Cuma, 27 Haz 2025
  • My Feed
  • My Interests
  • My Saves
  • History
  • Blog
Subscribe
Medya Günlüğü
  • Ana Sayfa
  • Yazarlar
  • Hakkımızda
  • İletişim
  • 🔥
  • MG Özel
  • Günlük
  • Serbest Kürsü
  • Köşe Yazıları
  • Beyaz Önlük
  • Mentor
Font ResizerAa
Medya GünlüğüMedya Günlüğü
  • MG Özel
  • Günlük
  • Serbest Kürsü
  • Köşe Yazıları
  • Beyaz Önlük
  • Mentor
Ara
  • Anasayfa
  • Yazarlar
  • Hakkımızda
  • İletişim
Bizi takip edin
© 2025 Medya Günlüğü. Her Hakkı Saklıdır.
Webmaster : Turan Mustak.
Köşe Yazıları

Eski Çin-Yeni Çin

Ulaş Başar Gezgin
Son güncelleme: 25 Temmuz 2024 00:41
Ulaş Başar Gezgin
Paylaş
Paylaş

Türkiye’de ve dünyada 1970’lere kadar genel olarak Çin algısı ideolojikti.

Sağ basın, Çin’in ‘komünist’ olması dolayısıyla bütün haberleri olumsuz açıdan değerlendiriyor; başarısızlıkları ön plana çıkarıyordu. Onlara göre, Çin, gelecek için büyük bir tehditti. Sol basın ise, Çin’den Batı sömürgeciliğini gerilettiği için övgüyle söz ediyordu; bunlarsa Çin’in başarılarına vurgu yaparken başarısızlıklarını çoğunlukla hasır altı ediyordu.

1966’da Türkiye’de yayınlanan bir kitap, bu iki kutbun dışında üçüncü bir bakış açısı sunmayı hedefliyordu. Dönemin tanınmış solcularından Zaven Biberyan’ın çevirdiği kitaba göre, Çin’de herkesin kabul edeceği önemli gelişmeler oluyordu: Birkaç yıl öncesine kadar açlıktan milyonlarca insanın öldüğü ülkede, füzeler geliştiriliyor; dünün afyonuyla dumanlı Çin, nükleer bir güce dönüşüyordu. Payel Yayınları’nın 2., Yabancı Ülkeler Dizisi’nin 1. kitabı olan ‘Yeni Çin: Dün-Bugün’ kitabında Simon de Beauvoir ismi öne çıkıyor. Onun dışında kitap iki Fransız gazetecinin yazdıkları ve Çin’in kalkınma planından alınmış seçmelerden oluşuyor.

Kitaba göre, savaş sonrası Çin’de, toplumun değişik kesimlerinden Çin Komünist Partisi’ne (ÇKP) akın akın katılımlar gerçekleşir. Artık iç savaşı Mao’nun ve ÇKP’nin kazandığı kesinlik kazanınca, kimileri için ikbal yoluna geri dönmek düşer ve bunlar çıkar için ÇKP’ye katılırlar. Böylece zaman geçtikçe, çekirdek ÇKP’liler, ÇKP içinde azınlık konumuna düşüyor. Ayrıca devrim dönemi memurlarının çoğunun devrim öncesindeki aynı memurlar olduğu gerçeği de var. Bu demek oluyor ki, Mao’nun ve ÇKP liderliğinin ‘sağ sapma-sol sapma’, ‘falanca klik’ gibi kavramlara başvurmalarının maddi bir temeli var. Sosyalizm inşa ediliyordu; ama çoğunluk, sosyalist değildi ve üstelik, ülkeyi devrim döneminde yönetenlerin çoğunluğunu da sosyalistler oluşturmuyordu. Ondan sonra gelsin tasfiyeler. Bütün bunlar, bugünkü Çin’i anlamak için önemli veriler olabilir.

