Annemin karnında ne kadar güvende hissettim bilemiyorum.
Beni taşırken onun bedenine, beni taşıyıp taşıyamayacağına, kapasitesine ne kadar güvendim?
Annem kendi bedeniyle kurduğu ilişkisinde, gebeliğini deneyimleme şeklinde ne kadar güvende hissetti?
Bunların cevabı net bir şekilde bulunamayabilir ama izleri elbette takip edilebilir.
Peki, ülkemde ne kadar güvende hissediyorum? Beni, bizi taşıyıp taşıyamayacağına, kapasitesine ne kadar güveniyorum ve ne kadar daha layık olmaya çalışacağım?
Hayatta kalma moduna bu kadar çok enerji harcamak zorunda bırakıldığımız zaman ortaya çıkan en büyük sorun maalesef cehalet oluyor.
Bu sebeple yaratılış moduna bir türlü geçemiyoruz. Enerjimiz bırakın erdemli hale geçmeye, hayal kurmamıza bile kurmaya izin vermiyor.
Algımızın sürekli cehalet enerjisine dikkat çekilmeye çalışıldığı bu zamanda, erdemli olan enerji ile algımızı da fark edemiyoruz.
Hayatta kalma modunda kaldığımız zaman; stres, küçülme, yıkım, rahatsızlık, dengesizlik, çöküş, bozulma, korku, öfke, üzüntü, bencillik, enerji kaybı, dar görüşlülük, ayrılık, duyularla belirlenen gerçeklik, etki ve tepki, sınırlı olasılıklar, tutarsızlıklar ile dolu hep bilmek zorunda bırakıldığımız bir deliğe sıkıştırılıyoruz.
Ben en çok öfke hissediyorum.
Öfke kelimesinin kökeni Hint Avrupa dil ailesindeki en eski kelimelerden biridir. “Angh” aslında dar, sıkı, acı verecek kadar kısıtlanmış anlamına gelir.
Tüm duygular arasında, öfke toplum tarafından en negatif bulunan duygudur. Çünkü kontrolden çıkabilen yıkıcı olabilen bir duygudur.
Eğer hayal kırıklığı yaşıyorsak bu duygunun da, öfkenin farklı bir notası olduğunu belirtmem gerekecek.
Öfkemiz dışa dönük ise suçlayacak başkalarını bulmuşuzdur bile. Hatta eylemlerimiz dışa dönük olarak şiddetli ve saldırgan olabilir.
Evimizde diş macunu ortadan sıkıldı diye ailemizi suçlarız, iş yerindeki sorunlar için işvereni suçlarız, topluluk kuralları için toplumu suçlarız, diğer milletleri suçlarız, tanrıyı suçlarız.
İşte şu an siyasi yönetimin yaptığı tam olarak budur. Dışa dönük olarak şiddetli, saldırgan ve tehditkâr.
O işaret parmağı birini gösterirken diğer üç parmak hep kişinin kendine dönüktür. O üç parmağı fark etmek ise sorumluluğumuzu düşünmemiz gerektiğini hatırlatan muazzam bir örnektir.
Öfkemiz içe dönük ise utanç ve suçluluk duyarız. Kültürel antropolog Ruth Benedict’e göre utanç, kültürel ve sosyal değerlerin ihmal edilmesidir. Suçluluk ise kişinin içsel değerlerinin ihlalinden kaynaklanan duygudur.
Utanma büyük bir duygu grubuna öncülük eder. Bunların arasında küçük düşme, mahcup olma, düşük özgüven, hor görülme, damgalanmadır. İçe dönük öfkenin ileri hali ise depresyondur.
Geldiğimiz hal, toplumsal olarak bize yöneltilen dışa dönük öfke ile nasıl bir içe dönük öfke yaşadığımızın sonucudur.
Dengeye geri dönebilmek mümkün müdür? Yaratılış moduna geçebilir miyiz?
Yaratılış moduna geçtiğimiz zaman; denge, büyüme, yapıcılık, sağlık, düzen, onarım, yenilenme, sevgi-neşe-güven, özgecilik, yaratıcı enerji, açık görüşlülük, bağlılık, duyuların ötesinde gerçeklik, etki yaratmak, tüm olasılıklar, tutarlılık ile dolu hep bilmek zorunda kalmadığımız bir alanda genişleyeceğiz.
Artık tuttuğumuz duyguyu serbest bırakma, bastırılmış veya içe dönük öfkemize ulaşıp onu dönüştürme zamanıdır.
Genetiğimiz bizi şekillendiriyor olabilir, çevremiz-ailemiz bizi etkiliyor olabilir, alışkanlıklarımız bizi tanımlıyor olabilir.
Her şeyi başarabileceğimize olan inancımız bizi özgürleştirecek.
“İnsanı bedenen ameliyat etmek için uyutmak, ruhen ameliyat etmek içinse uyandırmak gerekir…” Tolstoy
Namaste…