Hani uzun bir yürüyüş sonrası hava da sıcaksa eğer içiniz yanar susuzluktan… Doya doya su içmek istersiniz. Enerjiniz düşer, çantanızda asitli bir içecek ya da meyve suyu varsa denersiniz ama sizi kesmez, bir an evvel su bulmaya çabalarsınız.
Bir bakarsınız ki doğal bir çeşme… Su, başı karlı dağlardan iniyor bembeyaz köpüklerle buz gibi çağıl çağıl…. Suyun başına eğilirsiniz, iki avucunuzu birleştirip o buz gibi suya tutarsınız ellerinizi, donar elleriniz soğuğundan… Dudaklarınızı avuçlarınızın içine çarpan suya götürür içmeye çalışırsınız, yüzünüz gözünüz ıslanır serinlersiniz lakin rahatça içemezsiniz, ancak yudum yudum içebildiğiniz o suya doyamazsınız. Bir şişe, bir tas olsa yanınızda doldursanız kana kana içmek geçer aklınızdan!
Sevgili Atatürk Nutuk’ta şöyle diyor Lozan Konferansı hakkında:
“Efendiler, iki dönemden ibaret olup sekiz ay devam eden Lozan Konferansı ve sonucu dünyaca bilinen bir husustur. Bir süre Ankara’da Lozan Konferansı görüşmelerini takip ettim. Görüşmeler hararetli ve tartışmalı geçiyordu. Türk haklarını tanıyan olumlu bir sonuç görülmüyordu. Ben bunu pek doğal buluyordum. Çünkü Lozan Barış masasında ele alınan sorunlar, yalnız üç dört yıllık yeni devreye ait ve onunla sınırlı kalmıyordu. Yüzyılların hesabı görülüyordu. Bu kadar eski, bu kadar karışık ve bu kadar kirli hesapların içinden çıkmak, elbette o kadar basit ve kolay olmayacaktı.”
Hepimizin bildiğini hatırlatmak adına… Kurtuluş Savaşı’nda Yunanistan ile savaşmış olmamıza rağmen Lozan Barış Antlaşması’nda karşımızda şu ülkeler vardı: Britanya İmparatorluğu, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan, Romanya, Sırp-Hırvat-Sloven Devleti, Rusya, Bulgaristan temsilcileri ve Amerika’nın Roma Büyükelçisi. Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti’nden ise İsmet Paşa, Doktor Rıza Nur Bey ve Hasan Bey vardı.
Buz gibi sudan bahsederken susamışlıktan, Lozan ne alaka diyeceksiniz? Su hayatımızdır. Onsuz yaşam olamaz. Özgürlük, bağımsızlık da öyle… Yudum yudum özgürlük olmaz, kana kana özgürlüktür Türk Milletinin karakteri! Lozan Antlaşması ise “Türkiye Cumhuriyeti’nin tapusudur” diyerek şimdi Ege’nin masmavi lakin bir o kadar da karışık sularına uzanalım biraz…
Ege Denizi Yunanistan Yarımadası ile Anadolu Yarımadası arasında bulunan ve toplam alanı 214.000 kilometrekare olan, bunun 23.000 kilometrekaresi yaklaşık 3000 civarı ada, adacık ve kayalıkların serpiştirildiği hiçbir denize benzemeyen farklı özellikte Akdeniz’e bağlı adalar denizi.
İrili ufaklı bu kadar çok kara parçasının bulunduğu Ege Denizi’nde sadece 24 tanesinin yüzölçümü 100 kilometrekareden büyük, üzerinde insanların yaşayabildiği ise 100 ada var.
Osmanlı İmparatorluğu Ege Adaları’nı 15. yüzyıl ortalarında ülke sınırlarına katmaya başladı. İmparatorluk 19. yüzyıla gelindiğinde zayıflamaya başlayınca Yunanistan 1830’da bağımsızlığını elde etmesiyle bazı adalar Yunanistan egemenliğine geçti.
