Pazartesi, 19 May 2025
  • My Feed
  • My Interests
  • My Saves
  • History
  • Blog
Subscribe
Medya Günlüğü
  • Ana Sayfa
  • Yazarlar
  • Hakkımızda
  • İletişim
  • 🔥
  • MG Özel
  • Günlük
  • Serbest Kürsü
  • Köşe Yazıları
  • Beyaz Önlük
  • Mentor
Font ResizerAa
Medya GünlüğüMedya Günlüğü
  • MG Özel
  • Günlük
  • Serbest Kürsü
  • Köşe Yazıları
  • Beyaz Önlük
  • Mentor
Ara
  • Anasayfa
  • Yazarlar
  • Hakkımızda
  • İletişim
Bizi takip edin
© 2025 Medya Günlüğü. Her Hakkı Saklıdır.
Webmaster : Turan Mustak.
Köşe Yazıları

Dr. Mehmet Çakmak’ın ardından

Buket Başer
Son güncelleme: 11 Nisan 2024 00:01
Buket Başer
Paylaş
Paylaş

“Amca” dediğim Dr. Mehmet Çakmak’ı kaybettik… 2018 yılında kendisiyle ilgili olarak Medya Günlüğü’nde “İlklerin doktoru: Mehmet Çakmak” başlığıyla aşağıdaki yazıyı yazmıştım.

***

Prof. Dr. Mehmet Çakmak, Türkiye’de ilk diz protezini yapan akademisyen doktor.

Çakmak’ın tek “ilk”i bu değil; ilk yeni doğan kalça ultrasonografisini uygulayan, Rusya’da İlizarov yöntemlerini öğrenip Türkiye’ye ilk getiren, ilk omuz ultrasonografisi yaptıran.

Bu liste uzayıp gidiyor… İlklerin doktoru Prof. Dr. Mehmet Çakmak, kiminin hocası, kiminin babası, kimine göre keçinin teki, kimine göre dünya tatlısı matrak biri. O bir kitap kurdu, araştırmacı, azimli, tuttuğunu koparan, dürüst ve çok sevilen bir bilim adamı. O benim Mehmet amcam, kayak arkadaşım, can dostum Mutlu’nun babası.

Henüz ne ona Parkinson ne de babama kanser teşhisi konmuştu birlikte kayağa gittiğimizde. Kızı Mutlu, Mehmet Amca ve ben…Mutlu ile araları biraz limoni idi o tatilde. Kızı babasına naz yapıyordu. Haliyle Mehmet amca bana kalmıştı, hiç de şikayetçi değildim halimden. Ben ona babamı anlatıyordum, o bana kızını. Hem gülüşüyor hem tartışıyorduk baba kız ilişkileri hakkında. O zamanlar sıkı kayakçıydım, Mehmet amca ve Mutlu da öyle. Ne sis tanıyorduk, ne tipi… Sabah pistleri biz açıyor, akşam biz kapatıyorduk…

Mutlu’nun düğününden sonra ilk kez geçen pazar akşamı gördüm onu, kızının düzenlediği emeklilik yemeğinde. Mesai arkadaşları, ailesi, öğrencileri ve kızı Mutlu’nun kontenjanından Zeynep, Nilay, ben ve uzaktan erişimle Hande… Prof. Dr. Mehmet Çakmak, hayat dolu pırıl pırıl gözlerle selamladı misafirlerini. Yapabilseydi gülümser, kucaklardı herkesi, iki espri patlatır, şakalaşır, anılarını tazelerdi. Bize de “Kızım çok şanslı, sizin gibi arkadaşları olduğu için, birbirinize kenetlenen elleriniz hiç ayrılmasın” derdi eminim…

Ne yazık ki artık çok az konuşuyor, o da zor anlaşılıyor. Yardımsız ayağa kalkamıyor, yürüyemiyor… Azminden, inadından eksilen hiçbir şey yok, bilakis daha da zorluyor kendini. İlermiş Parkinson hastalığına rağmen bu geceki sunumunu kendi yazmış tek tük klavyeye basan parmaklarıyla. Kendi seslendiremediği için bir öğrencisi ve torunu sesi oluyor Mehmet Çakmak’ın.

Sunumunu dinlerken sahnedeki kişileri değil, kenarda duran Mutlu’yu izliyorum. Gurur duyuyor babasıyla… Acaba babası mı onunla daha çok gurur duyuyordur böyle bir geceyi düzenlediği ve hık dediğinde yanında olduğu için,yoksa kızı mı? Mutlu’nun gözleri sulu sulu, nasıl olmasın ki? Hepimiz dişimizi sıkıyoruz ağlamamak için…

Yemek bitti eve geldim. Gözümü uyku tutmadı. Dedim ki benim bunu yazmam lazım, herkes bilmeli Prof. Dr. Mehmet Çakmak’ın hikâyesini, belki ilham olur başkalarına. Kalktım, hemen bir kahve yaptım ve oturdum bilgisayarımın başına…

Mehmet Çakmak, 1950, Zonguldak Çomranlı köyü doğumlu. Babası bir maden işçisi, annesi ise okuma yazması olmayan bir tarım işçisi.

