Bütün günün nasıl geçip gittiğinin farkına varamadan akşam olmuştu. Çalıştığım hukuk bürosunun Cezayir menekşesi rengine boyanmış olsa da yalnızca griye farklı bir ton ekleyen ruhsuz duvarlarının arasında yorulduktan sonra eve dönüp Mehtap’ın özenerek yaptığı yemeklerden yiyip, ardından da kanepede uyuya kalmayı istiyordum.
Kanepe yaklaşık 12 senedir bizimleydi ve yalnızca benim kullanmamdan dolayı bedenimin mükemmel bir kalıbı, benim için özel yapılmış bir yatak gibiydi. Ona yatınca ne sırtım ağrır ne rahatsız olurum ne de geceleri kabus görürdüm. Kanepemdi o benim. Yalnızca benim ve benim bedenimin.
Mehtap da ben kanepeyi ne kadar seviyorsam ondan o kadar nefret ediyordu. Eskimiş görünüşünün altında benim bulduğum huzuru ve rahatlığı hissedemiyordu. Kanepeyi değiştirmek, güzel bir köşe takımı ve yeni moda yalnızca oturulabilen, üzerine yatılmasına izin vermeyen “şık” fakat benim için son derece rahatsız olan kanepelerden almak istiyordu.
Tartışmalarımızın bir yerinde iyi kötü lafı kanepeye getirir ve ardından da tartışmanın ana konusunu unutup söylenmeye başlardı. Kimi zamanlarda da ben yalnızca kenapede yatıyorum diye söylenirdi, kanepeyi görmek bile söylenme nedeniydi onun için. Hele bir de misafir gelecek olsun, kanepeden ne kadar utanırdı anlatamam. Misafirler üzerine oturacak da bozuk yaylarını, benim popoma göre göçmüş minderini hissedecekler diye taklalar atar, onları bir şekilde koltuklara oturturdu. Onun bu söylenmelerinden kurtulmanın yolunu rahat bir kanepe bulursam alacağımı fakat henüz o kadar rahatına rastlamadığımı söyleyerek kurtulurdum. Bu da benim savunmamdı, o söylenir ben de “Tabii aşkım ama karşıma çıkmadı ki. Valla çıksın söz alacağım” derdim. Fakat bedenimin şeklini almış kanepeden daha rahatı bulunabilir miydi ki? Herhalde onunla ilgili bir özelliği değiştirecek olsam kanepeyi sevmesini isterdim, benim kadar değil, yeteri kadar. Benim kadar olursa yerime göz dikebilirdi.
Otobüsün rahatsız ve binlerce insanın terini emip kendine bir toplum kokusu edinmiş, aynı binlerce insan tarafından süngeri ezilmiş ve tahtada oturuyormuş hissi veren olmasa da olur koltuğunda seyahat ettikten sonra sonunda mahalleme ulaşmıştım. Hava artık kararmış, ve gökyüzünde güneşin boşluğunu aç martı çığlıkları doldurmuştu. Manavdan almam gereken birkaç şeyi aldıktan sonra evin sokağına döndüm. Apartmanın önünde bir eskici arabası duruyordu. Eskicinin kendisi ortalarda gözükmüyordu. Ağır bir şeyi çekiyor olacak apartmanın kapısından önce kamburu çıktı. Ben bir yandan onu izliyor, bir yandan da apartmana yaklaşıyordum. Ben artık apartmanın önüne vardığımda eskici de bir ucundan çekip sürüklediği şeyi apartmandan çıkartmıştı: Benim kanepemi!
Kanepenin ardından Mehtap çıktı kapıdan, beni görmeyi beklemiyor olacak ki suratında bir şaşkınlık belirdi. Kafasını biraz geriye çekti ve gözlerini açıp bana baktı. Gözlerinde arkadaşını korumak için kavgaya karışan çocuğun haklı olmasına rağmen sahip olduğu mahcubiyet vardı.
Eskiciye döndüm:
“Bırak kenapeyi” dedim.
“Satın aldım ben bu kanepeyi abi” dedi.
Demek Mehtap artık benim düşüncemi önemsemeden bizim olan evi kendinin yapıyordu. Evimizi değiştiriyordu ve benim bu konuda söz hakkım yoktu. Kanepe belki de yalnızca benim irademe bağlı olarak evde var olan tek nesneydi. Geriye kalan her şey ya ortak alınmış ya da o beğenmiş ve benim fikrim umursanmadan alınmıştı. Kanepe benim irademin sözünün geçtiği son kaleydi ve belki de o nedenle bu kadar bağlıydım ona, belki de sadece rahat diye. Lakin kanepemin sinsice ben yokken atılıyor olması benim söz hakkımın, düşüncelerimin, önemimin de atılıyor olması demekti. O kanepe benim yerimdi ve onunla beraber adeta küçük ev siyasetindeki yerim de gidiyordu.
“Bırak kenapeyi” diye tekrarladım.
Suratım git gide gerginleşiyor, göz çukurlarımda ısının arttığını hissedebiliyordum. Eskicinin yolunu kapatmış, ona konuşuyordum fakat bakışlarım Mehtap’a kenetlenmişti.
“Allah allah! Parasını verdim kardeşim. Kanepe benim. Neden bırakacakmışım?”
Eskici “Kanepe benim” dedikten sonra bir anda bedenimden soyutlandım. Bütün olanları dışarıdan izliyordum artık. Neler olduğunun farkındaydım fakat birkaç saniye gecikmeyle. Olaylar olduktan sonra farkına varıyordum. Bedenim, her eylemi zihnimin algılayabileceğinden daha hızlı gerçekleştiriyordu. Sanki bir anda zihnimi biri ele geçirmiş ve ben de onun gölgesinde içeride hapsolmuş, onun yaptığı her şeyi biliyor, izliyor ama müdahale edemiyordum. Algı bendeydi fakat kontrol başkasındaydı. Eskici yere düştükten sonra yumruk attığımı fark ettim, Mehtap kanepeye savrulduktan sonra onu savurduğumu anladım, mandalinalar yuvarlanırken manavdan aldığım poşetleri artık tutmadığımı anladım.
