Toplum neyse dil odur. Dil toplumun ihtiyaçlarını karşılamak için ortaya çıkar ve gelişir. Bir anlamda toplumun aynasıdır.
İnsanlık tarihinin çok büyük bir bölümünde toplumlarda erkek egemenliği olmuştur. Dinlerin ortaya çıkmasıyla bu egemenlik daha da pekişmiştir. Dinî liderler nedense hep erkektir. Papa ve kardinaller her zaman erkek olmuştur. İslam dininde namazları kıldıran, vaazları veren imamlar erkektir. Musevîlerde de ayinleri erkek hahamlar yönetir. Her şeyden önce tüm peygamberler erkektir. Dinler, toplumlardaki erkek egemenliğini sağlama almıştır.
Tarih boyunca erkeklik, gücü, iktidarı ve güveni temsil etmiştir. Türkçede adam sözü genel anlamda insanı betimler. Bilim adamı, din adamı, devlet adamı, tek adam, mağara adamı, iş adamı, halk adamı, adam gibi adam, adam olmak, adam etmek, adamdan saymak, işin adamı, adam seçmek, adam sanmak, adam yerine koymak, adamına göre muamele, adamakıllı derken hep insan kastedilir aslında, sadece erkek değil. Ama bilinçaltımızda yatan erkekliktir. Kardan adam derken bile bilincimizin derinliklerinden erkek figürü çıkar.
Bu yalnız Türkçede böyle değil. Pek çok dilde aynı durum vardır. İngilizcede insanlık tarihine history of mankind denir. Man sözü burada insanı betimler ama kökü erkektir. Dilimizde de insanoğlu sözü vardır. Eril anlam içerir. Latince kökenli human sözü de kök olarak “of man”, insana ait, erkeğe ait anlamını içerir. “Mankind” yerine “humanity” deseniz de eril anlamdan uzaklaşmazsınız. Hümanizm derken bile aslında istemeden bir insan ayrımı yaparsınız.
Batı dillerinde eril anlam kullanmadan kardeşlik bile diyemezsiniz. İngilizce brotherhood (brother), Almanca bruderschaft (bruder), Fransızca fraternité (frère), İtalyanca fratellanza (fratello), Latince fraternitatem (frater), İsveççe broderskap (bror), Arnavutça vëllazëri (vëlla), Macarca testvériség (testvér), Lehçe braterstwo (brat), Rusça, Bulgarca, Sırpça, Makedonca, Slovence bratsvo (brat) sözlerinin hepsi, gördüğünüz gibi, erkek kardeş köküne dayanır. Dilimizin, dişil eril ayrımı yapmadan, pozitif ayrıştığı bir sözdür kardeşlik.
Benzer şekilde pozitif ayrıştığımız bir başka söz daha vardır, o da eskiden kraliçe anlamında kullandığımız ece sözüdür. Slav dillerinden Türkçeye giren kraliçe sözünün kökü yine Slav kökenli kraldır, yani erkektir. Kralın olmadığı yerde kraliçe olmaz. Ama ece öyle değildir. Başka bir eril sözden türememiştir. Kendiliğinden vardır. Erkeğin kaburgasından türememiştir.
Kraliçe Almancada “königin”dir, könig olmadan olmaz. İtalyanca “regina” nın, re olmadan, İspanyolca “reina”nın rey olmadan olmayacağı gibi. Neredeyse tüm Batı dillerinde durum aynıdır.
Rusçadan aldığımız çariçe sözü de benzer şekilde çar sözünden türemiştir. Kökeni Latince ceasardır (ok. keysar). Julius Sezar’a gücünü ve adını veren ceasar.
Arapçada kral malik, kraliçe “malika”dır. Habeşçede kral “nigusi”dir, kraliçe “nigişiti”. Biraz daha uzağa gidelim. Hintçede kral “raca”dır, kraliçe “rana.” Kökü, yönetmek anlamındaki “raac” fiilidir. “Malik” ve “malika”nın durumu açık ama sizce “nigusi” olmadan “nigişiti”, raca olmadan “rana” olur mu? Bu dillerin uzmanı değilim ama yapısal durum bunu düşündürmüyor.
Prenses sözünde de durum farklı değildir. Fransızcadan aldığımız söz yine Fransızca prens sözünün dişil hâlidir. Prens sözünün kökü ise Latince şef, önde giden anlamları taşıyan princep sözüdür. Onun da kökü ilk, ön anlamlarındaki “primus” sözüdür. Erkeğin her zaman önde olarak algılandığının güzel bir göstergesidir.
