Bir süre önce “dilde erkek egemenliğini” konu alan bir yazı yazmıştım. Bu çalışma, farklı kültürlerde erkek egemenliğinin, konuşulan dillerin hücrelerine kadar işlediğini açıkça ortaya çıkarmıştı. Kültürlerin en belirleyici ögesi olan dillerde durum buysa, toplum yaşamında belirleyici özelliğe sahip olan dinlerde durum nasıl?
Bir dinde cinsiyet ayrımı yapılıp yapılmadığını anlamak için bazı sorular sorabiliriz. Söz konusu olan dinin kadına ve erkeğe bakışı nasıldır? Erkeklerin toplumda baskın bir konuma gelmesine yol açar mı? O dinin icraatında kadın ve erkek nasıl roller üstlenir? Kadına ve erkeğe getirdiği sınırlamalar nelerdir? Kürtaj gibi kadını doğrudan ilgilendiren bir durum karşısındaki tutumu nedir? Eş cinselliğe yaklaşımı nasıldır?.. Bu sorulara yanıt bulabilirsek, o dinin toplum üzerinde erkek egemenliği kurup kurmadığı konusunda bir fikir sahibi olabiliriz.
Doğru yanıtlara ulaşmada en önemli etken nesnel ve ön yargısız olarak bakmak, sadece gerçekte yaşananları ortaya koymak olacaktır. Bunun da anahtarı tüm dinlere aynı mesafede durmaktır.
Bu soruların yanıtlarını aramak için dinleri tek tek incelemeliyiz.
Önce Hinduizm ve Sihizm’deki duruma bakalım.
Dünya üzerinde yaşayan en eski din Hinduizm’dir. Bilindiği kadarıyla en az beş bin yıllık bir tarihi vardır. Bu dinin temelini oluşturan vedaların altı bin yıl öncesine kadar uzandığı iddia edilir. Vedaları bu dinin ayetleri olarak düşünebiliriz. Bugün dünya nüfusunun yaklaşık yüzde on beşi bu dine inanmaktadır. Bu da bir milyarın üzerinde insan demek.
Hinduizm sözünün kökeni Sanskritçe sindhu sözcüğüne dayanır. Anlamı nehirdir. Hindistan’a adını veren İndus Nehri’ni ifade etmektedir. Bu anlam bize ilk olarak bu dinin doğayı temel aldığını düşündürmektedir.
Çok tanrılı bir din olarak bilinen Hinduizm’de gerçekten de çok fazla tanrı var. Tam otuz üç milyon tane! Canlı cansız her şeyin bir tanrısı var. Ama bu dinin temel felsefesi bir tanrı üçlemesi üstüne kurulmuştur: Brahma, Vişnu ve Şiva. İngilizcede buna Hindu Trinity adını verirler.
İlgili ayrıntıları Hindistan yazımdan aktarayım:
“Brahma, evrenin yaratıcısı, en yüce tanrı. Evrenin ruhu olarak tanımlanıyor. Evrende var olan her şeyin özünde olduğu kabul ediliyor. Brahma ölümsüz ve insan ruhunun da temelini teşkil ediyor.
Diğer tanrılar Brahma’nın yeryüzündeki farklı yönlerini temsil ediyorlar.
Vişnu, evrenin koruyucusu. Ne zaman evrenin düzeni bir tehdit altına girse, Vişnu bir bedende yeryüzüne geliyor. Üç ayrı kişinin bedeninde dünyaya geldiğine inanılıyor: Rama, Krişna, Narasimha.
Şiva ise evrenin yok edici tanrısı.
Bunlar esas tanrılar. Daha birçok tanrı ve tanrıçalar, onların eşleri ve çocukları var.”
Hinduizm, tek kitabı olan bir din olmaktan ziyade, çok karmaşık bir inanç sistemidir. İçinde pek çok farklı felsefe ve düşünce okulunu barındırır. Her ne kadar doğa ile ilişkili görünse de tanrılara atfedilen bir cinsiyetin olmadığını söyleyemeyiz. Bu inanışta tanrıların resmedilmesinde ya da heykellerinin yapılmasında bir sakınca yoktur. Dolayısıyla kime tapındığınızı görürsünüz. Bu betimlemelerin tamamında evreni yaratan en yüce tanrı Brahma sakallı bir erkek. Bazılarında kara sakallı bir genç adam olarak tasvir edilir, bazılarında ak sakallı bir ihtiyar olarak. Ama sonuçta en yüce tanrının erkek olduğundan şüphe duymuyoruz.
