24.7 C
İstanbul
3 Temmuz 24, Çarşamba
spot_img

Ergin Saygun yazdı: Yeni dünya düzeni…

Ergin Saygun

Son yüzyılda dünyanın nasıl değiştiği incelendiğinde, ilk dikkat çeken konu, geçmiş ile mukayese edilemeyecek bir kapsam ve dinamizm ile teknolojik, ekonomik, siyasi ve sosyolojik vs. alanlarda meydana gelen ve gelmekte olan önemli değişiklikler olacaktır.

Genel kanı, tek kutuplu dünya ve buna bağlı bir global düzenin artık mevcut olmadığı, onun yerini mevcut kurallara dayalı uluslararası sistemi sallayan önemli gelişmelerin aldığıdır.

Ne oldu da kutuplar yok oldu, global düzen değişikliklere uğradı?

Birinci sebep; “Soğuk Savaş”ın sona ermesidir. Yaşanan toz duman içinde ittifaklar dağıldı, yeni ittifaklar kuruldu, yeni dengeler oluştu, kısacası haritalar değişti. Varşova Paktı ve Sovyetler Birliği dağıldı, Varşova Paktı üyeleri NATO’ya katıldı, iki Almanya birleşerek Federal Almanya bağımsız ve hükümran bir devlet haline geldi.

İkinci sebep; yüzyıllardır Batı kontrolundaki, sömürgeciliğe dayalı uluslararası düzen bitti. Batılı ülkeler, eski sömürgelerinin ekonomik, siyasi ve askeri alanda önemli mesafeler katederek, kendi kimliklerini geliştirmelerini ve giderek düzene ortak, hatta rakip olmaya başlamalarını bir türlü kabul edemedi.

Mesela Hindistan, askeri, ekonomik, siyasi ve teknolojik bir güç haline geldi. Hint ve Pakistanlı yöneticiler, İngiltere dahil pek çok ülkenin siyasi yapıları kadroları içinde önemli görevler aldılar.

Fransa Cumhurbaşkanı Macron hâlâ, Pasifik’teki mevcudiyetlerini mutlaka devam ettirmeleri gerektiğini savunmakta, istenmediği Afrika’da, çok fazla hükmünün kalmadığı Orta Doğu ve Kafkasya’da tutunmaya, buralara müdahil olmaya çalışmaktadır.

Üçüncü olarak; Doğu Batı’yı, Güney Kuzey’i her bakımdan sıkıştırır ve hatta zorlar hale gelmiştir. Batı küçülmüş, zayıflamış, kendi içinde menfaat çatışmaları ile karşı karşıya kalmıştır.

Ayrıca, dünyanın her tarafından milyonlarca sığınmacı, kendilerinde olmayan refah ve güvenliğe ulaşmak için, Kuzey’e ve Batı’ya akmakta ve yeni bir kaos ortamı yaratmaktadırlar.

Dördüncü sebep; belki de yukarıdakilerin sonucu, Batı’nın politikaları ve menfaatlerine göre düzenlenmiş olan “Kurallara Dayalı Uluslararası Sistem“in tehdit altında olmasıdır. Mevcut düzeni korumak isteyenler, kaçınılmaz değişime ısrarla karşı çıkmakta ve engellemeye çalışmaktadırlar. Sistem korunmaz ise kaos olacağını bilmektedirler.

ABD Ulusal Güvenlik Stratejisi’nin “küresel barış ve refahın temeli” olarak tanımladığı “Kurallara Dayalı Uluslararası Sistem” nedir?

Birkaç örnek verelim.

BRICS ülkeleri, dolar yerine başka bir para birimini savunmakta, bir merkezden kontrol edilmeyen bir parasal sistemin geliştirilmesine çalışmaktadırlar. Sistemin altın (%40) ve BRICS para birimleri (% 60) ile sabitlenmiş uluslararası bir para birimi olması öngörülmektedir. Bunun tabii sonucu finansal egemenlik ve dolar hakimiyetinin noktalanmasıdır.

1944 yılından itibaren altın karşılığı olma mecburiyeti kaldırılmış olan ve gücünü yaygın şekilde tedavülde olmasından alan dolardan uzaklaşma ile finansal spekülasyonlara mani olunacak, doları bir silah olarak kullananların elinden bu imkan alınacaktır. Amaç ve hedef budur.

Mevcut düzene muhalefetin başka örnekleri de mevcuttur. Fransa eski sömürgesi olan 14 Afrika ülkesinden “Koloni Vergisi” adı altında her yıl yaklaşık 500 milyar dolar almakta, ekonomilerini kontrol için Afrika’ya özel para birimi DFA (Colonies Françaises d’Afrique) frangının kullanılmasını zorunlu kılmaktadır. Bunlara da itirazlar ve karşı çıkmalar da devam etmektedir.