Durumu biraz daha dramatik hâle getirelim mi? İngilizcede kadın için kullanılan “woman” sözünün temeli “man” yani erkektir. Eski İngilizcede “wifman” yani erkeğin karısı sözünden bugünkü hâline evrilmiştir. Bu nedenledir ki çoğulu aynen men sözünde olduğu gibi “women” şeklindedir.
İngilizce “queen” sözünün kökü de Eski Saksonca “quan” sözüdür. Vikinglerden alınan söz “erkeğin karısı” anlamındadır. Bugün görece çok daha eşitlikçi olduğunu düşündüğümüz Batı’nın dil kodlarında kral olmadan kraliçe, prens olmadan prenses sözleri türeyemezdi.
Birleşik Krallık’ın başında neredeyse yetmiş yıldır bir kraliçe olsa da onun adı yine de krallıktır. Daha da öteye gidelim. Erkek egemenliği bilincimizin o kadar derinlerine işlemiş ki bırakın insan toplumlarını, hayvanları bile krallıkla betimlemişiz. Ormanda yaşamasa da aslana ormanlar kralı demişiz. İngilizler “animal kingdom”, Fransızlar “le règne animal”, Almanlar “Tierreich”, Ruslar “jivotnoe tsartsvo” demekten kendilerini alamamışlar. Bilinçaltımız bize kral olmadan düzen olmayacağını dikte etmiş.
Dünya dillerinin içine işlemiş erkek egemenliği, tabir yerindeyse maçoluk, son birkaç on yılda insanların dikkatini çekmeye başladı. Feminizmin yükselişiyle birlikte daha da ivme kazandı ve dilde kısıtlı da olsa bir revizyona gidilmesine yol açtı.
İngilizcede çok belirgin bir şekilde erkeği işaret eden chairman, businessman, spokesman, salesman gibi sözler chairperson, businesswoman, spokesperson, salesperson sözleri ile değiştirildi. Artık bir şirket başkanına chairman demek neredeyse ayıp karşılanıyor. Ama İngilizcenin başa çıkamadığı anchorman, fisherman, iceman, birdman, horseman, herdsman, mailman, man-made, caveman, manpower, nobleman, watchman, fireman, unmanned, snowman, seaman, policeman, middleman, milkman, tribesman, tradesman gibi daha birçok söz var. Dilin içine perçinlenmiş bu sözlerin yerine başka sözler bulmak pek kolay görünmüyor.
Türkçe bu anlamda biraz daha şanslı: Postacı, denizci, kuşçu, sütçü, itfaiyeci, tüccar, aracı derken biz cinsiyet ayrımı yapmıyoruz. Ama kardan adam erkek kalmaya devam ediyor…
İngilizcede gösterilen bu hassasiyet dilimizde de kendini gösterdi. Bilim adamı sözünün yerini son yıllarda bilim insanı ya da bilimci sözleri almış durumda. Artık insanoğlu sözü yerine daha çok insanlık kullanılıyor. Adam gibi yerine insan gibi, adam müsveddesi yerine insan müsveddesi sözlerini tercih ediyoruz. Ama bizim de kolay kolay değiştiremeyeceğimiz bir çok eril söz var, tıpkı İngilizcedeki gibi.
Belki de her şeyi değiştirmeye kalkışmak yanlış olur. İnsan toplumları bu şekilde evrilmişler ve bugüne de, yarına da uzanacak genetik kodlar taşıyorlar. Diller de bu genetik yapıyı oluşturan kromozomlar. Genlerin değiştirilmeye çalışılması bir anlamda genetiğin bozulmasına yol açıyor. Önemli olan farkında olmak. Dünyayı, sadece Herkül’ün omuzlarında taşımadığının farkına varmak. Gücün artık kollarda değil, beynin kıvrımları arasında olduğunu anlamak. Dünya genelindeki toplumsal kadın hareketi bu anlamda başarılı oldu. Kadının, dünyayı birlikte omuzlamakta, erkeklerden eksik hiçbir tarafının olmadığının farkındalığını yarattı. Bu yazımın da farkındalığa bir katkısı olmasını umuyorum…
Bu yazdıklarımı okuduktan sonra benim feminist olduğumu düşünebilirsiniz. Bunları düşünmek ve söylemek için feminist olmak şart değil. İnsan olmak yeterli.