Vişnu ve Şiva, kadın gibi yüzleri boyalı ve küpe, kolye gibi takılarla tasvir edildikleri halde birer erkek figürü olarak karşımıza çıkıyorlar. Rama ve Krişna da aynı şekilde. Bunlarla ilgili İngilizce belgeleri incelediğinizde hepsi için he yani eril şahıs zamiri kullanıldığını görüyorsunuz.
Elbette tanrıların tümü erkek değil. Lakşimi, Parvati, Sarasvati gibi tanrıçalar da var. Ancak bunlar genelde erkek tanrıların eşleri. Örneğin Lakşimi, Vişnu’nun karısı. Her ne kadar tanrıça olarak kabul edilseler de erkek tanrıların yanında yardımcı kadın oyuncu olmaktan kurtulamıyorlar.
Bu dinde tam bir ruhban sınıfı olduğunu söylemek zor. Dinî öğretileri yayan, düşünce ve görüşlerine başvurulan gurular var. Guru sözü Sanskritçede öğretmen demek olsa da üstat ve rehber anlamlarını da içerdiği görülüyor. Hatta guruların bir kısmına aziz unvanı verilmiş. Guruların tamamı erkek.
Ayrıca sadhu adı verilen kendini dine adamış erkekler var. Bunlar bir anlamda dervişlere benzerler. Kendilerini her tür dünya nimetinden uzak tutarlar. Evlenmezler ve kadınlarla ilişki kurmazlar. Onlar için kadın tabudur.
Hindu tapınaklarında kadın ve erkeğin aynı ortamda ve birlikte dua etmelerinde bir sakınca yoktur.
Hinduizm kürtaja hoşgörülü yaklaşır. Ana rahmindeki cenine yedinci ayda can verildiği inancı olmasından dolayı çocuk aldırmak günah sayılmaz. Aşırı nüfusa sahip Hindistan için bunun olumlu bir durum olduğu düşünülebilir.
Bu dinde eş cinsellik de tam olarak bir tabu değildir. Rigveda adındaki bir vedaya göre eş cinsellik evrendeki çeşitliliğin bir parçasıdır.
Tanrıların ezici çoğunlukla erkek olmalarının dışında, cinsiyet ayrımı açısından inceleyeceğimiz diğer dinlere oranla Hinduizm’in bir ölçüde daha eşitlikçi olduğunu söylemek yanlış olmaz. Hinduizm’de bir ruhban sınıfı olmamasının bunda etkisi olabilir.
Hinduizm hakkında daha çok şey yazılabilir ama bu kadarının yeterince fikir verdiğine inanıyorum.
Hinduizm’e çok yakın bir din olan Sihizm ise 15. ve 16. yüzyıllarda yaşamış olan Guru Nanak tarafından kurulmuş bir inanç sistemidir. Gurular, Sihizm’de Hinduizm’den farklı olarak sadece öğretmen olarak değil aynı zamanda bir peygamber olarak görülürler. Hristiyan azizlerine benzetilebilir. Kendilerine kutsallık atfedilen bu kişilerin erkek olduğunu söylemeye sanırım gerek bile yok.
Gurdwara adı verilen Sih tapınaklarında kadınlar ve erkekler birlikte ibadet edebilirler. Bu tapınakların önemli bir özelliği de langar denen aşevlerini barındırmalarıdır. İhtiyaç duyan her insan, inancına, ırkına, kastına ve cinsiyetine bakılmaksızın bu aşevlerinden bedelsiz olarak yararlanabilir. Burada kadın ve erkek gönüllüler hizmet eder. Bu kişilerin de Sih olma zorunluluğu yoktur. Sihler için kutsal kabul edilen Amritsar’daki Altın Tapınak’ta günde yüz bin kişiye kadar yemek sunulmaktadır. Bu rakam açık ara bir dünya rekorudur.
