Bu dünyadan bir Neyzen Tevfik geçti… 28 Ocak 1953 yılında 74 yaşındayken aramızdan ayrılan büyük ney üstadını günümüz gençliğinin çoğu belki de adını bile duymamıştır. Sadece “ney”i ile değil hicivleri ve hazırcevaplılığı ile tanınan üstadı bu yazı ile bir kez daha anmak istedim.
Kime sordumsa seni doğru cevap vermediler;
Kimi alçak, kimi hırsız, kimi deyyus dediler.
Künyeni almak için partiye ettim telefon,
Bizdeki kayda göre, şimdi o meb’us dediler!
Bu dizelerin sahibi olan Neyzen Tevfik deyince çoğumuzun aklına küfürlü taşlamaları ve ney çalışındaki ustalığı gelir. Neyzenliğini bir yana bırakacak olursak hiciv ve yergileri ile günümüzde yaşasa acaba ne yapardı?
Haksızlığa, yolsuzluğa ve yozlaşmışlığa karşı yine şiirler yazar mıydı? Yoksa bu düzenden nemalanmak için yukarıdakileri pohpohlar mıydı?
Yaşadığı yıllarda “Ne ceket kaldı, ne metelik cebinde ceketin. Kurtaracağız diye geldiler içine sıçtılar memleketin” diyen Neyzen Tevfik bugün yaşasa aynı sözler yine söyler miydi?
Bazıları tarafından “Türklerin Diyojen”i olarak adlandırılılan Neyzen Tevfik ya da tam adıyla Mehmet Tevfik Kolaylı 24 Mart 1879 Bodrum’da doğmuştur. Babası Hasan Fehmi Bey aslen Samsun’un Bafra ilçesine bağlı Kolay beldesindendir. O yüzden Soyadı Kanunu (1934) çıkınca memleketinin ismini, soyadı olarak almıştır.
Eskilerin deyimiyle nevi şahsına münhasır bir kişilik olan Tevfik , kimilerinin “berduş”, kimilerinin “asi”, kimilerinin ise “deli” olarak nitelediği bir yaşam sürmüştür. Ama onun yaşamını anlatan en iyi iki kelime “çılgın ve özgür” olurdu.
Osmanlı döneminde istibdat yönetimine, Cumhuriyet yıllarında ise devrimlere karşı çıkanlara hicivleriyle cevap vermiş; haksızlığa, yolsuzluğa ve yozlaşmışlığa karşı şiirler yazmıştır.
Birçok defa tutuklanmış ama kısa süre sonra serbest bırakılmıştır. Yaşamı boyunca sara hastalığı ve yoksullukla mücadele etmiş, 28 Ocak 1953’te İstanbul’da ölmüştür…
Kendini anlatırken;
“Umumi harbe kadar (1. Dünya Savaşı) 1868 okka (2400 kg kadar) rakı içtim, bütün gazeteler de yazdı ya. Ondan sonrasını hesap etmedim. Rakıdan başka 3-4 ton esrar içtim. Bir o kadar da afyon yuttum. Aylarca değil yemek, bir lokma ekmek bile ağzıma koymadım. Sürttüm, sefil oldum, serserilerle gezdim, parasız kaldım. Yeni Cami’nin arka merdivenlerinde köpeklerle koyun koyuna yattım. Taş, yağmur, soğuk bana hiçbir şey yapmadı, sapasağlam gezdim. Dostlarım hırsızlar, yankesiciler, esrarkeşlerdi. Aralarında padişah bir derebeyi gibi yaşadım. Rakımı, mezemi hep bu adamlar sağlıyorlardı. Çalıyorlar, çırpıyorlar bana bakıyorlardı. Ya ben onlara ne yapıyordum birkaç ney taksimi, işte o kadar. Bu yalınayak, yırtık elbiseli insanlardan gördüğüm iyilik ve yardımı hiçbir zaman unutamam…”
diyen Neyzen Tevfik zaman zaman akıl hastanesinde de kalmıştır.
Sosyal medyada bir çok sözü ve şiiri paylaşılmasına rağmen aslında bazıları ona ait değildir. En büyük özelliklerinden biri de hazırcevaplılığı ve sözünü kimseden esirgememesidir.
Bir gün sorarlar:
-Neyzen, çalarken mi neşelenirsin, yoksa neşeli olduğun zaman mı çalarsın?
