Milattan Önce (M.Ö.) 540 ile 522 arasında, Samos (Sisam) adasını yöneten Polikratis, yeryüzüne “para borçlanmasını” getirmesiyle bilinir.
Onun zamanına kadar yalnızca bir çuval buğday, iki dana, beş keçi gibi ürünlerle sınırlı kalan borçlanma, artık para ile de yapılır olmuştu. Ünlü, “Matematik Babası” Pisagor ile çağdaş olan Polikratis, türlü “para” oyunlarıyla, Samosluların paralarını bitiriyor, borçlandırıyor ve insanların özgürlüklerine karşılık da borç veriyordu.
Polikratis’in başlattığı, “para borçlanması” artık tüm Ege’de kent ve ada devletlerinde yapılıyordu; hem de paranın fiyatı, “faiz”i eklenerek yapılıyordu. Paralarını küpte tutmak istemeyen zenginler, paralarını egemenlikleri yıkılan soyluların iflas etmiş torunlarına faizli borç olarak veriyorlardı. Artık, Milas’ta, Efes’te, Atina’da, gücünü tanrıdan alan soylu egemenliği bitmiş, yerine gücünü “para”dan alan tacirlerin egemenliği başlamıştı.
Günümüzde de, neredeyse her zaman gündemin en üst sıralarında yer alan borç sorunları, “paranın efendisi” olarak bilinen Uluslararası Para Fonu’nun (IMF) dikkatini çekmiş olmalı ki, brüt dış borç stoku yüzde 40 ve üzerine yükselen ülkeler için, bu durumlarının kronikleşmesini önlemeleri ve genel bir toparlanma sağlamalarının yolunu açmaları konusuna odaklandı. IMF özetle, genellikle beş adımlı formül üzerinde duruyor ve bunu üye ülkelere, çeşitli platformlar üzerinden iletmeyi de ihmal etmiyor.
Bu beşli formülün ilk adımında önemli bir uyarı yer alıyor: “Sakın ola maliye politikalarınızı aşırı derecede kısa vadeli hedeflere odaklamayın; önünüze mutlaka net bir orta vadeli strateji koyarak ilerleyin. Eğer böyle bir strateji ile ilerlemezseniz, mali kurallar sık sık ihlal edilir ve dolayısıyla da kamu borç düzeyleriniz, önlenemez şekilde sürekli yükselir.”
Kısa vadeli mali açıklara “dar bir şekilde odaklanmak” yerine, borç sürdürülebilirliği ve kalkınma hedefleri arasındaki temel politikalara sıkı sıkıya bağlı kalarak, “açık borç hedefleri” belirlenmesinin daha doğru olacağını salık veren IMF, bu kapsamda “maliye politikasına daha stratejik bir yaklaşım”ın tercih edilmesi gerektiğinin altını çiziyor.
IMF:Mali konsolidasyon mali sürdürülebilirlik için tek başına yetmeyebilir
Söz konusu formülde, ikinci adım olarak ortaya çıkan “mali açıkların” da, zorunluluk yaşanmadan azaltılmasının yollarının aranması gerektiğine dikkat çeken IMF, “Tarihsel deneyimler göz önüne alındığında bu ayarlama mümkün görünüyor. Bu durumdaki ülkeler, gerekli adımları zamanında attıkları zaman, faiz dışı dengelerini iki-üç yıl boyunca, her yıl GSYH’nin yüzde 1’i oranında iyileştirdiler” diyor.
Ancak IMF, tüm bunlar yapılırken elde edilecek iyileşme bazlı kaynakların da, insani ve fiziki sermayeye yapılan hayati yatırımların sürdürülmesinde ve hatta artırılarak sürdürülmesinde kullanılması gerektiğine dikkat çekiyor. Bu durumdaki ülkeler için mali konsolidasyonun, mali sürdürülebilirliği sağlamak için tek başına yeterli olmayacağının da altını çizen IMF, borçların yeniden yapılandırılması ya da yeniden yapılandırma ile bütünlenmesi gerekebileceğine de dikkat çekiyor.