Sihizm’in kutsal kitabı sayılan Guru Granth Sahib, kürtaj konusuna net bir açıklık getirmemektedir. Bazı gurular kürtajı, tanrının yaratma sürecine karşı bir eylem olduğunu bildirmiş olsalar da, kişilerin kendi tercihlerine bırakılmış bir konudur.
Aynı kitap eşcinsellik konusunda da bir hüküm vermemektedir. Bir kişinin toplumdaki diğer insanların ırk, cinsiyet ve inançlarına saygılı olmasını öğütlemektedir. Bu nedenle Sihizm’in eş cinsellik konusunda hoşgörülü olduğu söylenebilir.
Gelelim yaşayan en eski dinlerden biri olan Budizm’e:
Bu din adını Buddha’dan alıyor. Buddha bir kişi. M.Ö. 5. yüzyılda yaşadığına inanılıyor. Asıl adı Sidhartha Gautama. Buddha adını sonradan alıyor. Anlamı aydınlanmış kişi demektir. Herhalde ben söylemeden tahmin edeceğiniz gibi kendisi bir erkektir. Bugün dünyada 500 milyonun üzerinde Budist olduğu hesaplanıyor.
Budizm’in Hinduizm’den ayrıldığı önemli bir nokta var. Bu dinde tanrılar yok. Her ne kadar din olarak algılansa da aslında Budizm için felsefeye dayalı bir inanç sistemi demek mümkün.
Budizm’in de çeşitli kolları var. Bunların en başlıcası Tibet Budizmi. Bu inancın merkezinde Dalay Lama adı verilen kutsal bir figür yer alır. Bunu bir kişinin adı olarak algılayabilirsiniz ama aslında bu isim değil bir unvandır. Moğolca okyanus ya da büyük anlamları taşıyan dalay sözü ile Tibetçe öğretmen anlamına gelen blama sözlerinden oluşmaktadır. Bugün Dalay Lama olarak tanıdığımız kişinin asıl adı ise Tengiz Gyatso’dur ve 14. Dalay Lama olarak adlandırılır. 14. yüzyıldan bu yana süregelen bu sistemde Dalay Lama’lar sadece erkektir.
Cinsiyet ayrımı Budizm açısından yadırganacak bir durum değildir.
Gautama Buddha’nın kendisinin ilk dönemlerde kadınları bu dine kabul etmediği bilinir. Buddha, bir kadının asla mükemmel aydınlanmaya erişemeyeceğini, aydınlanmanın sadece erkekler için olduğunu söylemiştir. Sonradan yapılan Lotus Sutra revizyonu ile kadınların da aydınlanabilecekleri ve ölümsüzlük anlamına gelen Nirvana’ya ulaşabilecekleri bildirilmiştir.
Budist rahipleri dendiğini çok duymuşuzdur. Peki ya Budist rahibeleri dendiğini hiç duydunuz mu? Pek duymazsınız. Çünkü Budizm’de genel olarak sadece rahipler vardır. Tek istisnası, bu dinin bir mezhebi olarak kabul edebileceğimiz Mahayana inancında çok kısıtlı sayıda rahibe olmasıdır. Bunların misyonları ise inzivaya çekilmek ve öğretileri diğer kadınlara aktarmaktan ibarettir.
Budist rahipler evlenmezler ve kadınlarla ilişkiye giremezler. Onlar için kadın günahtır.
Kürtaja yönelik olarak Budizm’de tek tip bir uygulama yoktur. Dalay Lama karşı olduğunu ancak gerekli hallerde yapılabileceğini söylemiştir. Budizm’in yaygın din olduğu ülkelerde kürtaj yasaldır.
Tibet Budizm’i eş cinselliği uygunsuz davranış olarak tanımlar. Ancak genel olarak Budistlerin bu konuya hoşgörü çerçevesinde baktıkları söylenebilir. Budist rahipleri arasında eş cinselliğin yaygın olduğu bilinmektedir. Ayrıca dinî liderlerin karşı olduklarını bildirmelerine rağmen eş cinsellik, nüfusunun büyük çoğunluğunun Budist olduğu Tayland ve Sri Lanka’da oldukça yaygındır.
Doğu dinleri bahsini kapatmadan önce son olarak sadece Japonya’ya özgü olan Şinto inancına da değinelim.