Eskici, “Deli misiniz lan siz? Sizinle mi uğraşacağım lan bir kanepe için. Alın kanepenizi ne b… yerseniz yiyin” dedikten sonra Mehtap’ın elinde tutmakta olduğu paraları çekip alıp el arabasını bir hışımla ittikten sonra söylene söylene, küfür ede ede uzaklaştı.
Kanepede hareketsiz duran Mehtap’a döndüm. Suratında az önceki mahcubiyetin yerini şaşkınlık, öfke ve hayal kırıklığı karışımı bir ifade almıştı. Kocası, bir kanepe için kavga etmekle kalmamış, bütün bu olaylarla alakası olmayan bir adama vurmuş, “çiçeğim” diye sevdiği karısını da bir hareketiyle umursamazca savurmuştu. Kimseye el kaldırmamış, el kaldırmaktan da haz etmeyen, işi bile kelimelerle kavga etmek olan kocasının bir kanepe için geldiği noktaya anlam veremiyordu. Sadece kanepeyi düşündüğü sürece de anlam veremeyecekti, o kanepenin benim söz hakkımı temsil ettiğini anlayamayacaktı, onun rahatlığını asla bilemeyecekti.
Ayağa kalktı ve hiçbir şey söylemeden apartman kapısına doğru ilerlemeye başladı. Ben de peşinden onu takip ettim lakin apartman kapısını açtıktan sonra bana dönüp “Bu gece sen evde kalmasan sanırım ikimiz için daha iyi olur. Ben az önce yaşadıklarımızı sindirmek, senin yeni ortaya çıkmış bu yüzünü de hatırlamamak istiyorum. Bana biraz izin ver lütfen” dedi. Kapı kapanmadan arkasına dönüp “Senin bir insana zarar verme noktasına gelebileceğini hiç düşünmezdim, hele de kanepe için” diye ekledi. Onun asansöre kadar yürümesini ve bir kere bile arkasına bakmadan kendinden emin bir şekilde düğmeye basıp bir ışık hüzmesi olarak asansörle yükselmesini izledim.
Kanepeye oturup olan her şeyi düşünmeye başladım. Neden böyle olduğunu, nasıl bu hale geldiğimi, acaba başka nedenleri mi olduğunu. Fakat her sorumun sonu Mehtap’la alakalı bir yere çıkıyordu. Benim sınırı geçmeme, kendi karakterimden çıkmama (hatta o denli bir çıkma ki bu beni bile izleyici bırakan türden), küçük çaplı bir sinir krizi geçirmeme neden olan her bir küçük nokta ona bağlanıyordu. Oydu beni bu hale getiren. Belki de ben zaten böyleydim ama bir tarafım bastırılmış bir şekilde dışarıya çıkmayı bekliyordu.
Bana Yin ve Yang’ı göstermişti. Hani derler ya “Her iyiliğin içerisinde bir kötülük, her kötülüğün içerisinde bir iyilik vardır.” Ben de hep düzgün olmaya çalışan, toplumun belirlediği ahlak kurallarına uyan, ne saygısızlık eden, ne de herhangi bir canlıya vurmayı aklının ucundan geçirmiş bir insandım. Fakat artık değil, artık vurmuştum. Hayatımdaki ilk yumruğumu 34 yaşımda atmış ve sevdiğim kadının on senedir farkında olmadığı bir yüzümü göstermiştim ona. O en azından on senedir farkında değildi, ya ben? Ben 34 senedir böyle bir tarafım olduğunu bilmiyordum. 34 sene boyunca iyilikle yaşadıktan sonra bir gecede bir kanepeden, bir kadından dolayı kötü, karanlık tarafımı görmüştüm. İçimde var olan ikililiği keşfetmiştim. Her ne kadar aklımda Mehtap’la aramı düzeltmek varsa da bir yanda da bu yeni keşfettiğim tarafım beni heyecanlandırıyordu. Doktor Jekyll, Mr Hyde’la tanıştığında nasıl bir heyecan duyduysa öyle bir şeydi benimki de.
Kendimle ilgili yeni keşfimin heyecanı çok da uzun sürmeden yerini pişmanlığa bıraktı. Duygularım daha ben onları tanımlayamadan hızla değişmişlerdi. Artık karımın gönlünü nasıl alacağımı düşünüyordum. Tek bir yolu vardı: Yarın eve yeni bir kanepeyle gitmek. Üzerinde oturmakta olduğum kanepeme baktım. Onunla tek bir gecem kalmıştı. İstanbul’da yıldızların altında son bir gece. Daha güzel bir veda olabilir miydi? Söz konusu kanepeyse daha kötüsü olabilirdi fakat daha güzeline kimsenin kalkışacağını sanmıyorum. Kanepeme son bir kez kıvrıldım, o son bir kez bedenimi sardı, son bir kez beni kucakladı. Yanağımda hissettiğim dokuyu, burnumdaki kokusunu aklıma kazımaya çalışıyor, içinde bulunduğum anı ölümsüzleştirmek istiyordum.
Uykuya dalmadan önce kulağımda bir fısıltı işittim: “Seni seviyorum, başka minderlerde huzur bulasın.”
Not: Baran Cengiz’in bu öyküsü Medya Günlüğü’nde daha önce yayınlanmıştır. Görsel temsilidir.