terk eden ben olmalıyım?
Kalırsam kapıcı ya da özel güvenlikçi olarak çalışacağım. Bu rejime aklımla ve kalbimle hizmet etmeyeceğim. Gelecekte felaketin yeni aşamalarına tanıklık etmeye, fotoğraf çekmeye ve yayınlayamasam da yazmaya devam edeceğim.