Latince “credit” denilen ve dilimize itibar-kredi olarak çevirebileceğimiz kavram köken olarak, insan psikolojisi açısından temel bir öğe olan ve bireyin başta ailesiyle ve yakın çevresiyle hemen hemen tüm sosyal ilişkilerini üzerine bina etmek istediği “güven” duygusundan doğmuştur.
Bir içgüdü olarak, insanın öteki insanlarla ilişkilerinde ve doğa karşısında temel bir arayışı olan güven duygusu, ekonomik sistemin sorunsuz ve sağlıklı işleyebilmesinin de öncelikli şartını oluşturur.
Ekonomik aktörler olarak bireyler, şirketler ve hatta devletler, içinde yaşanılan zaman olarak şu an için ve öngörülebilir gelecek açısından güven duygusunu hissederlerse ancak o zaman ekonomik adımlarını atacaklar yani harcama ve tasarruf, borç alıp verme ve yatırım yapma gibi inisiyatifler kullanacaklardır.
Aksine, bugüne ve geleceğe dönük güven ortamının olmayışı ve bundan mülhem korku, ekonomik aktörleri içe kapatıp, mevcut durumu koruma güdüsüyle ve bekle gör mantığıyla davranmalarına neden olacak, kredi akışını yavaşlatacak ya da durduracak ve ekonomik işleyişi bozacaktır.
Klasik ekonomi teorisi, başta güven arayışı olmak üzere insan psikolojisinin temel unsurlarını ve bunların bireylerin ekonomik kararlarına olan yansımalarını göz ardı eder. Bütün piyasaların saydam olduğunu, bireylerin ve firmaların tüm ekonomik bilgilere hiçbir sınırlama olmadan ve kolayca erişebildiklerini var sayan klasik ekonomi, insanların her daim kendi çıkarlarını gözetmesini bilen son derece rasyonel varlıklar olarak, bu bilgiler doğrultusunda hareket edeceklerini, dolayısıyla kendi çıkarlarını azamileştireceklerini vaaz eder.
Ünlü klasik iktisatçılar Lucas ve Sargent’e Nobel Ekonomi Ödülü kazandıran ve neoklasik ekonomi ekolünün önemli bir parçasını oluşturan ünlü “Rasyonel Beklentiler Hipotezi” de bireylerin ve firmaların ekonomik yapıyla ilgili tam bilgilenen varlıklar olarak, her zaman rasyonel beklentiler içinde olacaklarını ve bu yüzden insan psikolojisinin temel yansımalarından güven ve korku gibi güdülerin tüm bu ekonomik süreçte rol oynamadıklarını ima eder.
Gelin görün ki; bütün bir ekonomi tarihine ve sık sık yaşanan dalgalanmalara, bunalımlara yakından bakılacak olursa, insanların çoğu zaman rasyonel davranmadıkları, insani eğilimleriyle ve iç güdüleriyle hareket ettikleri yani korku, panik, güven arayışı, kazanma hırsı ve türlü türlü başka psikolojik dürtülerin güçlü etkisi altında kaldıkları görülecektir.
Lider karizması, keskin zekası ve seziş gücüyle, insan psikolojisinin ekonomi üzerindeki derin etkisini iyi bilen ve ülkesinin “Büyük Buhran”dan çıkmasında New Deal (Yeni Düzen) gibi akıllıca uygulamalarıyla etkin rol oynamış olan, ABD’nin efsanevi başkanlarından Roosevelt, 1933 yılındaki başkanlık konuşmasında çok yerinde olarak, “Korkmamız gereken tek şey korkunun kendisidir” demişti.
Günümüze doğru geldikçe ve insan davranışlarının ekonomi üzerindeki etkileri ekonomistler tarafından çok daha derinden kavrandıkça, tüm dünyada ve ülkemizde mesela tüketici güven anketleri ve endeksleri yine beklenti anketleri ve endeksleri gibi bireylerin düşünme biçimlerini ve davranışlarını yansıtan göstergeler, gerek ekonomistler, gerekse de politika yapıcılar açısından son derece önemli veriler olarak kabul görmekte.
Bunun içindir ki, bireylerin insani eğilimlerinin ve güdülerinin ekonomik kararlarını doğrudan etkilediği varsayımından hareket ederek, söz konusu etkilenmelerin biçimlerini, derecelerini ve somut sonuçlarını derinlemesine kavramaya ve açıklamaya çalışan “davranışsal ekonomi” disiplini henüz emekleme aşamasında olmasına rağmen, doğru yolda oluşu ve her geçen gün artan çekiciliğiyle ekonomistleri çokça meşgul ediyor.