Türkiye’nin Ermenistan’la ilişkilerinin, Sovyetler Birliği’nin son döneminde T.C. Moskova Büyükelçisi Volkan Vural tarafından başlatıldığını söyleyebiliriz. (1)
1990 yılında hayatını kaybeden 82’nci Türkiye Patriği Şinork Kalustyan’ın cenaze töreniyle başlatılan süreç, 1991 yılında Büyükelçi Volkan Vural ve o dönem Moskova Büyükelçiliğinde Başkâtip olarak görev yapan Şevki Mütevellioğlu’nun Ermenistan’a yaptığı ziyarette Cumhurbaşkanı Levon-Ter Petrosyan tarafından kabul edilmeleriyle farklı bir boyut ve anlam kazanmıştır. Sayın Vural tarafından bu döneme ilişkin olarak kaleme alınan yazıya dipnottaki bağlantı üzerinden ulaşılabilir.
Türkiye, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından hemen sonra bölge ülkelerini ilk tanıyan ülkelerden birisi olmuştur. 9 Kasım 1991 tarihinde Azerbaycan’ı, 16 Aralık 1991 tarihinde ise Ermenistan ve Gürcistan’ı tanıyan Türkiye ayrıca, Ermenistan’ı Karadeniz Ekonomik İşbirliği Teşkilatı’na (KEİ) kurucu üye olarak davet etmiştir. Ancak, Karabağ Savaşı ve Ermenistan’ın Azerbaycan topraklarını işgal etmesi nedeniyle Türkiye, 1993 yılında Ermenistan sınırını kapatılmış ve diplomatik ilişkiler askıya alınmıştır.
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 1993 Nisan–Kasım ayları arasındaki 822, 853, 874 ve 884 sayılı dört kararına rağmen, Ermenistan işgal ettiği Azerbaycan topraklarından geri çekilmemiştir. Uluslararası toplumun ve özellikle, ABD, Fransa ve Rusya’nın öncülüğünde oluşturulan AGİT–Minsk Grubu’nun arabuluculuk çalışmaları ve ateşkese yönelik çözüm önerilerine rağmen kalıcı bir çözüm bulunamamış; Ermenistan uluslararası hukuka aykırı olarak yaklaşık otuz yıl boyunca Azerbaycan’ın beş kasabasını işgal altında tutmuştur.
Bu dönemde, AGİT–Minsk Grubu’nun başarısız olan çok sayıdaki girişimine ve oluşturulan prensiplerinin ötesinde, üç önemli gelişme yaşanmıştır.
Birinci girişim, daha 1993 yılında atılan cesur bir adımdır. Bu adımı atanlardan birisi Türkiye ile ilişkilere sıcak bakan Ermenistan Devlet Başkanı Ter Petrosyan, diğeri ise “Türk Milliyetçilerinin Başbuğu” Alpaslan Türkeş’tir. Türkeş, Ermeni bir arabulucu vasıtasıyla 1993 yılının Mart ayında Fransa’da gizlice Petrosyan’la buluşarak en hassas konuları konuşmuştur. Bu görüşme uzun süre basından ve kamuoyundan gizlenmiştir. İzleyen tarihlerde, Türkeş başka Ermeni temsilcileriyle de gizli temaslar kurmuştur. Türkeş’in masaya getirdiği altı maddeli öneriler paketinde, tarihi İpek yolunun canlandırılması konusu da yer alıyordu ancak bu çabanın devamı gelmemiştir.
İkincisi ve en önemli girişim, Türkiye tarafından 2009 yılında atılan adımdır. O yıl Zürih’te, “Türkiye Cumhuriyeti ile Ermenistan Cumhuriyeti Arasında Diplomatik İlişkilerin Kurulmasına Dair Protokol” (2) adını taşıyan belgenin imzalanması bir dönüm noktasıdır. Ermenistan tarafından kaynaklanan nedenlerle hayata geçirilememiş olsa da bu protokoller nedeniyle, Türkiye–Azerbaycan ilişkileri büyük yara almıştır. Bu protokoller, Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev’in 16 Nisan 2009 tarihli Moskova ziyaretinde Azerbaycan– Rusya ilişkilerini stratejik ortaklık temeline taşıyan sürecin katalizörü olmuştur. Zürih protokolleri, Türkiye’nin enerjide merkez ülke olmasının önünü açacak Nabucco projesinin de sonunu getirmiştir. Aliyev davetli olduğu halde Türkiye’deki imza törenine katılmayarak, Nabucco imzalarının atıldığı gün, Londra’da BP ile TANAP projesinin temellerini atmaktaydı.