ÇKP, savaş sonrasındaki katılımlar konusunda iki sorunla karşılaşır: İşçi sınıfı, siyasete ilgi göstermemekte; “aydınlar, memurlar ve şehir burjuvazisi” ise gerektiğinden fazla ilgi göstermektedir:

“Komünist yöneticilerin demeçlere rağmen, “ölçüsüz üretim” sloganı özel ya da millileştirilmiş ekonomi kadrolarında çılgınca bir coşkunlukla karşılanmıyordu. Bu keyifsizliğe, ikinci bir psikolojik unsur da ekleniyordu. İşçi sınıfı Partiye gitmekte çıkar görmüyordu. İşçi sınıfı için, Parti, hükümetti. İşçi muhitlerinde çalışmalar yapan kadroların sık sık aldıkları cevap şuydu: “Madem ki haklarımızı savunmak için iktidarda bulunuyor, neden girelim hükümete?” (s.30)

…

“İşçi problemi şimdilik çözümlenince, reform hareketini frenleyen ikinci zorluk kaldı. Bu zorluk, işçilerin tutumunun tam aksine, aydınlar, memurlar ve şehir burjuvazisi tarafından gösterilen isteğin haddinden fazla oluşundan ileri geliyordu. 1950’de sadece Hanşov şehrinde, orta sınıflardan ve Kuomintang’ın eski memurlarından gelen 12.000 müracaat kaydedilmişti. Hele bu sonuncular, Parti saflarına girmeye en çok istekli olanlardı. Bunların şevki, Marksizm ya da Leninizm’in felsefi temellerini benimsemekten ileri gelmiyordu. Bir beslenme oportünizmi de değildi. Sebebi, Konfüçyüs dininin geleneğindeydi. Bu gelenek, seçkinlerin ve iktidar ajanlarının rolünü tesbit ediyordu. Çin adetlerine göre, bir rejim değişikliği olduğunda, seçkinler yeni iktidara eskisine göstermiş oldukları aynı sadakatle hizmet etmelidirler. Öyle ki, tam bir dürüstlükle hareket ederek, memurlar, hizmet erbabı ve burjuvazi derhal Partiye girmeyi bir yurtseverlik ve geleneksel bağlılık ödevi sayıyorlardı.” (s. 31)

Savaş sonrasında özel sektörü teşvik etmek için uygulanan politikalar da dikkat çekici:

“Belirli bir sektörde, örneğin pamuklu veya ev eşyaları sektöründe özel endüstri, kalkınma yolunda bir yavaşlama mı gösterdi? Devlet hemen kendi fabrikalarında yaptığı malın fiyatlarını yükseltirdi. Karın arttığını gören özel sektör de kamçılanır, o malın üstüne düşerdi. Aynı usul ters yönde de işletildi; bu takdirde spekülatif nitelik taşıyan ölçüsüz gelişmeleri frenlemeye yaradı.” (s. 41-42)

Çu En Lai’ın kitapta yer verilen Hristiyanlık konulu konuşması, bugünün koşullarında oldukça düşündürücü:

“Biz komünistler, Hristiyanlığı hem yanlış, hem de gerici bir batıl inanç sayıyoruz. Bu durumda şöyle çelişmeli bir duruma düşmüş bulunuyoruz: Tasvip etmediğimiz halde İncil’i yaymanız için sizi serbest bırakıyoruz. Çünkü tasvip ettiğimiz sosyal faaliyetlerinize ihtiyacımız vardır. Bu bizi, insanların dini inançlarını değiştirme çabalarınıza devam etmekte serbest bırakmaya itmektedir. İnançlarınızı yanlış ve hatalı buluyoruz. Eğer bizim dediğimiz doğruysa, halk sizin yaymaya çalıştığınız inançları reddedecektir. Yoksa halk onları benimseyecektir. Bu riske girmeye hazırız.” (s. 45-46)

Kitapta bir diğer dikkat çekici tartışma, Çinlilerin devrimden sonra maddi ve manevi olarak değişip değişmediği üzerine. Herkes savaş dönemine göre Çinlilerin koşullarının iyileştiğini kabul ediyor; ancak Batılıların Çinlilerin manevi olarak değişimiyle ilgili farklı düşünceleri var. Klasik Batıcı yazarların Şanghay Çinlisi üstünden -ki bu, o dönemde en Batılılaşmış Çinlidir- karşılaştırma yapmaları kitapta eleştiriliyor. Devrim, Batılılaşmadan başka bir gelişme yoluna inanan bir Çinli tipi yarattı, doğru; ancak, savaş döneminde de sonrasında da, Şanghay Çinlisi, ortalama bir Çinliyi -ki o zamanın 700 milyon insanından bahsediyoruz- temsil etmekten uzak. Kitapta dendiği gibi, o türden Batılılaşmış bir Çinli, 1960’lara gelmeden Hong Kong’a, Tayvan’a vb. göçtü. Yani kitabın yazarlarına göre, aslında Çinli, devrimle çok az değişti. Söz konusu olan, yalnızca Batılılaşmış Çinli oranında göçten kaynaklanan düşüştü. Bugün ise çok daha karmaşık bir tabloyla karşı karşıyayız. ‘Çinli nitelikli sosyalizm’ gibi ifadeler ortaya atılsa da, aslında Çin’de, kapitalizm, başka türden bir kapitalizmden çok, 100-200 yıl öncesinin Avrupa kapitalizmini andırıyor: Bir farkla, sömürgecilik olmaksızın. Devlet kapitalizmi de Çin’e özgü değil ‘piyasa sosyalizmi’ de…