Şinto da çok tanrılı bir dindir. Anlamı kami yolu demektir. Kami sözünün başka dillerde tam bir karşılığı yoktur. Tanrı anlamına da gelebilir, ruh anlamına da. Evrende var olan her şeyin bir ruhu olduğuna inanılır ve ona tanrısal bir değer atfedilir. Bu inanışa göre her şey kutsaldır. Japon mitolojisinde sekiz milyon kami olduğu söylenir.
Bu dinde peygamber yoktur. Ancak mesajları ileten varlıklar vardır. Bunlar çeşitli hayvan formlarında ortaya çıkarlar.
Şinto dininde kannuşi adı verilen rahipler vardır ve hepsi erkektir. Görevleri Şinto mabetlerini korumak ve bakımlarını yapmaktır. Kamilerin sahibi olarak görülürler ve toplumda büyük bir saygı ile karşılanırlar. Kannuşilerin jinja miko olarak adlandırılan yardımcıları vardır. Bunlar evlenmemiş kadınlardır. Erkeğin bariz bir şekilde egemen olduğu Japon toplumunda kadının ikincil poziyonda olması yadırganmaz.
Japonya’da kürtaja toplumsal olarak hoşgörüyle yaklaşılmaktadır ve tıbbî gereklilik koşuluyla yasaldır.
Eş cinsellik konusunda yasal bir kısıtlama bulunmamaktadır. Eş cinsel evlilikler yasal olmamakla beraber bazı yerel yönetimler tarafından hukukî geçerliliği olmayan evlilik cüzdanları verilmektedir.
Şimdi de gelelim tek tanrılı dinlere…
İlk ortaya çıkan semavi din Museviliktir. Musevi demek Hz. Musa’nın (Moşe Rabbenu) yolundan giden demektir. Bu dine İbranicede Yahadut denir. Kökü yehudah yani övülmüş sözcüğüdür. İsrail halkı, İsrail Krallığı’nın tanrısı Yahova ya da Yahveh tarafından övülmüş ya da kutsanmıştır. Yahova erkek olarak tanımlanır ve kendisinden eril şahıs zamiri ile bahsedilir. Hristiyanlığın kutsal kitabı olan İncil’in Yeni Ahit versiyonunda yer alan Çıkış (Exodus) Ayeti’nde Yehova tanrı olarak anılır.
Hepimizin bildiği gibi Hz. Musa’ya, Tanrı tarafından on emir iletilmiştir. Bu emirlerin onuncusu şöyle buyuruyor:
“Komşunun evine tamah etmeyeceksin, komşunun karısına, yahut kölesine, yahut cariyesine, yahut öküzüne, yahut eşeğine, yahut komşunun hiçbir şeyine tamah etmeyeceksin.”
Bu emirde karısına ve cariyesine sözlerine bakarak, bu emirlerin aslında erkekler için yazıldığı anlaşılıyor. Kocasına ya da eşine demiyor. Bu durum da bize erkeğin birinci planda tutulduğunu düşündürüyor. Karısının, eşek ve öküzle aynı emirde belirtilmesi de insanın içini acıtıyor.
Musevilikte erkekler egemenliği sadece gönderilen emirlerle sınırlı değildir. Bu dinde cemaat liderleri de erkektir.
Geleneksel yapıda babadan oğula geçen bir mabet görevliliği müessesesi vardır. Hz. Musa’nın erkek kardeşi Harun’un (Aaron) soyundan geldiğine inanılan kohen adı verilen ruhanî kişiler tarafından yönetilir. Önemli dinî törenlerde Tevrat’ı kohenler okurlar.
Musevilik dininin rahipleri diyebileceğimiz hahamlar da geleneksel olarak sadece erkektirler. Sinagoglarda ayinleri yönetirler. Feminizmin etkisiyle 1970’li yıllarda ABD’de kadın hahamlar ortaya çıkmıştır, ancak bugüne değin sayıları çok kısıtlı kalmış ve birçok Musevi cemaati tarafından kabul görmemişlerdir. Sinagoglarda, aynı camilerde olduğu gibi, kadın ve erkek ayrı yerlerde ibadet ederler. Ortodoks Musevilerde kendi eşi olmayan kadına yaklaşmak dahi günah kabul edilir.