“Ödeme sistemlerinin dijitalleştirilmesi gibi gelir önlemleri önemli”
Formülün üçüncü adımında da, mali açıkları azaltmak için harcama kesintilerine de “aşırı derecede güvenmenin” doğru olmayacağına dikkat çeken IMF, “Her ne kadar bu, bazı durumlarda haklı olsa da, vergi muafiyetlerinin kaldırılması veya dosyalama ve ödeme sistemlerinin dijitalleştirilmesi gibi gelir önlemleri, daha büyük bir rol oynamalıdır” çağrısı da yapıyor. IMF bu gibi durumlarda, vergi düzeylerinin düşük olduğu ülkelerde, yurt içi gelirin harekete geçirilmesinin, büyümeye daha az zarar verirken, harcamaların azaltılmasıyla ilgili maliyetin ise yüksek olduğuna işaret ediyor.
Formülün dördüncü adımında ise şu konuların altını çiziyor:
“Mali kurumların güçlü ve etkin olması halinde politika değişikliklerinin somut sonuçlar vermesi daha olasıdır. Harcama tarafında, iyi tasarlanmış planlar, bütçe kaymaları veya mali risklerin öngörülemeyen bir şekilde gerçekleşmesi nedeniyle çoğu zaman hayal kırıklığı yaratan sonuçlara yol açıyor. Orta vadeli bir mali çerçevenin benimsenmesi, mali risklerin daha iyi değerlendirilmesi ve yönetilmesi için araçların uygulamaya konulması ve bütçe uygulama aşamasında hükümet harcamaları üzerindeki kontrollerin artırılması bu tür tuzaklardan kaçınmanın anahtarıdır.”
Yeni mali stratejinin sürdürülebilirliği, kamu desteğini sağlamaya bağlı
IMF’ye göre, bu kapsamda, yasal bütçeleme çerçevesinin güçlendirilmesi, mali raporlamanın iyileştirilmesi ve denetim ve kontrol kurumlarının güçlendirilmesi yoluyla güçlü harcama kontrolleri, ülkelerin bütçe kaymalarını önlemesine yardımcı olmanın yanı sıra, borçlu ülkelerde yaygın olan bütçe dışı taahhüt riskini azaltması bakımından da büyük önem taşıyor.
Dış borçları tehlikeli sınırlara ulaşmış ülkeler için IMF’nin hazırladığı formülün beşinci ve son adımında ise, “Yeni bir mali stratejinin sürdürülebilirliği, hükümetin politika tedbirlerini uzun vadeli faydalarla ilişkilendirerek kamu desteğini sağlama becerisine de bağlıdır” uyarısı yapılıyor ve şöyle deniliyor:
“Kamuoyunun kabulü, politika tasarımında merkezi bir konu olmalıdır; örneğin, reformları dikkatli bir şekilde sıralamak ve telafi edici önlemler almak gereklidir. Reformun uzun vadeli yararlarını, dağılımsal sonuçlarını ve eylemsizliğin maliyetlerini şeffaf ve inandırıcı bir şekilde ortaya koyan iletişim kampanyaları da kritik öneme sahiptir. Reformların kamuoyu tarafından kabul görmesi daha genel anlamda hükümetlerin kamu fonlarını verimli, adil ve şeffaf bir şekilde kullanacaklarına dair halkı ikna etme becerilerine bağlıdır.”
Toplam brüt dış borçların milli gelire oranı yüzde 50’yi aşıyor
Bütün bunları sıralamamızın nedeni, elbette Türkiye’nin de bu kategoriye giren ülkeler arasında bulunmasıydı. Hazine ve Maliye Bakanlığı verilerine göre; “Türkiye Brüt Dış Borç Stoku”, 31 Aralık 2022 tarihi itibarıyla 459 milyar ABD doları olarak gerçekleşmiş olup stokun milli gelire oranı ise yüzde 50.7 olmuştur. Yine Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın 27 Haziran’da açıkladığı verilere göre, Türkiye’nin brüt dış borç stoku 31 Mart itibarıyla 475.7 milyar dolar düzeyindeydi. Bakanlık, eylül ayı bitmeden açıklaması beklenen “30 Haziran 2023 itibarıyla brüt dış borç stoku”nu henüz açıklamadı; ancak, bugüne kadar olan açıklamalarda “önemli bir geri ödeme”den söz edilmediğine göre, Türkiye’nin brüt dış borç tutarının 475-500 milyar dolar arasında bir düzeyde olduğu tahmin ediliyor.