O yıllarda Çin, Sovyetler Birliği’ni ‘barış içerisinde yaşama’ ilkesi üzerinden kapitalist dünyayla uzlaşmakla suçluyor ve “3. Dünya ülkelerinin lideri olarak asıl devrimci benim” diyordu. Fakat tarihin ironisi bu: Sovyetlerin yıkılmasından yıllar önce kapılarını yabancı sermayeye ve kapitalizme açan da Çin’di. Dışarıdan Çin, yekpare bir bütün olarak görülse de, aslında bu dönemde, iktidardaki değişik kliklerin etkisiyle politikada manevralar görülüyor.

Yine de, o dönemde bile, her şey, ‘ekonomik büyüme’ değil:

“Çin köylerinden geçerken, her yerde mezarların saygı ile korunduğunu gördüm. Bu mezarlıklar tarım için kullanılsalardı, muhakkak ki çok toprak kazanılmış olurdu. Ama mezarlara karşı saygı, aç kalma korkusundan bile üstün geliyordu.” (s. 73)

Özgürlük tarifini de burada not edelim:

“Bir Çinli işçiye sormuşlar: 

– Özgür olmak sence ne demek, Sin? 

Sin düşünmüş ve cevap vermiş: 

– Basketbol oynamakta özgürüm. 

– Pek iyi ama, eskiden basketbol oynamakta özgür değil miydin? 

– Anlamıyorsunuz.. Ben her zaman basketbol oynadım. Günün birinde ayakkabılarım yırtıldı. Hep fakir kaldığımdan, bir çift yeni kundura satın alamadım. Artık basketbol oynamakta özgür değildim. Bu gün iki çift ayakkabım var. Basketbol oynamakta özgürüm. 

Ben bunu şu şekilde anlıyorum: et yeme özgürlüğü, et satın alacak parası olmaktır.” (s. 91)

Daha 1960’larda bile, Mao dönemi uygulamalarıyla Çin’de 2000 yılı aşkın süre hayata geçirilmiş olan imparatorluk gelenekleri arasındaki benzerliklere dikkat çekildiğini görüyoruz. Ancak bunlar yapılırken, ‘kızıl Çin’ karşıtı yazarlar tarafından, bu hanedanlığın da, Çin tarihindeki hanedanlıklar gibi er ya da geç son bulacağı umudunun taşınması söz konusu. Öte yandan, bu benzerliklere karşı çıkanlar, çöken hanedanlıkların ekonomik yetersizlikler nedeniyle son bulduğunu, şimdiki Çin’in ise hızla büyüdüğünü anımsatıyor. Ayrıca, Çin’in tarihte gelişmesini engelleyenin mandarin sınıfı olduğu ileri sürülüyor; bugünkü işçi-köylü yönetiminin buna benzemediği söyleniyor. Oysa bugünkü Çin’de mandarin sınıfına benzer bir seçkinler sınıfının oluştuğunu ve bunların Çin’in sosyalizme dönmesi gibi bir olasılığa şiddetle karşı çıkacağını rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu açıdan, aşağıdaki ifadeler bugün için geçerli görünmüyor:

“Şu var ki, yeni Çin’in en koyu muhalifleri bile fedakarlıklara herkesin eşit olarak katlandığını kabul ediyorlar. Hiç kimse, yöneticilerin, halkın alın terinden çalınan bir lüks içinde yaşadıklarını, namuslu davranmadıklarını iddia etmiyor.” (s. 79)

Kitap, 50 yıl önce yazılmış, yine de bugün Çin’deki gelişmeleri anlamlandırmak adına değerli. ‘Yeni’ denilen her şey hızla eskirken, bugün Çin üstüne yazılan kitaplardan kaçı 50 yıl sonraya kalacak? Ya da kitap kalacak mı? Onun yerine ne kalacak? Paylaşımlar mı? İşte zamana bırakılması gereken sorulardan birkaçı…

ulasbasar@gmail.com

Not: Bu yazı “Çin/Çifte Ejderhanın Diyarında-1” kitabımdan alınmıştır.