Hahamlar evlenebilirler. Hatta evlenip aile kurmaları sadece caiz değil aynı zamanda farzdır. Tevrat onların meyve vermelerini ve çoğalmalarını öğütlemektedir. Kural olarak dul kadınları, akrabayı ya da Musevi olmayan bir kadını eş alamazlar.
Kürtaja yaklaşım, değişik coğrafyalardaki Musevi cemaatleri arasında farklılıklar göstermektedir. Bir din devleti olan İsrail’de yasal düzenlemeler belirli şartlar altında kürtaja izin vermektedir. Tutucu Musevi cemaatlerinin karşı olduğu gözlenmektedir. Aynı durum eş cinseller ve eş cinsel evlilikleri için de geçerlidir. İsrail’de eş cinsel evliliği yasal olmamakla beraber yurt dışında yapılmış evlilikler bu ülkede tasdik edilmektedir.
Musevi inancının bir anlamda türevi olan Hristiyanlık dininde de tanrı erkektir. İsa’nın babasıdır. Aslen Yusuf (Saint Joseph) ile evli olan Meryem Ana, tanrının ruhu olduğuna inanılan kutsal ruhtan hamile kalmış ve İsa’yı doğurmuştur. İsa’dan başka çocukları da olmuştur. Eski Ahit erkek çocukların adlarını yazar ama kızlarınkini yazmaz.
Hinduizm’de olduğu gibi Hristiyanlıkta da Kutsal Üçleme (Holy Trinity) vardır: Baba, Oğul ve Kutsal Ruh. Baba tanrıdır.
Hristiyanlık dininin kutsal kitabının resmî adı Kitab-ı Mukaddes’tir. Eski Ahit ve Yeni Ahit’lerden oluşur. İçinde pek çok İncil versiyonunu barındırır. Dilimizdeki İncil sözü Yunanca ei angelos hayırlı haberci sözünden türer. İngilizcedeki bible sözü de Yunanca biblia ta hagia (ok. aya) yani kutsal kitap sözlerinden.
Hristiyanlık adı Hz. İsa’nın Yunanca adı olan Hristos’tan gelir. Sözcük anlamı kutsanmış demektir. Hristiyanlık da İsa’ya inananlar anlamındadır.
İsa aslen bir Yahudi vaizdir. İncil’e göre Yahya peygamber (Baptist John) tarafından vaftiz edilmesinin ardından cennetten gelen ses ona “Oğul” demiş ve mesih olarak görevlendirmiştir. Kuran’a göre ise İsa, peygamberdir ama tanrının oğlu değildir. Mesajlar kendisine vahiy yolu ile indirilmiştir.
Dünyada 2.4 milyar Hristiyan olduğu tahmin edilmektedir. Bu onu dünyanın en yaygın dini yapmaktadır.
Cinsel ayrımcılık açısından Eski Ahit’te kadın, çok açık bir şekilde babanın ya da kocanın mutlak otoritesi altındadır.
Hristiyanlık kendi içinde birçok mezhep barındırır. Bunların en yaygın olanı 1.3 milyar müridi ile Katolik mezhebidir. Katolik inancında ruhanî lider Papa’dır. Kendisinin yardımcıları konumunda kardinaller vardır. Papalık, sadece dinî bir kurum değil, siyasal ve çok büyük bir ekonomik güce de sahip olan, dünya çapında bir otoritedir. Vatikan, tüm ülkeler tarafından tanınmış bir din devletidir ve Papa da o devletin başıdır. Dünyanın en eski ve en köklü örgütlü yapılarından biridir.
Papalık kurumu M.S. 30 yılından günümüze kadar gelmiş bir kutsal makamdır. Vatikan’ın İngilizce resmî adı Holly See, Latince Sancta Sedes yani “Kutsal Makam”dır. İlk Papa, İsa’nın on iki havarisinden biri olan Aziz Peter’dir. Kendisinden sonra 265 Papa daha bu makama oturmuştur. Bunların hepsi erkektir. Kardinallerin de tamamı erkektir.
Katoliklerde Papa, kardinaller ve papazlar evlenemezler ve kadınlarla ilişkiye giremezler. Aynı şekilde rahibeler de evlenemezler ve cinsel ilişkiye girmeleri yasaktır.
Bu inanç sistemi kürtajı da yasaklamaktadır. Katoliklerin ve Protestanların neredeyse yarı yarıya oldukları Kuzey İrlanda’da kürtaj önemli bir toplumsal sorun hâline gelmiştir. Nüfusunun tamamına yakını Katolik olan Polonya’da kürtaja ancak çok özel tıbbî zorunluluklar karşısında izin verilmektedir. Nikaragua’da ise tamamen yasa dışıdır. Diğer Katolik ülkelerde ancak 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren, tıbbî gerekçelerle ve kadının isteğine bağlı olarak, kürtaj yapılmasına izin verilmiştir.
Eş cinsellik ise, İncil’in yedi ayetinde lanetlenmiştir. Hristiyanlar arasında eş cinsellere en az hoşgörü ile yaklaşanlar Katoliklerdir. Katolik Kilisesi’ne göre eş cinsellik günahtır. Ancak son zamanlarda Papa Francis eş cinsel evliliklerine hoşgörüyle yaklaşılması gerektiği yönünde açıklamalarda bulunmuştur.
Hristiyanlığın diğer mezheplerinde de ruhanî liderler vardır. Ortodoks kiliselerinin başında patrikler vardır. Bunların en önemlisi Bizans döneminden bu yana İstanbul’da yerleşik olan Rum Patriğidir (resmî adıyla Konstantinopolis Ekümenik Patriği). Primus inter pares yani eşitler arasında birincidir. Doğu Ortodoks Kilisesi bünyesinde yer alan Rus, Ermeni, Gürcü, Habeş, Kudüs ve diğer Slav Ortodoks kiliselerinin başında da patrikler bulunur. Bu sistemde de aynı Katoliklerde olduğu gibi tüm patrik ve piskoposlar erkeklerden oluşur.
Ortodokslarda patrikler evlenemez ancak bazı alt kiliselerde papazlar evlenebilirler. Piskopos makamına erişmek için bir papazın evlenmemiş olması gerekir.
Kürtaja ve eş cinselliğe karşı yaklaşımları da farklılıklar gösterir. Sosyalist döneminin etkisiyle Rus ve diğer Ortodoks Slav kiliseleri daha hoşgörülüyken Yunan ve Habeş kiliseleri bu konularda daha tutucudurlar.
Protestanlık mezhebinde Katolikler ve Ortodokslar gibi ruhanî lider yoktur. Bu mezhepte papazların evlenmeleri serbesttir.
Hristiyan mezhepleri arasında kadın hakları konusunda en aktif olanların Protestanlar olduğu söylenebilir. Katoliklere ve Ortodokslara göre daha reformcu olan bu gruplar, köleliğin kaldırılması ve kadınlara seçme hakkı verilmesi gibi toplumsal konularda Hristiyan dünyası içinde öncülük etmişlerdir.
Hristiyanlığın, Musevilik ve İslam’dan farklı olan yanı manastır yapısında rahibelerin de yer almasıdır. Budistlerde olduğu gibi ya inziva amaçlı ya da kadınlar arasında öğretilerin yayılması misyonunu üstlenirler. Azize olabilirler ancak cemaat lideri olamazlar.
Bazı mezheplerde, özellikle de Protestanlar arasında kilise ayinlerini yöneten kadınlara rastlanır. Bu kişilere rahibe değil din kardeşi (religious sister) adını verirler. Rahibelere anne diye hitap etmeyi tercih ederler. Örnek olarak Rahibe Teresa’ya İngilizcede Mother Teresa derler. Kendisi Üsküplü bir Arnavut’tur ve asıl adı Gonca Boyacı’dır. İlginç olduğu için not düşmek istedim.
Şimdi de İslam dinine bakalım.
Allah’ın nihai kelamı olan Kuran’da, Musevilik ve Hristiyanlık dinleri kabul edilir ancak İslam dininin son din, Hz. Muhammed’in de Allah tarafından dünyaya gönderilen son peygamber olduğu bildirilir. Bugün dünyada 1.8 milyar Müslüman yaşamaktadır.
İslam dininde peygamber, halifeler, şeyhülislamlar ve mollaların tamamının erkek olduğunu görürüz. İslam’da ruhban sınıfı olmamasına karşın tüm imamlar ve müezzinler de erkektir.
İmamlar da dahil olmak üzere tüm din görevlileri evlenebilirler.
Kuran’da kürtajla ilgili bir hüküm yoktur. Bir ceninin ana rahmine düşmesinden yüz yirmi gün sonra ruha sahip olduğu, bu nedenle kürtajın caiz olmadığı inanışı vardır. İslam ülkeleri arasında bu konuda farklı yasal uygulamalar mevcuttur.
İslam’ın eş cinselliğe yaklaşımı da oldukça keskin farklılıklar göstermektedir. Hadislerde eş cinsellik lanetlenmektedir. Şeriatla yönetilen ülkelerde ölüm cezasına varan cezalar uygulanmaktadır. İran İslam Devrimi’nin ilk yıllarında yüzlerce eş cinselin idam edildiği bilinmektedir. Türkiye’de eş cinsel evlilik yasal olmamakla birlikte eş cinselliğin cezaî bir yaptırımı yoktur.
Şeriat hukukunun egemen olduğu ülkelerde kadın erkek eşitliğinden söz etmenin de olanağı yoktur. Kadınların toplumsal yaşamın her alanında medenî hakları çok daha kısıtlıdır. Erkek dört kadına kadar eş alabilir. Bir kadın, sevdiği bir erkekle hayatını birleştirme talihine kavuşsa bile onu başka kadınlarla paylaşmak zorunda kalabilir. Kız çocuk mirastan, erkek kardeşinin aldığı payın yarısını alır. Birçok Arap ülkesinde kadınların seçme hakkı 20. yüzyılın sonlarına doğru verilmiştir. Suudi Arabistan’da 2011 yılında başlamıştır. Seçilme hakkı ise ayrı bir konudur.
Kadın erkek eşitliğini bir tarafa bırakın fırsat eşitliğinden bile söz etmek mümkün değildir. Afganistan gibi katı İslamî kurallarla yönetilen ülkelerde kızlar ve erkekler aynı sınıflara gidemezler ve aynı düzeyde eğitim imkanlarına kavuşamazlar. Bu durum çalışma hayatında da böyledir, diğer sosyal haklar konusunda da.
Kuran’da bahsi geçmediği halde içtihatta kadınların örtünmesi istenir. Nüfusunun çoğunluğu Müslüman olduğu hâlde çağdaş medenî kanunlarla yönetilen Türkiye, Azerbaycan, Lübnan, Özbekistan, Suriye gibi ülkelerde kadının kapanması zorunlu değildir. Ancak İran, Afganistan, Suudi Arabistan, Libya, Yemen, Sudan gibi şeriatla yönetilen ülkelerde kamuya açık alanlarda kadının başı, bacakları ve kolları örtülü olmalıdır. Vücut hatlarını belli eden giyim de caiz değildir.
Şeriat hukukundaki recm gibi insanlık dışı uygulamalardan burada bahsetmiyorum bile…
Bütün bunları dinlerin kendisi ana kaynağında emretmiyor olabilir ancak burada verdiğim örneklerin tamamı gerçek hayatta yaşananlar.
Buraya kadar, dünyada yaygın olan dinlerdeki cinsiyet ayrımcılığını ve erkek egemenliğini örnekleriyle ortaya koymaya çalıştım. Bugün yaşamayan Eski Mısır, Sümer, Hitit, Maya, İnka gibi uygarlıkların dinlerindeki durum ayrı bir inceleme konusu olabilir.
Değinmediğim bir din daha kaldı. Bu da Türklerin İslam öncesi inançları olan Tengricilik. Üç bin yıllık geçmişi olan bu din en kısa tanımıyla bir doğaya tapınma inancı olarak açıklanabilir. Kök Tengri yani Gök Tanrı üstümüzde dönen mavi gökyüzüdür. Onun sakladığı güneş, ay, ateş ve su kutsaldır.
Bu dinde ne peygamber vardır ne de ruhban sınıfı. Sadece ruhlarla iletişime geçtiklerine inanılan kamlar ya da diğer bir deyişle şamanlar vardır. Doğa ile insan arasındaki dengeyi sağladıklarına ve hastaları iyileştirdiklerine inanılır. Bu kişilerin kutsallığı yoktur ancak bu yeteneklerinden dolayı toplumda saygı gören kişilerdir. Kamlar kadın da olabilir, erkek de.