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde 5 ülkeye verilmiş olan veto hakkı sorgulanmaya tabi tutulmakta, ekonomik, siyasi ve hatta hukuki kuralları belirleyerek, uluslararası düzene ayar çeken Dünya Bankası, Uluslararası Para Fonu, Dünya Ticaret Örgütü, Uluslararası Adalet Divanı, Uluslararası Ceza Mahkemesi gibi kurumlar da tartışmaya açılmaktadır. UCM Savcılık makamının, İsrail ile ilgili kararları da Batı tarafından kurulu düzene aykırı olarak değerlendirilmiş ve bazı Amerikalı senatörler bu mahkemenin “İsrail’i yargılamak için değil Afrika ve Putin gibiler için kurulduğunu” söyleyerek savcılık makamına baskı yapmışlardır.

Uluslararası ortamdaki etkinliği azalan NATO’nun Rusya ve Çin’i kuşatma politikaları beklenen yararı sağlamamış, İttifak Orta Doğu ve Pasifik’e açılma planlarını erteleyerek kendi iç meselelerine yönelmek zorunda kalmıştır.

Tehlike çanları

Pek çok ortak yanı olan Avrupa ülkeleri, uzun yıllardır denemelerine rağmen üçüncü defadır birleşemeyerek çözülmektedir. ABD’nin etkisinden kurtulmak için yıllardır savundukları “Stratejik Bağımsızlık”, “Stratejik Pusula” vs. gibi kavramların, Trump’ın seçilmesi halinde ile fiiliyata dönme ihtimali de bazı tehlike çanlarının çalmasına yol açmıştır.

Macron’un, “Avrupa ciddi bir çatırdama ve yok olma tehlikesi içinde, felaket beklendiğinden çok daha yakın olabilir” demesi boşuna değildir.

Milliyetçiliğin tepe yaptığı bir devirde, ülkelerin kendi menfaatlerini bırakıp, AB’nin öngördüğü ortak politikaları takip etmelerini beklemek çok güçtür.

“Kurallara Dayalı Uluslararası Sistem”in çatırdamaları bununla da kalmamaktadır. Mesela bir süredir asimetrik bir savaş sürmektedir..

Herhangi bir orantının mevcut olmadığı bu savaşta, 30 milyon dolarlık bir SİHA (Silahlı İnsansız Hava Aracı), yalnızca 10 bin dolarlık mahalli yapım füze ile düşürülebilmekte, Doğu Akdeniz’e yığılmış Batı’nın muazzam muharebe gücüne rağmen, Hutiler hâlâ ticari gemi trafiğini aksatabilmekte, gemileri balistik füzeler ile vurabilmektedirler.

Deniz kuvvetleri olmayan Ukrayna, Karadeniz’de Rus donanmasının üçte birini imha edebilmekte, büyük tesislere birkaç bin dolarlık kamikaze dronları ile saldırılar düzenlenebilmektedir. Kızıldeniz’de, Hutiler tarafından yapılmadığı sonradan anlaşılmış olsa da, potansiyel bir tehdit olarak nitelenen internet kablolarının kesilmesi, birçok ülkede büyük problem yaratmıştır.

Doğrudan çatışma yerine yaptırımlar ile karşı taraf çökertilmeye çalışılmakta, silahlı güçlerin çatışması yerine, vasıtalı savaş mekanizmaları-paralı askerler kullanılmaktadır. Ateşi maşa ile tutma misali…

Çin’in hedefi

Doğu Batı’yı sıkıştırmakta, Çin ulaşım koridorları ile bir örümcek ağı gibi Batı’yı ve hatta Güney’i kavramaktadır. Çin için, Batı’ya yönelmek sadece stratejik bir seçenek değil, aynı zamanda bir ümit, hatta bir kaderdir. Batı’yı, sınır değil ilerleme hedefi olarak görmektedirler.

Dünyada bir Doğu-Batı ayrımı hep olmuştur. Doğu dendiği zaman; coğrafi bir bölünmeden ziyade, genelde ekonomi, siyaset, kültür, yönetim ve yaşam tarzları bakından Batı denen gruptan farklı olan ülkeler anlaşılır. Mesela Suudi Arabistan Doğu’dur ama yanı başındaki İsrail Batı’dır. Çin Doğu’dur ama daha doğudaki Japonya veya Avustralya Batı’dır. Roma İmparatorluğu Batı, Batı’da daha fazla toprağı olan Osmanlı Doğu’dur.

Batılı ülke ve kuruluşların, Ukrayna’dan Polonya’ya geçen mülteciler arasındaki ayırımı veya İsrail-Filistin savaşında, aralarında bebeklerin de bulunduğu sivillerin öldürülmesinden hiç rahatsız olmamaları hatta desteklemeleri, Avrupa ile hiç ilgisi olmadığı halde GKRY’nin (Güney Kıbrıs Rum Kesimi), kuruluş antlaşmasına aykırı olarak, AB’ye üye yapılması, Doğu ile Batı arasındaki bölünmenin yakın ve çarpıcı örnekleridir.

Ukrayna’nın savaşı kaybettiği yolundaki değerlendirmeler artmaktadır. Batı, galip bir Rusya’ya karşı ne tedbir alacağının telaşı içindedir.

“Soğuk Savaş” sonrası NATO ülkeleri silahlı kuvvetlerini %70 civarında küçülttüler. Birlikler terhis, planlar imha edildi ve bugün yaşananlara hazırlıksız yakalandılar. Lağvedilmiş bir orduyu yeniden kurmak kolay değildir. NATO 2030 tarihine kadar planlanan kuvvet yapısının %50, 2040’a kadar %67.5’una ulaşmayı hedeflemektedir. Yapılabilirse tabii ki. Bu durumda NATO’nun caydırıcılık için askeri güç zafiyeti olduğunu kabul etmek gerekmektedir.

NATO-AB cephesinin, Rusya-Çin yapılanması karşısında zayıf kaldığı muhakkaktır. ABD, hem Rusya hem de Çin’i muhasım (düşman) olarak ilan etmekle stratejik bir hata yapmıştır. “AB Rusya ile ABD ise Çin ile uğraşmalı” şeklindeki düşünceler, bir ara telaffuz edilse de, özellikle Avrupa’nın içinde bulunduğu şartlarda, bir fantezi olmaktan öte anlam taşımadığı muhakkaktır.

Bir başka mücadele de Kuzey-Güney arasındadır.

Küresel Güney, Afrika, Latin Amerika ve Karayipler, Asya ve Okyanusya bölgelerindeki ülkeleri kapsayan bir terimdir.

Avustralya, Yeni Zelanda, Japonya, Güney Kore, İsrail güneyde olmalarına rağmen kuzey ülkelerine dahildir.

Güney’deki ülkelerin çoğu, gelir eşitsizliği, yoğun nüfus, zayıf altyapı ve genellikle siyasi veya kültürel kutuplaşma ile karakterize edilirler. Aslında, küresel Güney’in en büyük iki ülkesi -Çin ve Hindistan-tamamen kuzey yarımkürede yer almaktadır.

“Küresel Güney” dünya üretiminin yaklaşık %38’ini oluşturur. G7 ise %30’unu. Bu durum, çok kutuplu dünyaya doğru ilerlerlendiğinin bir işaretidir.

Küresel Güney asırlardan beri kendisine uygulanan sömürge politikasına karşı ayaklanmıştır.

Rusya, Çin, İran, Afrika Birliği, BRICS, Şanghay İşbirliği Örgütü gibi ülke ve kuruluşlar, Batı’ya karşı ayaklanmanın Doğulu ve Güneyli oyuncularıdır.

“Pilot Ülkeler”

Yeni düzen mücadelesi sürerken, bu karmaşadan istifade ile 21. yüzyılın önemli oyuncuları olarak, “Pilot Ülkeler” de denilen Bölgesel Güçler öne çıkarak, sistemi zorlamaya başlamışlardır.

Bölgesel güçler, uluslararası güç dengelerini etkileyen politikalar geliştirebilirler. Küresel ve bölgesel gündemleri etkileyecek imkan ve kabiliyetlere sahiplerdir. Bugünün karmaşık jeopolitik ortamı içinde, herhangi bir tarafa dahil olmaya gerek duymadan, olayların gidişatını yönlendirebileceklerinin farkındadırlar.

Bu ülkelerden Türkiye, coğrafyanın bahşettiği mükemmel konumu ile siyasi ve askeri bakımdan istisnai özellikler taşıyan bir ülkedir. Ulaştırma koridorlarının üzerinde, hatta kavşak noktalarındadır. Aynı zamanda Doğu ile Batı ve Güney ile Kuzey, Avrupa-Atlantik bloku ile Avrasya, Balkanlar ile Avrupa arasında da bir köprü olarak, buralardaki gelişmelere müdahale ve bazen da dizayn eden, önemli bir denge unsuru olan bölgesel bir güçtür.