Çocukluğunda köyündeki hayvanlara çobanlık yapıyor, oyuna dalıp hayvanları unutunca da annesinden dayağı yiyor. Gözü kara Mehmet Çakmak, büyüyene kadar anne babasının yüreği hep ağızlarındaymış. Neler yapmamış ki çocukken… Bir gün köyde iki kardeş sünnet olacak, sünnetçi önce büyük çocuğu çağırıyor, büyük çocuk korkup kaçıyor, sonra küçüğü kaçırıyor o da kaçıyor. Bizim Mehmet amca, o zamanki küçük Mehmet, gözü kara ya, diyor ki sünnetçiye “beni sünnet et, ben korkmam!” Akşam eve gittiğinde anne babası oğullarının sünnet olduğunu öğreniyor, şok!

Başka bir hikaye de Filyos Nehri’nde geçiyor. O zamanların küçük Mehmet’i yüzme bilmiyor ama cesur ya, gidiyor nehre ve korkulan oluyor, akıntıya kapılıyor. Ne var ki Allah’ın sevgili kuluymuş, akıntı onu sığ bir yere sürüklüyor, şans eseri kurtuluyor…

Mehmet amca Çomranlı köyü ilkokulunda okumuş. Çok ilgisiz bir hocası varmış. Mehmet Çakmak sunumunda hiç mizahı eksik etmeden şöyle yazmış: “O zamanlar okulun tek öğretmeni vardı, tüm sınıflara o bakardı, öyle bir öğretmendi ki neredeyse tüm mesai saatlerini köyün kahvesinde geçirirdi.”

Derken bir gün 4. sınıfta okula aklı başında Kadir Özdal isimli bir öğretmen geliyor ve kaderi değişiyor Mehmet Çakmak’ın.

Kadir Hoca ilkokul bitince Mehmet amcanın babasına gidiyor ve “bu çocuğu okutacaksın, sen okutmazsan ben okutacağım” diyor. Bu baskıya direnemeyen Mehmet amcanın babası, oğlunu ortaokula kaydediyor ki, o dönemde Çomranlı köyünde ortaokula kaydolan ilk çocuk Mehmet Çakmak oluyor. Bu durum diğer ailelere de örnek oluyor, onlar da yavaş yavaş oğullarını ortaokula göndermeye başlıyorlar. Sadece erkek çocuklar ortaokula gönderiliyor, maalesef ki uzun yıllar o köyün kız çocukları okutulmuyor ve meslek edinemiyor.

Mehmet Çakmak, önce Çatalağzı Işıkveren Ortaokulu sonra Zonguldak Mehmet Çelikel Lisesinden derece ile mezun oluyor ve ardından ODTÜ’yü kazanıyor. Burada sükûtu hayale uğruyor. İlk sınavdan yüz üzerinden on beş alan Mehmet Çakmak bu durumu gururuna yediremiyor ve İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne geçiyor. Çomranlı Köyü’nün gözdesi Mehmet Çakmak, büyük şehirdeki ilk yılında tökezliyor. İlk sene 4 dersten geçiyor, bir dersten ikmale kalıyor, ancak dersin harcını yatıramadığı için bütünleme sınavına giremiyor. Hayatında ilk defa sınıfta kalıyor. Tam o sırada 68 öğrenci olayları oluyor, dersten borçlu geçme mevzuatı oluşturuluyor ve Mehmet amca tabiri caizse sınıfta kalmaktan yırtıyor.

1973 yılında İstanbul Tıp Fakültesi Ortopedi ve Travmatoloji Anabilim dalında asistan doktor olarak çalışmaya başlıyor. Hazırladığı tez ile “Hauzer” ameliyatının iyi bir tedavi yöntemi olmadığını kanıtlıyor ve çalıştığı istanbul Tıp Fakültesi Ortopedi ve Travmatoloji Kliniği’nde bir daha Hauzer ameliyatı yapılmıyor. 1985 yılında doçent oluyor. 1987 yılında İngiltere’ye gidiyor, diz protezini öğreniyor ve Türkiye’de ilk diz protezini uygulayan doktor oluyor.1991 yılında doçentlik kadrosuna atanıyor, aynı yıl Parkinson hastalığına yakalandığını öğreniyor. 1992 yılında profesör oluyor.1993 yılında Rusya’ya gidiyor ve İlizarov yöntemlerini öğrenip Türkiye’de ilk uygulayanlardan biri oluyor.

1996 yılında ana bilim dalı başkanı seçiliyor. O engel tanımayan bir bilim adamı… Şimdilerde kitap yazıyor Mehmet amca. Bu sene Springer’da çıkacak olan “Basic Technigues for Extremity Reconstruction” kitabında İlizarov tarihçesini anlatacak Levent Eralp, Cengiz Sen, Halil İbrahim Balcı ve Melih Civan’la birlikte.

Gecenin sonunda bu yollarda beraber yürüdüğü Prof. Dr. Ünsal Domaniç şahane bir konuşma yapıyor. Konuşmasının sonunda diyor ki:

“Mehmet’e emeklilik hediyesi olarak Bertrand Russell’ın Batı Felsefesi Tarihi kitabını aldım. Tam 3 cilt. Emekliliği boyunca o kitabı anlamak için didinip duracak ama asla anlayamayacak. Çünkü o felsefeye hiçbir bir yatkınlığı olmayan biridir. Bu ona emeklilikte yapılacak en büyük kötülüktü ve bunu zevkle yaptım. Öpüyorum seni…”

Bütün salon kırıldık gülmekten. Eminim Mehmet amca da içinden çok gülmüştür. Tam ona göre bir arkadaş, bayıldım ben de.

Prof. Dr. Mehmet Çakmak Parkinson hastalığına rağmen mesleğine, öğrencilerine, hastalarına, ailesine ve en önemlisi yaşama dört elle sarılmış bir bilimi adamı. Emekli olsa da okumaya, araştırmaya ve olabildiğince yazmaya devam edeceğine inancım tam! Kendisine yaşamının ikinci baharında mutluluklar diliyorum.

Sevgiyle kalın,

Bu yazıyı paylaşın
Facebook Email Bağlantıyı Kopyala Print
YazanBuket Başer
Takip et:
1974 Istanbul doğumlu. Anne tarafından Boşnak, baba tarafından Bilecikli. Ortaokul ve liseyi Cağaloğlu Anadolu Lisesi'nde okudu. İstanbul Üniversitesi'nde Peyzaj Mimarlığı eğitimi gördü. 20 yılı aşkın bir süre mutfak mobilyası sektöründe yöneticilik yaptı. Şu anda bir iç mimarlık ve dekorasyon şirketinin kurucu ortağı olarak çalışmaya devam ediyor. İki oğlu var. Seyahate, yöresel yemeklere ve açık hava sporlarına düşkün; astrolojiye ve güzel sanatların birçok dalına merakı var. Tipik bir yay kadını. 40'ından sonra ansızın anılarını yazmaya başladı. O gün bugündür de devam ediyor...
Önceki Makale Eskiden böyle değildik!
Sonraki Makale İmansız olmak…

Medya Günlüğü
bağımsız medya eleştiri ve fikir sitesi!

Medya Günlüğü, Türkiye'nin gündemini dakika dakika izleyen bir haber sitesinden çok medya eleştirisine ve fikir yazılarına öncelik veren bir sitedir.
Medya Günlüğü, bağımsızlığını göstermek amacıyla reklam almama kararını kuruluşundan bu yana ödünsüz uyguluyor.
FacebookBeğen
XTakip et
InstagramTakip et
BlueskyTakip et

Bunları da beğenebilirsiniz...

Köşe YazılarıManşet

Samsun ışığı…

Hasan Sevilir Aşan
18 Mayıs 2025
EditörKöşe Yazıları

Mekke’de doğanın öfkesi 

Dr. Nevin Sütlaş
18 Mayıs 2025
Köşe Yazıları

İslam dünyasının nabzı Kazan’da  

Okay Deprem
18 Mayıs 2025
Köşe Yazıları

Birand’ın başını ağrıtan röportaj

Cenk Başlamış
15 Mayıs 2025
Medya Günlüğü
Facebook X-twitter Instagram Cloud

Hakkımızda

Medya Günlüğü: Medya eleştirisine odaklanan, özel habere ve söyleşilere önem veren, medyanın ve gazetecilerin sorunlarını ve geleceğini tartışmak isteyenlere kapısı açık, kâr amacı taşımayan bir site.

Kategoriler
  • MG Özel
  • Günlük
  • Köşe Yazıları
  • Serbest Kürsü
  • Beyaz Önlük
Gerekli Linkler
  • İletişim
  • Hakkımızda
  • Telif Hakkı
  • Gizlilik Sözleşmesi

© 2025 Medya Günlüğü.
Her Hakkı Saklıdır.
Webmaster : Turan Mustak

Welcome Back!

Sign in to your account

Username or Email Address
Password

Lost your password?