Tıp insanlarının uzağı net görememe olarak adlandırdıkları miyopluk, bugün ülkemizde bireylerin, esnafın, büyüğüyle küçüğüyle tüm firmaların, kredi kurumlarının, kısacası hemen tüm ekonomik aktörlerin içerisinde bulundukları durumu çok güzel ifade eden ve zamanın ruhuna uygun bir mecaz olmaktadır bence.
Tipik bir gelişmekte olan ülke olan ülkemiz, yeterince sanayileşemediği, finansal kurumları olgunlaşmamış bulunduğu, genel anlamda ekonomik yapımız tam oturmamış ve kurumsallaşamamış olduğu içindir ki, ekonominin siyaset kurumundan özerkliği bir hayli zayıftır. Başka bir deyişle, ekonomik yapı siyasete ve devlete fazlasıyla bağımlı bir durumdadır maalesef. Sosyokültürel ve tarihsel bir özelliğimiz olan; hikmet-i hükümet yani kutsal devlet, baba devlet, gücü her şeye yeten yani kadir-i mutlak devlet anlayışının ve devleti çağırma geleneğinin de bu durumu beslemesiyle sorun katmerlenmiş bulunmaktadır.
Konjonktür açısından siyasetin istikrarlı olduğu ve tüm ekonomik aktörlere güven telkin ettiği dönemlerde ekonomik karar vericiler ve sermayedarlar, girişimde bulunma, risk alma, yatırım yapma konularında, bireyler ise tüketim konusunda daha istekli ve atak olduklarından, sonuçta ekonomide toplam talep artmakta, neticede bu dönem boyunca ekonomik büyüme ve ilerleme yaşanmaktadır. Aksine siyasi istikrarın kaybolduğu dönemlerde ise, söz konusu mekanizma tersine işlemekte, ekonomik güvenin azalmasına paralel olarak risk algısının çok yükselmesinden dolayı, yatırımlarda ve tüketim harcamalarında yani toplam talep düzeyinde hızlı düşüşler olmakta ve netice itibarıyla siyasi istikrarsızlığın ekonomik yapı üzerindeki etkileri oldukça olumsuz hatta bazen yıkıcı olabilmektedir. Ekonomik öngörülmezliğin ve karamsarlığın çok arttığı bu gibi dönemlerde, tam da bugün ülkemizde yaşandığı gibi, ekonomik aktörler karar vermekte çok zorlanmakta ve genel olarak bir “bekle gör” mantığı egemen olmaktadır.
Liberal kapitalist ekonomik sistemin doğası gereği zaman zaman dünya ölçeğinde ürettiği dönemsel krizlerden, açık ve genel olarak kapitalist olan ekonomimizin direkt etkileniyor. Ekonomik yapımızın siyaset kurumuna olan yüksek bağlılık düzeyi nedeniyledir ki, ekonominin gözü daima siyasetin üzerinde olmakta, ekonomi olumlu siyasi havaya bir o kadar hızlı tepki vererek hızlı bir büyüme sürecine girmekte. Tersine olumsuz siyasi gelişmelere de aynı hızla tepki veren ekonomik karar vericiler kısa vadeli düşünme, risk almama, içe kapanma ve mevcut durumu koruyabilme güdüsüyle hareket etmektedirler.
Türkiye’nin teorik olarak kabul edilmiş; demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti şeklinde tanımlanan siyasi sistemi, ülkemizin sosyoekonomik gelişmişlik düzeyinin yetersizliği ve demokrasinin tüm kurum ve kuralları ile yeterince özümsenememiş olmasından dolayıdır ki, pratikte sorunlu bir şekilde işlemekte ve sık sık siyasi istikrarsızlık doğurmaktadır. Bu durumum ekonomiye yansıması da bahsettiğimiz gibi ekonomik öngöremezlik ve de miyopluk olmakta ve ülkemizi zora sokmaktadır.
Sık tekrarlanan ve son yıllarda da yaşadığımız, sürdürülebilir bir ekonomik büyümeyi ve gelişmeyi olumsuz etkileyen, siyasi belirsizlik kaynaklı ekonomik istikrarsızlıkların ve ülkemizi ekonomik olarak savrulmaya götüren bu yapının karşısında ne yapacağız?
Söz konusu bu sorunun çözümü, uzun bir süreç isteyen zor ve karmaşık bir meseledir kuşkusuz. Ancak çözümün başlangıç adımları olarak, ekonomik yapının siyasi etkilenmelerden ve devletin karışmasından mümkün olduğunca uzak tutulabilmesi için, siyasetin ekonomik aktörler tarafından finansmanının önünü kesecek yasal düzenlemeler yapılır, ekonomik birimlerin hukuk güvenceleri tam olarak sağlanır ve böylece ekonomik sistemin kendi kuralları ve dinamikleriyle işleyebilmesinin önü açılırsa, siyaset kurumunun da iktidar mekanizmaları içinde ekonomik aktörlere ihaleler ve değişik yollarla kamu kaynağı dağıtımının önüne geçilebilecek ve böylece bu devasa sorunun çözümüne giden yolun ilk taşları döşenmiş olacaktır kanımca…