İtalya ise Osmanlı ile yaptığı Uşi Antlaşması (1912) sonucunda elinde tuttuğu Rodos ve çevresindeki On iki Ada’yı (son zamanlarda basında adı sıkça duyulan adalar Yunanlıların Dodace-Nissas “On iki Ada” dedikleri Menteşe Adaları belli başlı yirmi dört ada ile birçok adacık ve kayalıktan oluşuyor) geçici olarak elinde tutacak, Osmanlı İmparatorluğu Balkan Savaşlarıyla uğraşırken aklı bu adalarda kalmamış olacaktı. Özellikle Yunanistan’ın adaları işgal edebileceğinden çekinilmiş, İtalya’nın tilkiliği akla getirilmemiş. Sonrasında 1. Dünya Savaşı’nda Osmanlı yenik düşünce adaların Osmanlı İmparatorluğu’na teslimi hiçbir zaman gerçekleşmemiştir. Böylelikle On iki Ada’ya İtalya sahip olmuş. Kısacası bahsi geçen adalar 1912 yılında Osmanlı’nın kendi elleriyle İtalyanlara geçici olarak bırakmış olduğu adalardır.
Lozan Barış Antlaşması’nda ise Adalar meselesi 6, 12,13, 14, 15 ve 16. maddelerinde ele alınmıştır. Ancak Ege’de deniz sınırları çizilmemiş olduğundan antlaşma içinde sayılan adalar dışında çok sayıda ada, adacık ve kaya parçasının hukuken kime ait olduğu konusunda belirsizlikler vardır.
Maddeler özetle;
“Türkiye ve Yunanistan’ın deniz sınırları 3 mil olarak tespit edilmiş ve bu alan içerisinde bulunan ada ve adacıkların ilgili devlete ait olacağı belirtilmiş.
Limni, Semadirek, Midilli, Sakız, Sisam ve Ahikerya, Taşoz, Bozbaba ve İpsara adaları gayri askerî statüde kalmak şartıyla Yunanistan’a bırakılmış.
Menteşe Adaları; İstanbulya, Rodos, Herke, Kerpe, Çoban Adası, İlyaki, İncirli, Kilimli, İleriye, Batnoz, Lipso, Sömbeki ve İstanköy adaları bunlara bağlı adacıkları ile beraber ve Meis Adası İtalya’ya verilmiş.
Gökçeada, Bozcaada, Tavşan Adaları ve Anadolu sahillerine üç milden az uzaklıkta bulunan adalar Türk hâkimiyetine bırakılmış.”
2. Dünya Savaşı’nda İngilizler adalar üzerinde hâkimiyet kurmayı amaçlayarak işgale kalkışmıştır. Ancak bu işgal çok uzun sürmemiş, Hitler komutasındaki Alman ordusu 1945 yılında İngilizleri On iki Ada’dan çıkarmış. Lakin 2. Dünya Savaşı’nda Almanya yenilince bu adaların paylaşımı, yeniden gündeme gelmiş.
Fransa’da 1947’de imzalanan Paris Barış Konferansı sonucunda On iki Ada üzerinde yaşayan nüfusun büyük çoğunluğunun Yunan olması öne sürülerek Yunanistan’a verilmiş. Tabii, 2. Dünya Savaşı’na katılmadığı için Paris Konferansında da yer almayan Türkiye bu oldu bittiyi kabul etmemiş.
Yunanistan Eylül 1936’da Ege’deki karasularını 6 mile çıkardığını ilan etmiş ve Türkiye de Yunanistan ile olan dostluk ilişkilerini zedelememek için herhangi bir problem yaratmamıştır.
Bu karar Yunanistan’ın Ege’nin %35’ini kontrol altına alması demek oluyordu. Daha sonraki dönemde, Ege Adaları’nın silahlandırılması ve Türkiye ile Yunanistan’ın arasının Kıbrıs sorunu nedeniyle açılması sonrasında Türkiye 1964 yılında Ege’deki karasularını 6 mile çıkarmıştır. Böylece Türkiye, Ege’nin %8,8’ini kontrolü altına almıştır. Türkiye ile Yunanistan’ın kontrol ettikleri karasularının oranının aynı olmasına rağmen ortaya çıkan muazzam fark ise Yunanistan’a ait olan Ege Adaları’ndan kaynaklanmaktadır. Yunanistan’ın Ege’deki karasularını 12 mile çıkarmak istemesi ve 1995 yılında Yunan Parlamentosu’ndan bu yönde bir karar çıkarması ise Türkiye tarafından kabul edilmemiş ve Türkiye’nin Ege’deki egemenliğine, devlet bütünlüğüne, ekonomisine ve turizmine çok ciddi zararlar vereceğini, Türk gemilerini Yunanistan’ın insafına terk edecek bu uygulamanın “casus belli” yani savaş sebebi sayılacağını belirtmiştir.