Bu coğrafi konumunun verdiği güçle, politikalarını belirli bir bölgede değil, Afrika, Orta Doğu, Balkanlar, Avrupa, Orta Asya, Akdeniz ve Karadeniz havzalarında uygulamakta, NATO üyesi olmakla birlikte, Batı’nın tehdit olarak algıladığı Rusya, Çin ve İran gibi ülkelerle irtibatını devam ettirebilmektedir.

Türkiye bölgesel güç kategorisinden, kıtasal bir güç olma istikametinde ilerlemektedir.

Batı’nın planı

Ancak Batı için, bölgemizde Türkiye’den daha kıymetliler vardır.. Türkiye ile ilgili meselelerde tercihleri hep bunlardan yana olur ve bunun değişeceğine dair bir emare de yoktur. Batı, Türkiye güçlenir ve kuvvetlenirse bunlara zarar verir diye endişe eder. Bu nedenle, onlar için Türkiye’nin bölgesinde bir güç olmaması gerekir. Aksi halde kontrol edilemez hale gelir. Oysa, Türkiye’nin mutlaka kontrol edilebilir olarak kalması gerekir.

Batı açısından meselenin özü, Türkiye’nin bu gücünü harekete geçirmesini önlemektir. Bunun için de bölgeye barış ve huzur getirmeye yönelik girişimlerine mani olmak için gayret sarfederler.
Türkiye’nin bölgede Balkan Barış Gücü, Karadeniz’de Güven Arttırıcı Önlemler, BLACKSEAFOR, gibi girişimleri hep sorgulanmış, durdurulmaya veya sulandırılmaya çalışılmıştır.

Üç kıtanın birleştiği yerdeki Türkiye, her üç kıtaya da ulaşabilmelidir. Ancak bugün, bu imkan tam olarak mevcut değildir. Kalkınma Yolu Projesi, Çin’in Kuşak-Yol Girişimi ve Zengezur Koridoru gibi gelişmeler, yeni istikametlerden, yeni bölgelere ulaşma imkanları sağlayabilme kapasitesine sahiptir.

Türkiye başka bölgelere ulaşmaya yönelik politik ve askeri hamlelerle ve Suriye, Afganistan, Balkanlar, Libya, Irak, Azerbaycan, Somali, Katar, Mali vs gibi ülkelerdeki mevcudiyeti ile siyasi ve askeri gelişmelere müdahil olmuştur. Bugün 15-16 ülkede askeri bulunmaktadır.

Komşularımızın tamamının Türkiye üzerinde emelleri vardır ve uluslararası kamuoyunun da desteği ile bunları gerçekleştirmek gayretlerinden vazgeçmezler.

Türkiye bu nedenle sonu gelmeyen bir kriz ortamında yaşamak zorunda kalır.

Avrupa’daki ülkeler, Alman-Hollanda, Alman-Danimarka Kolordusu gibi müşterek birlikler kurarlar, müşterek hava savunma komutanlığı gibi imkanlarını birleştirir, masrafları paylaşırlar.

Bu masrafların ve gayretlerin paylaşılmasının da ötesinde, iyi komşuluk münasebetlerinin geliştirilmesine, barış içinde yaşanmasına vesile olur.

Biz, bırakın ortak birlik kurmayı, komşularımızın her birine karşı tedbir almak mecburiyetinde kalmışız.

NATO ülkeleri bünyesinde de “Çıkaralım” diyenlerle “Çıkalım” diyenler hep mevcuttur. Türkiye hakkındaki bazı görüşlerin yanlı ve incitici olduğu herkesin malumudur.

İsveç’in NATO üyeliğinin, 22 aylık bir süreç sonrasında gerçekleşmesinin NATO dayanışmasını zedelediğini söylerler de, Yunanistan’ın, adına karşı çıktığı Makedonya’nın üyeliğini 8 sene veto ettiğini, benzer bir itirazı Bulgarların da yaptığını görmezden gelirler. Aynı şekilde S-400 almamızın NATO dayanışmasını zedelediğini ileri sürmekten vazgeçmezler.

NATO’nun kuruluş belgesi olan Washington Antlaşmasın’ın 2’nci ve 3’üncü maddelerine göre; “Müttefikler… taraflardan herhangi biri ya da hepsi ile ekonomik iş birliğini teşvik edecekler”, “sürekli ve etkin yardımlarla, silahlı bir saldırıya karşı bireysel ve toplu direnme kapasitelerini koruyacaklar ve geliştireceklerdir.”