Gelelim, IMF’nin de üzerinde hassasiyetle durduğu “brüt dış borç stokunun milli gelire oranı” konusuna. Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) verilerine göre, geçen yılın üçüncü ve dördüncü ile bu yılın birinci ve ikinci çeyreklerinin oluşturduğu son bir yılda toplam milli gelir 19 trilyon 212 milyar lirayı buluyor. Bugünkü kur ($27TL) ile ikinci çeyrek sonu itibarıyla yıllık milli gelir 711.5 milyar dolarda kalıyor. Varsayalım ki, dış borçlar geçen Mart ayı sonundan bu yana yükselmedi; bu durumda brüt dış borç stokunun milli gelire oranı yüzde 66.76’yı buluyor; bu da, IMF’nin oldukça tehlikeli bulduğu yüzde 50 sınırının dahi bir hayli üzerinde bulunuyor.
Swaplar dışındaki borçlar gelirlerin yarısına yakın düzeye kadar yükseldi
Evet, duyar gibi oluyorum: “Son bir yılın tüm gelirlerini bugünkü kur ile hesaplamak doğru mu?” Eğer bir yıllık gelirden söz ediyorsak, bu gelirin bugünkü değeridir bizi ilgilendiren. Çünkü, kasaya girdiği gün dış borç ödemek için kullanılmış olsa dahi, toplam borçlarımızı bugünkü ve gelecekteki döviz kuru bazında ödeyeceğiz; geride kalan döviz kurları artık bir tür tarih olmuş durumda.
Ama yine de, gelin çeyrekler itibarıyla dolar bazlı açıklanan milli gelir verilerini toplayalım. Geçen yılın üçüncü çeyreğinden başlayarak, bu yılın ikinci çeyreğine uzanan dolar bazında milli gelir verileri; 242 milyar 416 milyon dolar, 262 milyar 243 milyon dolar, 246 milyar 032 milyon dolar, 271 milyar 468 milyon dolar eşittir: 1 trilyon 22 milyar dolar. Brüt dış borç tutarının yine 475 milyar dolarda kaldığını varsayarsak, bu kez brüt dış borç stokunun milli gelire oranı yüzde 46.47 düzeyinde görünüyor.
Bir başka deyişle, geçen yılın üçüncü çeyreğinde dahi kasaya lira olarak girmiş olan, vergi, prim ya da başka bir ad altında bir geliri bugünkü kur değil de, o günkü kur ile dahi hesaplasanız, (Swaplar dışındaki) dış borçlarınız, toplam gelirlerinizin yarısına yakın bir düzeye kadar yükselmiş bulunuyor. Şurasını da vurgulamak gerekiyor ki, IMF bu uyarıları, kendisiyle herhangi bir anlaşma yapmış olsun olmasın, tüm üyeleri için yapıyor ve üyesi oldukları için de çözüm yolları öneriyor.
IMF’nin yoksul Afrika ülkeleri için hazırladığı formül Türkiye’ye de uygun
Yazının sonuna geldiğimizde, “IMF, bu sözünü ettiğin brüt dış borç/milli gelir bağlamlı formülü ne zaman üretti; nerede yayınladı?” gibi soruların da yükseldiğini tahmin ediyorum. IMF elbette bunu, yüksek dış borçlu tüm üyeleri için öneriyor ve çözüm desteği vereceğini söylüyor. Söz konusu formülün ayrıntıları, IMF Afrika Departmanı Başkan Yardımcısı Fabio Comelli, IMF Bölgesel Çalışmalar Bölüm Şefi Luc Eyraud, IMF Kıdemli Araştırma Analisti Jimena Montoya ve Kıdemli Ekonomist Arthur Sode ve daha önce IMF’de çalışan ve halen Avrupa Komisyonu Ekonomisti Peter Kovacs’ın hazırladığı ve yakında yayınlanan “Sahra Altı Afrika’da Borç Krizi Nasıl Önlenir?” başlıklı çalışmada yer alıyor. Çalışma her ne kadar Afrika’nın borçluları için hazırlanmış olsa da, görüldüğü gibi, yüksek borçlu her ülkeyi ilgilendiren ve kronik yüksek dış borçlanmalar batağına saplanmamaları için de harfiyle uygulamaları gereken bir formülü oluşturuyor.