EtiketlendiSeçilen
Bu yazıyı paylaşın
Facebook Email Bağlantıyı Kopyala Print
YazanUlaş Başar Gezgin
Takip et:
1978 İstanbul doğumlu. Türkiye, Vietnam, Tayland ve Malezya’da 23 yıl ders verme deneyimine ve Yeni Zelanda (doktora), Avustralya (ortak proje) ve Latin Amerika’da (gazetecilik) araştırma deneyimine sahip bir akademisyen-yazar. Eğitimini Darüşşafaka (1989-1996), Boğaziçi Üniversitesi (Eğitim Bilimleri (Psikolojik Danışmanlık), lisans, 2000; Sosyal Psikoloji, yüksek lisans 2002), ODTÜ (Bilişsel Bilimler, doktora, 2006) ve yurt dışında (2009, üniversite düzeyinde ders verme yetkisi, Avustralya; Darmstadt Teknik Üniversitesi, Şehir Plancılığı, yüksek lisans, 2011) tamamlayan Gezgin’in toplam 116 kitabı bulunmaktadır. 2014’te Türkiye’de doçent, 2017’de yurt dışında profesör olmuştur. Akademik çalışmalar dışında, çeşitli dergi ve gazetelere köşe yazıları yazmakta; şiir, şarkı sözü, şarkı, deneme, yazınsal inceleme, öykü, film öyküsü, film çözümlemesi, tiyatro oyunu, masal ve roman türlerinde yapıtlar vermekte ve çeşitli ülkelerden şairleri ve şarkıcıları Türkçeye kazandırmaktadır. Çeşitli çalışmaları 13 dile (Türkçe, İngilizce, Fransızca, Almanca, İspanyolca, İtalyanca, Portekizce, Rusça, Japonca, Vietnamca, Tayca, Gürcüce ve Azerbaycan Türkçesi) çevrilmiştir.
Önceki Makale Trump ve ‘küresel düzen’
Sonraki Makale KKTC Türkiye’nin bir ili değildir

Medya Günlüğü
bağımsız medya eleştiri ve fikir sitesi!

Medya Günlüğü, Türkiye'nin gündemini dakika dakika izleyen bir haber sitesinden çok medya eleştirisine ve fikir yazılarına öncelik veren bir sitedir.
Medya Günlüğü, bağımsızlığını göstermek amacıyla reklam almama kararını kuruluşundan bu yana ödünsüz uyguluyor.
FacebookBeğen
XTakip et
InstagramTakip et
BlueskyTakip et

Bunları da beğenebilirsiniz...

Köşe Yazıları

İran’da kadınlar, savaş ve rejim

İsmail Boy
25 Haziran 2025
Köşe Yazıları

İran’da sol nasıl kaybetti?

Ulaş Başar Gezgin
24 Haziran 2025
Köşe Yazıları

Sakız’daki gizemli Türk yatı

Cenk Başlamış
22 Haziran 2025
Köşe Yazıları

Libya’nın doğusundan sürpriz çıkış

Aydın Sezer
21 Haziran 2025
Medya Günlüğü
Facebook X-twitter Instagram Cloud

Hakkımızda

Medya Günlüğü: Medya eleştirisine odaklanan, özel habere ve söyleşilere önem veren, medyanın ve gazetecilerin sorunlarını ve geleceğini tartışmak isteyenlere kapısı açık, kâr amacı taşımayan bir site.

Kategoriler
  • MG Özel
  • Günlük
  • Köşe Yazıları
  • Serbest Kürsü
  • Beyaz Önlük
Gerekli Linkler
  • İletişim
  • Hakkımızda
  • Telif Hakkı
  • Gizlilik Sözleşmesi

© 2025 Medya Günlüğü.
Her Hakkı Saklıdır.
Webmaster : Turan Mustak

Welcome Back!

Sign in to your account

Username or Email Address
Password

Lost your password?