Maliye Bakanı hakkında yolsuzluk dedikoduların dolaştığı bir dönemdir.
Neyzen: Maliye Vekili değilim ki, çalarken zevk alayım….
O, gerçekten büyük bir sanatçı, makam ve şöhret sahiplerini amansız bir şekilde hicveden derbeder bir deha idi.
Hayat, çatlak bardaktaki suya benzer
İçsen de tükenir içmesen de
Bu yüzden hayattan tat almaya bak
Çünkü yaşasan da bitecek yaşamasan da.
Sevmediği tek şey, otoriteydi. O yüzden devlet büyükleri ile iyi geçinmezdi. Yine bir gün;
Neyzen Tevfik, iki gözü de görmeyen bir tanıdığına rastlar.
Tanıdığı sorar: “Memleketin durumunu nasıl görüyorsun, Tevfikciğim?”
“Karanlık” diyecekken vazgeçer, “Sizin gördüğünüz gibi” diye cevap verir.
Neyzen Tevfik, zamanının çok büyük bir bölümünü meyhanelerde dostlarıyla birlikte dertleşerek, söyleşerek geçirirdi. “Dostlarım hırsızlar, yankesiciler ve esrarkeşlerdi. Onlarla birlikte efsanevi bir yaşam sürdüm. Bir padişah, bir derebeyi gibi yaşadım” diye anlatır.
O’nun rak-içki üzerine bilinen birçok anısı vardır.
Yeşilaycı bir profesör, “içkinin zararları” konulu bir konferans veriyormuş. Konuşmasının bir yerinde dinleyicilere sormuş:
-İki kovadan birine rakı diğerine su doldurup bunları bir eşeğin önüne koysak, eşek hangisinden içer acaba… Dinleyiciler hep bir ağızdan :
– Suyu… demişler.
-Neden suyu içer? diye sormuş profesör.
Neyzen hemen atılmış:
-Eşekliğinden…
Başka bir gün Dr. Fahrettin Kerim Gökay “içkinin zararları” konulu konferansını vermektedir.
Bir ara: “Rakının her kadehi, hayatımızı bir saat kısaltır” der.
Dinleyiciler arasında olan Neyzen yerinden fırlayıp bağırır: “Eyvah, yandık!”
Hayrola, diye sorarlar.
“Hesap ettim, meğer ben öleli tam kırk yıl olmuş!”
Bir gün arkadaşı, onu meyhaneden çıkarken görmüştü. Eski bir dostu olarak sitem edip çıkışmak istedi.
– “Vallahi Tevfik Efendi, seni meyhaneden çıkarken görmek, beni son derece üzdü”.
Neyzen Tevfik cevap verir:
“Hemen geri döneyim öyleyse”…
Söylendiğine göre Atatürk’e sevgisi o kadar çokmuş ki; onun vefatından sonra günlerce evden çıkmamış.
Onun hicivleri ülke sınırlarını da aşmış Hitler’den Mussolini’ye kadar birçok devlet adamı Neyzen Tevfik’in hedefi olmuştu.
Hitler’e yazdığı,
“Bay Hitler’e yaralandı dediler.
Menhus yıldız çabuk doğar dulunur,
Sen köpeğe kuduz de de geçiver
Nasıl olsa bir öldüren bulunur”
Mussolini”ye yazdığı,
“İşte kambur feleğin emriyle
Mihver’in çarkını kırdı devran.
Duçe’dir Akdeniz’in yüz karası,
Yunan topyekün ağzına s…”
Neyzen Tevfik, bahanesi ne olursa olsun kendi doğruları çerçevesinde yaşamaktan vazgeçmemiş, hayalini kurduğu “başkalarına zarar vermeden, baskısız, zincirsiz, boyunduruksuz özgürlük” arayışının altında bir yaşam tüketmiştir.
İktidar ve yanlılarına yönelttiği ağır eleştiriler yüzünden hayatının farklı zamanlarında, farklı sebeplerle kaçak hayat sürmesine rağmen asla kimseye biat etmemiş, söylemlerinden vazgeçmemiştir.
İlhan Selçuk onun hakkında “Böyle kişilerin toplumda dokunulmazlığı vardır. Neyzen tipindekilere evliya gözüyle bakılır ve saygı duyulur” demiştir.