Elbette, “Ekonomisi uzun zamandır dış kaynak bağımlısı olan Türkiye zaten bir kronik borçlu ülke değil mi?” sorusu akla gelebilir; ve yanıtı “Evet” olan, doğru sorudur.
Hazine ve Maliye Bakanlığı resmî web sitesinde 1989 yılından bu yana 3 aylık dönemler halinde Türkiye Dış Borç İstatistikleri’ni paylaşıyor. Türkiye’nin dış borçlanması 2010 yılından itibaren daha da hız kazandı; 2018 yılının ilk çeyreğinde brüt dış dış borçlar 457.9 milyar dolara kadar yükseldi. Türkiye’de 2018 yılının 2. yarısında yaşanan döviz krizinin etkisiyle kurlar yükselince brüt dış borç stoku da kısa süre azaldıktan sonra, 2019 yılının ikinci çeyreğinde dış borcun milli gelire oranı yüzde 58.5’e kadar çıktı.
Aynı yılın sonunda da 416.4 milyar dolar olan dış borç stokunun milli gelire oranı ise yüzde 54.8 düzeyindeydi. 2020 yılının son çeyreğindeki verilere göre de brüt dış borç stoku 435.1 milyar dolar, milli gelire oranı yüzde 60.4 ile zirve yaptı. Türkiye’nin brüt dış borcu 2021 yılının ilk çeyreğinde 430.7 milyar dolar, milli gelire oranı da yüzde 59.1 olarak açıklandı. Türkiye’nin brüt dış borç stoku 2021’in ikinci çeyreğinde 446.3 milyar dolar, milli gelire oranı da yüzde 58.3 oldu.
Tarihin ilk borç krizi Solon’un “borçları silme” hamlesiyle geride bırakıldı
Kısacası, gerçekte Türkiye’nin dış borçları çoktan kronikleşmiş durumda; önemli olan bundan sonraki dönemde bu durumdan sıyrılmanın nasıl olanaklı olacağı. Girişte sözünü ettiğimiz Polikratis’in açtığı “para borçlanması” dönemiyle, neredeyse tüm Ege’de ağır bir borçlanma yükü oluşmuştu.
Köylüleri, imalathanelerdeki zanaatkarları patlama noktasına getiren bu ekonomik bunalım farkında olmadan tarihin de ilk sınıfsal uzlaşmasını gündeme getirmişti. Tacirler, aristokratlara, kendi aralarında kavga etmektense, orada burada baş gösteren köylü ve zanaatkâr ayaklanmalarına karşı birlikte hareket etme çağrısı yaptılar ve ittifak kuruldu. İki sınıfın üyeleri yaptıkları yoğun görüşmeler sonunda “tam bir sınıf karışımı” olan Solon’u diktatör ilan etmeyi kararlaştırdılar.
Kökeni aristokrat olan Solon, aynı zamanda da ticaretle uğraşıyordu. Yani kişiliğinde, ittifak yapan her iki sınıfın da özelliklerini taşıyan Solon, M.Ö. 593 yılında olası bir ayaklanmayı önlemek üzere diktatör ilan edilmiş oldu. Solon’un görevi, yaklaşan ayaklanmayı “önceden önlemek” olduğu için, aldığı kararlar da, ayaklanmanın nedenlerini ortadan kaldırma amaçlıydı. Solon, ilk önce köylülerin üzerindeki yükü hafifletmek için vergi ve diğer birikmiş borçları sildi. Borç karşılığı köleliği yasakladı.
Kısacası, tarihin ilk borç krizi Solon’un büyük “borçları silme” hamlesiyle atlatılmış oldu. Türkiye’nin giderek yükselen, swaplar nedeniyle de bir türlü gerçek boyutlarını öğrenemediğimiz borç krizini geride bıraktıracak Solon rolünü de, bu konulara büyük duyarlılıkla yaklaşan IMF ne zaman üstlenip sahne alacak, göreceğiz.