Üçüncü girişim ise, dönemin Rusya Devlet Başkanı Dmitriy Medvedev’in ev sahipliğinde gerçekleşen Aliyev–Sarkisyan görüşmesidir. 24 Haziran 2011’de Rusya’ya bağlı Tataristan Özerk Cumhuriyeti’nin başkenti Kazan’da bir araya gelen liderler, uluslararası toplumun büyük beklentilerine karşın, Güney Kafkasya’nın bu uzun ve zorlu sorununu kalıcı ve adil bir çözüme kavuşturma fırsatını değerlendirememişlerdir. Rusya’nın da çabasıyla, Ermenistan’ın işgal altındaki Azerbaycan topraklarından çekilmesini öngören formüle ve takvime Ermeni lider son dakikada imza koyamamıştır. Müzakerelerde yer alan Minsk Grubu arabulucuları, Kazan’a “Madrid Prensipleri” (3) metnini değiştirerek gelmişler ancak bu defa da Azerbaycan revize edilen metinleri kabul etmemiştir.
Nikol Paşinyan iktidarı
8 Mayıs 2018’de iktidara gelen Nikol Paşinyan’ın görevde bulunduğu süre zarfında Ermenistan–Rusya ilişkileri oldukça çalkantılı bir süreç izlemiştir. Rusya’nın eski Sovyet coğrafyasında, Batı etkisiyle ortaya çıkan ve çıkabilecek siyasi, iktisadi ve askeri gelişmeleri bir güvenlik tehdidi olarak algılaması ve bu gelişmeleri engelleyecek adımları atıyor olması, özellikle Gürcistan ve Kırım’ın işgali süreçlerinde izlediği siyasetin Ermenistan’da da tekrar edebileceği öngörüsü, Ermenistan–Rusya ilişkilerini daha gergin bir hale getirmiştir. Paşinyan’ın, özellikle Putin’i hedef alan, “Rusya Ermenistan’daki yeni gerçeklikleri kabul etmek zorundadır” açıklaması bardağı taşıran son damlalardan biri olmuştur. Rusya’nın Paşinyan’a karşı izlemeye başladığı siyaset, Azerbaycan’ın işgal altındaki topraklarının kaderini değiştirecek süreci başlatmıştır.
2. savaş ve işgalin sonu
2. Karabağ Savaşı, 27 Eylül 2020 sabahı Azerbaycan–Ermenistan temas hattında başlamıştır. 44 gün süren savaş boyunca gözler, Moskova’nın izleyeceği siyasete odaklanmıştır. Paşinyan hem Rusya’dan hem Kolektif Güvenlik Antlaşması Örgütü’nden yardım talebinde bulunmuştur. Bu süreçte, Putin’in “Azerbaycan’ın kendi topraklarında operasyon yürüttüğünü” açıklaması, Rusya’nın Azerbaycan’ın işgal altındaki tüm topraklarının savaş yoluyla ya da barış anlaşmasıyla kurtarılmasına da yeşil ışık yaktığı anlamına geliyordu. Nihayet, Azerbaycan ordusu işgal altındaki topraklarının büyük bir bölümünü kurtarmıştır. Dağlık Karabağ sınırında çatışmalar devam ederken, Şuşa şehri de Azerbaycan tarafından alındıktan sonra bir barış anlaşması imzalanmıştır.
Paşinyan 10 Kasım 2020 tarihinde Twitter’dan ateşkes anlaşması imzalandığını duyurmuştur. Rusya, Azerbaycan ve Ermenistan liderlerinin imzaladığı barış anlaşmasıyla savaş sona ererken, Rusya Dağlık Karabağ’a “Barış Gücü” adı altında asker gönderilmesini taraflara kabul ettirmiştir. Anlaşmada ayrıca iki ülke arasındaki ulaşım koridorlarının açılması, özellikle Laçin koridorunun yine Rus askeri polisinin kontrolü altında geliştirilmesi, hatta inşası ve iki ülke arasındaki sınırların belirlenmesi gibi hususlar da yer almaktaydı. Güney Kafkasya’da nihayet barış rüzgârları esmeye başlamıştı.
7 Ocak 2021’de Moskova’da bir araya gelen üç ülke lideri, izlenecek yol haritası konusunda da anlaşmışlardır. Rusya, Güney Kafkasya’da inisiyatifi tekrar ele geçirmiş görünürken, Dağlık Karabağ’ın geleceği konusunda, Sovyetler Birliği dağıldıktan hemen sonra, 21 Aralık 1991’de Alma-Ata’da imzalanan Alma-Ata Deklarasyonu ve bağlamında çözüm peşindeydi. Temel alınan ilke, bağımsız devletlerin toprak bütünlüğüne saygı gösterilmekle birlikte, özellikle azınlıkların kendi kaderlerini tayin hakkı da dahil olmak üzere, korunmalarına yönelik tedbirleri kapsıyordu. Rusya barış gücünün önemi işte bu noktada özem arz etmekteydi. 44 gün süren savaş ve imzalanan barış anlaşması, Ermenistan iç politikasında Paşinyan aleyhine gelişmelere ve gösterilere yol açmış ve bir anlamda, Rusya, Paşinyan’ın Batı ve diaspora ile flörtüne son vermiş görünüyordu.