Tengricilik inanışı ile yakından bağdaşan Şamanizm sadece Asya’da yaygın değildir. Kuzey ve Güney Amerikan yerlileri de bu inanca sahiptirler.
Kadın erkek eşitliği aşısından bakıldığında Tengrizm’de daha adil bir düzen olduğunu görüyoruz. İslamiyet’in kabulünden önceki Türk toplumlarının ataerkil değil anaerkil olduğunu hatırlatıyor bize.
Dünyanın pek çok yerinde kadınların köle olarak satıldığı dönemlerde Türk kadını özgür ve saygın olmuştur. Antik Yunan’dan Fars’a, Arap’tan Çin’e kadar farklı kültürlerde kadın mal olarak görülürken, Türkler için kadın, hayatın merkezinde ve çok değerli bir zenginlik olarak görülmüştür. Devlet töresinde bir kağan, hatunu olmadan karar vermez, her zaman onunla akıl birliği yapardı. Bunun, tarihimizde ve Dede Korkut gibi destanlarımızda örnekleri çoktur. Ancak en çarpıcı olanı Hunların ve Göktürklerin kağan buyruklarında mutlaka kadının da onayı olmasıdır. Bu buyruklar “Kağan ve Hatun buyurur” sözleriyle başlar.
Bilge Kağan yazıtında da şu sözler dikkat çeker:
“Annem Hatunu yücelten Tanrı, devlet veren Tanrı, Türk halkının adı sanı yok olmasın diye, beni o Tanrı kağan diye tahta oturttu.”
Kadının böyle yüce ve saygın olması da doğal değil mi? Doğada doğuran kadındır. Bize ürün veren toprağa “toprak ana” deriz. Tüm canlıları kucaklayan doğaya “tabiat ana” deriz. Kadın anadır. Kadın can verendir. Kadın koruyan ve büyütendir. Onun kutsal olması, el üstünde tutulması gerekmez mi?
Peki dinler neden bu bakış açısına sahip olamadı? Neden tanrılar erkek olarak betimlendi? Neden tüm peygamberler erkek oldu? Neden tüm dinler her zaman erkekler tarafından yönetildi?
Bu soruların yanıtının toplumlarının geçirdikleri süreçte olduğunu düşünüyorum. Bir arada yaşayan insan toplulukları avcı toplayıcılıktan tarıma ve yerleşik düzene geçtiklerinde mülkiyete dayalı toplumlar ortaya çıkmaya başladı. Başta toprak sahiplenmesi olmak üzere mülkiyet kavramı gelişmeye başladı. Eskiden yeme, giyinme ve ulaşım ihtiyaçları için kullandıkları hayvanlar şimdi tarımda bir üretim aracı hâline gelmişti. Yetiştirilen ürünler de artı değer olarak korunması gereken bir varlığa dönüşüyordu.
Mülk sahibi olmak beraberinde gücü getiriyordu ve mülkü korumak da güçlü olmayı gerektiriyordu. Erkek, gücü sayesinde toplumda giderek daha fazla söz sahibi olmaya başladı. Bu yeni sosyal yapı, yeni bir toplumsal erk ortaya çıkardı. Toplumların başına artık erkekler geçmişti. Kadınları da erkekler sahiplendi.
Yerleşik düzene geçmeyen göçebe topluluklarda kadının değeri ve önemi daha fazla korundu. Türklerin anaerkil toplum yapılarının temelinde göçebe hayatının etkisinin olduğunu düşünebiliriz. Benzer durum Amerika kıtasındaki yerliler için de söylenebilir. Türklerin tarım toplumuna geçmesi ve ardından İslam dinini kabul etmeleri ile toplumda erkek baskın duruma geldi.
Başta sorduğum sorulara olanaklar ölçüsünde ve tüm dinlere eşit mesafede durarak yanıtlar bulmaya çalıştım. Belki hepsi tam olarak yanıtlanamadı. Ama bu konuda bir fikir oluşmasına ve yeni soruların sorulmasına katkıları olacaklarına inanıyorum.
“Dinde erkek egemenliği kader midir“ sorusunun yanıtını da size bırakıyorum…
Dilde erkek egemenliği yazısını okumak için tıklayın