1982 yılında, Birleşmiş Milletler Üçüncü Deniz Hukuku Sözleşmesinin ulusal karasuları sınırını azami 12 mil olarak belirleyen kararından sonra, Yunanistan tek taraflı olarak Ege Denizi’ndeki karasuları sınırını 12 mile çıkardığını duyurdu. Bu sayede her bir adacığın, kaya parçasının “Karasuyu, Münhasır Ekonomik Bölgesi ve Kıta Sahanlığı” olduğunu hesaba katarsak Yunanistan Ege Denizinde sınırlarını fazlasıyla genişletmiş durumda. Yani deniz dibindeki kesimlerin işletilmesi, onun zenginliklerine sahip olunması, o zenginliklerin korunması, başka devletlerin yani Türkiye’nin nüfuz ve tesir alanları dışında tutulması amaçlanmaktadır.
Kanımca Yunanistan Ege Denizi ve Akdeniz’deki petrol ve doğal gaz kaynakları nedeniyle böyle istilacı bir tutumu izlemektedir.
Yunanistan’ın antlaşmalara rağmen gayri askerî statüdeki adaları 1960 yılından beri silahlandırması ve egemenliği antlaşmalarla kendisine açıkça devredilmeyen kara parçaları üzerinde yaşam alanları kurması, hatta rüzgârdan enerji üreten santralleri bile sıralaması, ada, adacık ve kayalıklar sorununa, uluslararası hukuka aykırı olarak ulusal hava sahasının 10 deniz mili genişliğinde olduğunu iddia etmesine, Uçuş Bilgi Bölgesi (FIR) sorumluluğunu istismar etmesine karşı ve Arama Kurtarma (SAR) Faaliyetleriyle ilgili üstünlük taslamasına karşı Türk Dışişleri ne yapıyor derseniz
1996 yılında Kardak krizi ciddi bir askeri başarıyla toplumun hafızasında yer ettikten sonraki yıllarda birkaç sözlü ya da yazılı uyarı ve daha çok suskunluk….
Dışişleri Bakanlığının internet sitesine baktığınız zaman “Yunan Sorunları” başlığı adı altında 5 madde sıralanmış “2000 yılı sonunda Türkiye önerisi ile iki ülke arasında bir dizi Güven Arttırıcı Önlem (GAÖ) üzerinde görüşmelere başlandı” deniliyor. Toplamda 60 toplantı yapılmış en son toplandıkları tarih ise Mart 2016.
Birkaç yıl önce bayramda Yunanistan’a tur düzenleyen bazı teknelere 5 bin euro para cezası kesen Yunanistan’ın ceza gerekçesi geldi aklıma. “Ülkemizi pazarlayamazsınız, reklam yapamazsınız” demiş hem ülkesine gelen para harcayan turistten hem de getiren tur sahiplerinden paraları kasasına atmıştı. Kendini Ege Denizi’nin sahibi gören Deli Dumrul’un günümüz versiyonu tıkır tıkır yayılmacılığa devam ediyor.
Türkiye’nin Ege Denizi ve adalarda kalıcı çözüm yaratması bakımından Yunanistan ile gerekiyorsa hakem ülkelerin eşliğinde Ege Denizi’nde fabrika ayarlarına dönülmesi her iki ülkenin yararlarını kapsayacak görüşmeleri ciddi bir şekilde masaya yatırması Ege ve Akdeniz’in doğal zenginlikleri paylaşımı, hareket alanları ve sınırlar açısından çok önemlidir.
Kaynaklar:
T.C. Dışişleri Bakanlığı (Yunan Sorunları)
Türk Tarih Kurumu Lozan Antlaşması Maddeleri