Güvenlik Söylemiyle Kurulan Rejim
Kuzey Kore rejimi, sadece dış politikadaki radikal duruşuyla değil; içerde kurduğu sıkı denetim mekanizmaları, toplumsal yaşamı biçimlendirme pratikleri ve bilgiye yaklaşım tarzıyla da dikkat çeken kapalı bir siyasal organizasyondur. Dışarıdan bakıldığında sert güvenlik politikaları, nükleer silahlanma süreci ve uluslararası izolasyon bu rejimin en belirgin özellikleri gibi görünse de; içeride işleyen sistem, çok daha derin ve çok katmanlı bir ideolojik yapıyı barındırmaktadır. Siyasal otorite, yalnızca devletin kurumsal işleyişine değil; aynı zamanda halkın düşünme biçimlerine, bilgiye erişimine ve duygusal aidiyetlerine kadar uzanan bir tahakküm alanı inşa etmektedir.
Bu yapı yalnızca otoriter ya da totaliter bir rejim olarak tanımlanamaz; çünkü burada söz konusu olan, soy bağıyla aktarılmış bir liderlik kültü etrafında örülmüş kalıtsal bir iktidarın, bilgi üzerindeki mutlak denetimle birleşerek toplumsal tahayyülü tümüyle kuşattığı bir düzendir. Kişi kültü, yalnızca lideri idealize eden bir semboller dizisi değil; aynı zamanda halkın neyi, nasıl, ne kadar ve kimden öğrenebileceğini belirleyen bir ideolojik filtredir. Bilgi, halkın ortak üretim alanı olmaktan çıkarılıp merkezi otoritenin mutlak hakikat deposuna indirgenmiştir.
Bu yönüyle Kuzey Kore deneyimi, güvenlik ve bağımsızlık retoriğiyle dışa karşı konumlanan bir direniş hâli gibi görünse de, içeride ciddi bir katılım eksikliği, sorgulama yoksunluğu ve bilimsel düşüncenin sistematik biçimde bastırıldığı bir düzene işaret eder. Güvenlik söylemi, yalnızca bir dış tehdit algısının dili değil; aynı zamanda halkın iç taleplerini bastırmak, eleştiriyi kriminalize etmek ve toplumsal dönüşüm ihtimalini ortadan kaldırmak için kullanılan bir siyasî stratejiye dönüşmüştür.
Kuzey Kore’nin bu çok katmanlı yapısı, kalıtsal iktidarın bilgi üzerindeki mutlak denetimiyle birleştiği ve dış tehdit söylemleriyle meşrulaştırıldığı bir sistem olarak değerlendirilmeyi gerektirir. Rejimin yalnızca ne olduğuna değil, nasıl işlediğine; hangi toplumsal ve siyasal mekanizmalarla süreklilik kazandığına odaklanmak, bu kapalı düzenin görünmeyen dinamiklerini açığa çıkarmanın önünü açar.
Kalıtsal İktidar ve Kutsanmış Liderlik
Kuzey Kore’de siyasal iktidar, toplumsal taleplerin ya da dönüşüm dinamiklerinin değil; hanedan sürekliliğinin temel belirleyici olduğu bir sistem olarak karşımıza çıkar. Kim ailesinin üç kuşaktır süren yönetimi, modern sosyalist ya da ilerlemeci siyaset biçimlerinden ziyade, iktidarın soy yoluyla aktarıldığı pre-modern yapıları andırır. Bu kalıtsallık, lideri yalnızca bir siyasi figür olmaktan çıkararak, neredeyse tarih dışı bir kutsallıkla donatır. Eleştiri, bu noktada yalnızca tehlikeli değil; aynı zamanda “ahlak dışı” bir eylem olarak konumlandırılır.
Bu yapı içerisinde siyasal sadakat, bireysel düşüncenin ve toplumsal denetimin yerini alır. Tarihsel dönüşüm fikri, yerini değişmeyen bir “istikrar” idealine bırakır. Böylece liderliğe duyulan bağlılık, toplumsal hareketliliğin ve eleştirel bilincin önünde yapısal bir engel hâline gelir.
Bilgi Tekeli ve Bilimsel Düşüncenin Bastırılması
Modern toplumlarda bilgi, kolektif bir akıl süreci ve eleştirel sorgulamayla gelişir. Ancak Kuzey Kore’de bilgi, merkezi bir otoriteye bağlı kılınmış ve ideolojik kontrolün bir aracı hâline getirilmiştir. Kim ailesinin tarihsel otoritesi, bilimsel bilgi üretiminin sınırlarını da belirleyen bir güç haline gelmiştir. Bilgi, liderin vizyonuna göre şekillendirilmekte; bilimsel kurumlar ise sorgulayıcı değil, itaatkâr bir işleyişe zorlanmaktadır.
Okul kitaplarından medya söylemlerine kadar uzanan bu tek yönlü bilgilendirme süreci, bilgiye değil sadakate dayalı bir toplum yaratır. Bilginin çoğulculuğu, eleştirel akıl ve sorgulama gibi unsurlar bu yapıda sistematik biçimde dışlanmaktadır. Sonuç olarak, bilim değil; rejimi doğrulayan dogmalar teşvik edilmektedir.
Antiemperyalizm mi Milliyetçi İç Kapanma mı?