Barış umutları boşa çıkıyor
Taraflar arasında 2021 yılında yapılan tüm görüşmelere ve Rusya’nın arabuluculuk çabalarına rağmen somut adımlar atılamamıştır. Özellikle ulaşım koridorları konusunda beklenen adımlar hayata geçirilememiştir. Rusya Dışişleri Bakanlığı zaman zaman sert tavır takınarak Ermenistan ve Azerbaycan dışişleri bakanlarını Moskova’da sık sık bir araya getirmeye devam etmiştir. Ermenistan’ın bu süreçte Avrupa Birliği ve ABD ile de temas geliştirmesi, hatta Brüksel’de Azerbaycan ve Ermenistan yetkililerinin AB yetkilileriyle temaslarda bulunmaları, Rusya açısından sıkıntı yaratan yeni bir sürece işaret ediyordu.
22 Şubat 2022’de Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısıyla başlayan savaş ortamında Paşinyan, diaspora ve Batı ile ilişkilerini daha da derinleştirme yoluna gitti. Rusya karşısında açıkça Ukrayna’yı destekleyici tavır alması, Ermenistan’ın, Lahey merkezli Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne (UCM) katılım süreci, Ermenistan’ın Rusya açısından dönülemez bir yola girmekte olduğu anlamına geliyordu.
Ekim 2022 ve Mayıs 2023’te, Avrupa Birliği himayesindeki Azerbaycan–Ermenistan zirvelerinde Erivan, Dağlık Karabağ’ı Azerbaycan topraklarının bir parçası olarak tanımıştı. Kendi bilgisi dışında yapılan bu açıklamadan Rusya rahatsız olmuş ve yapılan yazılı açıklamada, Ermenistan yönetiminin egemen kararına saygı duymakla beraber, bu durumun Dağlık Karabağ’da konuşlu Rus barış gücü birliğinin konumunu kökten değiştirdiği hususuna dikkat çekmişti.
Öte yandan, NATO zirvesine katılan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 13 Temmuz 2023’de Dağlık Karabağ konusunda yaptığı açıklama Rusya’yı daha da endişelendirmiş ve Moskova’nın anında tepki vermesine yol açmıştı. Şöyle demişti Erdoğan:
“Bildiğiniz gibi buradaki anlaşma 2025’e kadar Rusya’nın bu belirlenen yerlerde kalmasıdır. 2025 yılında ise Rusya buraları terk edecektir, anlaşma bu istikamettedir. Ben de Rusya’nın bu anlaşmaya sadık kalacağına inanıyorum. İlham Aliyev de bunu zaten yakından takip ediyor.”
Rusya Dışişleri Bakanlığı, Erdoğan’a cevaben, “Ankara’nın Rusya, Ermenistan ve Azerbaycan liderlerinin 9 Kasım 2020 tarihli açıklamasına taraf olmadığını hatırlatmak isteriz” yönünde bir açıklama yapmıştır.
Rusya Dışişleri Bakanlığı’nın 15 Temmuz’da yaptığı bir yazılı açıklamada ise, Rusya’nın gelişmelerden rahatsız olduğu açıkça vurgulanarak şu ifadelere yer verilmiştir:
“Bu koşullar altında Karabağ’daki Ermeni nüfusun kaderiyle ilgili sorumluluğun üçüncü ülkelere devredilmemesi gerektiğine inanıyoruz. Bakü ve Erivan arasında daha önce varılan anlaşmalar temelinde bir barış anlaşmasının hazırlanmasına derhal başlanmalıdır. Bu anlaşmanın ayrılmaz bir parçasının Karabağ Ermenilerinin haklarının ve güvenliklerinin güvenilir ve açık bir şekilde garanti altına alınması, ayrıca Rusya, Azerbaycan ve Ermenistan arasındaki üçlü anlaşmaların tamamının sıkı bir şekilde uygulanması gerektiği gerçeğinden hareket ediyoruz.”
Açıklamadan hemen sonra Rusya, Ermenistan ve Azerbaycan dışişleri bakanları Moskova’da bir araya gelerek, yıl sonuna kadar bir barış anlaşması imzalanması üzerinde mutabakata varmıştır.
Ancak, müzakerelerde bir ilerleme kaydedilememiştir. Nihayet Eylül 2023’de çıkan çatışmaların ardından Dağlık Karabağ’daki Ermeniler bölgeyi terk etmeye başlamıştır. Gerek çatışma ortamında, gerekse Ermenilerin bölgeden ayrılması esnasında Rusya Barış Gücü gelişmeleri sadece izlemekte yetinmiştir. Rusya sürekli gündeme getirdiği Alma-Ata deklarasyonu vurgu yapmayı bırakarak bir anlamda Paşinyan’ı kendi kaderiyle baş başa bırakmıştır.
Türkiye ne yapıyor, ne yapmalı?
Aralık 2021’de Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Türkiye ile Ermenistan arasında normalleşme sürecinin başlatıldığını ve doğrudan görüşmelerin Azerbaycan ile istişare halinde yürütüleceğini duyurmuştur. Nihayet, Ocak 2022’de, Türkiye ve Ermenistan özel temsilcileri Moskova’da buluşarak ilk yüz yüze diplomatik teması gerçekleştirmiştir
Türkiye ve Rusya’nın birlikte geliştirdiği 3+3 formülü çerçevesinde bölgede barış tesisi amacıyla adımlar da atılmaktadır. Bu çabanın siyasi somut bir sonuç doğurması beklenmemekle birlikte bölge ülkeleri arasındaki temasın sürdürülmesine olan katkısı yadsınamaz.
Bilindiği üzere, Ermenistan iç politikasında önemli etkisi olan dışsal faktörlerden bir tanesi, Ermeni diasporasının özellikle Türkiye düşmanlığı temelinde geliştirdiği tezlerdir. Diaspora, Ermenistan halkının içerisinde bulunduğu ekonomik açmaza rağmen Türkiye ile ilişkilerin geliştirilmesi konusunda her zaman olumsuz bir tavır sergilemiştir. Diğer dışsal faktör ise, Rusya’nın Ermenistan’daki etkisidir.
Ermenistan politikasında önemli bir isim olan eski lider Robert Koçaryan yaptığı bir açıklamada, Ermenistan’ın Rusya’ya karşı tarihsel yaklaşımının sadece Türkiye’nin değil Amerikalıların da canını sıktığını vurgulayarak, Rusya’ya yönelik kişisel sempatisini hiçbir zaman gizlemediğini belirtmiş ve Ermenistan’daki Soroscu yapıların küreselci faaliyetlerine dikkat çekmiştir. Koçaryan Ermenistan’a yönelik en büyük tehdidin Türkiye’den geldiğini ileri sürmüş ve “Sınır kapısı açıldığı takdirde, Türkiye sahip olacağı iktisadi varlığıyla Ermenistan’da, Acara’da (Acaristan) yaptığı dönüşümün aynısını yapacak” demiştir.
Türkiye ile Ermenistan arasında barışın sağlanması ve sınır kapılarının açılması konusunda elbette her iki ülkedeki aşırı milliyetçiler direnç göstermektedir. Ermenistan tarafında ayrıca diasporanın etkisi söz konusudur. Ancak, şunu da ifade etmemiz gerekiyor ki, iki ülke arasındaki dostluk ilişkilerinin geliştirilmesinden yana olamayan kesimler Türkiye’de de mevcuttur.
Türkiye eğer, Güney Kafkasya’da etkin bir rol üstlenmek istiyorsa ki, bu milli çıkarlarımız açısından son derece önemli bir hedeftir, Rusya’nın veya Avrupa Birliği’nin kuyruğuna takılmaksızın, acilen Ermenistan’la ilişkilerini düzeltmeli, geliştirmeli ve sürece sadece Azerbaycan üzerinden değil, Ermenistan üzerinden de müdahil olma yollarını aramalıdır. Bir tarafta Azerbaycan ve Rusya ile olan ilişkileri korumak ve geliştirmek, diğer tarafta Batı ittifakının önemli bir üyesi olma iddiasını sürdürmek istiyorsa, Azerbaycan–Ermenistan barışının garantörü olma hedefini ortaya koymalıdır.
Elbette bu süreçte atılması gereken ilk adım, Türkiye–Azerbaycan ilişkilerinin “iş ortaklığı” temelinden ayrılıp, kurumsal bir kimliğe kavuşturulması olmalıdır. Aksi takdirde, Ermenistan’la karşılıklı güvene dayalı bir ilişkinin tesis edilmesi de mümkün olmayacaktır.
2- https://www.mfa.gov.tr/site_media/html/zurih-protokolleri-tr.pdf
3-https://www.legal-tools.org/doc/0b80bb/pdf/
Fotoğraf: Cumhurbaşkanlığı