Yani ittifak üyeleri birbirlerine ambargo veya yaptırım uygulamayacaklar, birbirlerini düşman-muhasım ilan etmeyecekler, “Suriye’ye taaruz ederseniz ekonominizi mahvederim” gibi tehditler savurmayacaklardır.

Türkiye’ye yakın zamana kadar 10 ülke ambargo uygulamakta idi. Bunların tamamı NATO ülkesidir. Almanya ve Fransa kendileri satmadıkları gibi başkalarının satmasına da mani olmuşlardır.

NATO dayanışmasına zarar veren esas bu davranışlardır.

Bütün bu ambargolar ve tehditler bize güvenliğimizi kendimizin sağlamasının önemini bir kere daha göstermektedir. Dışa bağlı bir güvenliğin nasıl bir felaket olduğunun en güzel ve yakın örneği Ukrayna’dır.

Savunma sanayiinin gelişmesinde yakalanmış olan ivmenin bu hızla devam etmesi ve çeşitli tip yerli motor gibi noksanlarımızın süratle tamamlanmasının dışarıya bağımlılığı daha da azaltacağı muhakkaktır.

AB macerası

Avrupa-Atlantik bloku ile bir diğer meselemiz, 1963 yılından beri devam eden AB macerasıdır.

Türkiye kendi tercihi ile AB’nin dışında kalmış ve o zamandan başlayan problemler bugün aşılamaz hale gelmiştir. Türkiye’nin aleyhine alınabilecek kararlara mani olmak bakımından, bu tür yapılanmaların dışında kalmamasının gerekli olduğu açıktır.

Türkiye 1995’de üye olduğu Gümrük Birliği’nin aleyhine işlediğini ve yeniden ele alınması gerektiğini yıllardır savunur. AB bunun için Kıbrıs’ta ilerleme sağlanması, Rusya yaptırımlarına uyulması, Doğu Akdenizde gerginlik yaratacak faaliyetlerden kaçınılması gibi ilgisiz şartlar ileri sürmektedir.

AB’de tam üyelik müzakerelerinin bütün üyeler için aynı olacağı temel bir prensip iken, Türkiye başka adaylara uygulanmayan kriterlere tabi tutulmuştur. Müzakere süreci tamamlansa dahi Türkiye’nin üyeliğinin iki ülke tarafından referanduma sunulacağının ilan edilmiş olması, ne olduğu belli olmayan “İmtiyazlı Ortaklık” teklifi, müzakere sürecinin durdurulması gibi tedbirler ile karşı karşıya kalmış, Fransa, Almanya, Avusturya, İtalya yöneticileri ile Avrupa Parlamentosu, Türkiye’nin AB üyesi olmaması gerektiğini defalarca açıklamışlar, görüşmelerin sona erdirilmesini önermişlerdir.

Geldiğimiz noktada, Avrupa’da Türkiye’ye hak ettiği yeri bulmasının zor olduğu açıktır. Avrupa, “kültür farkı”, “medeniyet farkı “diyor, “demokrasiniz zayıf” diyor, “AİHM kararlarını uygulamadınız” diyor, diyor da diyor…

Türkiye jeopolitik bir kırılma noktasındadır. Yeni oluşmakta olan düzendeki yerini henüz net olarak belirlememiştir.

Türkiye’yi saran çember daha ne kadar daralacak, muhasım saflar daha ne kadar sıkılaşacak göreceğiz. Batı’nın Türkiye karşıtlığının, ülkemizi Rusya-Çin-İran ve Avrasya ile bütünleşmeyi tercih edecek boyutlara tırmandırıp tırmandırmayacağını da zaman içindeki gelişmeler gösterecektir.

 

Görsel: pathstone.com

Ergin Saygun’un daha önceki yazıları:

E. Org. Ergin Saygun yazdı: Rusya-Ukrayna savaşından çıkan dersler

E. Org. Ergin Saygun yazdı: Ukrayna-Rusya Savaşı’nda neler oluyor?

E. Org. Ergin Saygun yazdı: Avrupa mı, Pasifik mi?

E. Org. Ergin Saygun yazdı: Orta Doğu gene karıştı

 

Medya Günlüğü

Medya eleştirisine odaklanan, özel habere ve söyleşilere önem veren, dilediği konuda özgürce yazmak isteyenlere kapısı açık, kâr amacı taşımayan bir site.

Medya Günlüğü
Medya eleştirisine odaklanan, özel habere ve söyleşilere önem veren, dilediği konuda özgürce yazmak isteyenlere kapısı açık, kâr amacı taşımayan bir site.

İlginizi Çekebilir

4,757BeğenenlerBeğen
678TakipçilerTakip Et
11,600TakipçilerTakip Et

Popüler İçerikler