Kuzey Kore’nin kendisini tanımlarken en sık başvurduğu kavramlardan biri “antiemperyalizm”dir. Özellikle ABD ve müttefiklerine karşı geliştirilen söylemler, rejimin bağımsızlık ve egemenlik iddiasının temel taşı olarak sunulur. Ancak bu söylemin içeriği, tarihsel devrimci antiemperyalizmden çok, milliyetçi bir kapanmayı ve iç baskıyı meşrulaştıran bir araca dönüşmüştür.
Gerçekte antiemperyalist mücadeleler, hem dış bağımlılığa hem de iç eşitsizliklere karşı halkların kolektif özgürleşmesini savunur. Kuzey Kore örneğinde ise bu söylem, ifade özgürlüğünü sınırlamak, örgütlenme hakkını baskılamak ve toplumsal talepleri ertelemek için kullanılan bir iç kontrol mekanizmasıdır. Güvenlik gerekçesiyle süreklileştirilen olağanüstü hâl zihniyeti, toplumun siyasal katılım olanaklarını ortadan kaldırmakta; halk, dış düşman korkusuyla iç sessizliğe itilmektedir.
Üstelik rejimin dışa dönük bağımsızlık vurgusu, ekonomik gerçekliklerle de çelişmektedir. Çin başta olmak üzere, enerji, gıda ve teknoloji alanlarında dışa yüksek düzeyde bağımlı olan Kuzey Kore, aslında pratikte tam anlamıyla öz-yeterli bir yapı değildir. Bu da ideolojik yalıtım söyleminin, ekonomik kırılganlıkları örtme stratejisi olduğunu göstermektedir.
Medyanın Güvenlik Söylemindeki Rolü
Kuzey Kore’de medya, yalnızca haber aktarma işleviyle değil; ideolojik bir inşa aracı olarak kurgulanmıştır. Resmî yayın organları, halkı bilgilendirmekten çok, halkın “ne düşüneceğini” tayin etmeye yöneliktir. Televizyon haberlerinden gazetelere, okul kitaplarından propaganda filmlerine kadar tüm mecralar, liderin karizmasını pekiştiren ve sürekli dış tehditleri vurgulayan bir retorik içinde işler.
Özellikle güvenlik vurgusu, medya diliyle dramatize edilerek halkta hem korku hem de sadakat üretmeye hizmet eder. “İçimizdeki hainlere dikkat!” ya da “Yoldaş Kim Jong-un’un tarihî mücadelesi sürüyor” gibi manşetler, bilginin değil, sadakatin dolaşımını sağlar. Böyle bir medya ortamında eleştirel bilgi, yalnızca yok sayılmaz; varlığı dahi “tehdit unsuru” olarak etiketlenir.
Dış Medyada Kuzey Kore Temsili: Sirkleştirme mi Gerçeklik mi?
Uluslararası medya ise Kuzey Kore’yi sıklıkla “garip” ve “absürt” bir ülke olarak temsil eder. Kim Jong-un’un saç kesimi, askerî geçit törenleri ya da roket fırlatma görüntüleri, genellikle alaycı bir dille sunulur. Ancak bu temsiller, rejimin içerde nasıl işlediğine, medya ve bilgi üzerindeki kontrolün toplumsal sonuçlarına dair daha derin sorulara nadiren yer verir.
Kuzey Kore’nin “egzotik diktatörlük” olarak temsili, Batı kamuoyunu eğlendirirken; ülke içinde süren sistematik baskıların sıradanlaşmasına da hizmet eder. Böylece dış medya, eleştiriyi araçsallaştırır ama çoğu zaman yüzeyde kalır; içerideki sessizliğin derinliğine değil, dış görüntünün tuhaflığına odaklanır.
Evrensel Uyarı: Güvenlik Retoriği ve Medya Ortaklığı
Kuzey Kore, uç bir örnek olsa da; medyanın iktidarla iş birliği içinde çalıştığı, güvenlik söyleminin içeride baskı üretmek için kullanıldığı yapılar sadece bu ülkeye özgü değildir. Birçok rejim, tehdit algısını güncel tutarak, medya aracılığıyla halkın dikkatini dağıtmakta ve katılım taleplerini ötelemektedir.
Bu nedenle Kuzey Kore sadece bir vaka değil; medya ile güvenlik politikalarının nasıl simbiyotik çalışabileceğine dair evrensel bir uyarıdır. Her toplumun kendi medyasına şu soruyu sorması gerekir: Bu haberler neyi söylüyor, ama daha önemlisi neyi susturuyor?
Güvenlik Söylemiyle İnşa Edilen Sessizlik
Kuzey Kore, sosyalist idealler adına kurulmuş bir rejimin, nasıl olup da halktan kopuk, eleştirel düşünceden uzak ve merkeziyetçi bir yapıya evrilebileceğini gösteren çarpıcı bir örnektir. “Güvenlik” adına sürdürülen bu yapı, aslında bir tür içsel güvensizlik rejimidir. Dış tehdidin sürekli gösterildiği bu düzende, asıl susturulan içerideki halktır.
Gerçek eşitlik ve özgürlük, yalnızca kişi merkezli otoritelere karşı değil; bilgiye, halk iradesine ve değişimin doğasına saygı gösteren yapılarla mümkündür. Kim Hanedanı’nın kurduğu sistem, sosyalizmi temsil etmekten çok; onun tarihsel anlamını istismar eden bir iktidar makinesidir. Ve bu makine, güvenlik söylemiyle sessizliği üretmeye devam etmektedir.
Fotoğraf: nknews.org
***
Medya Günlüğü sosyal medya hesapları: