Pazar, 26 Eki 2025
  • My Feed
  • My Interests
  • My Saves
  • History
  • Blog
Subscribe
Medya Günlüğü
  • Ana Sayfa
  • Yazarlar
  • Hakkımızda
  • İletişim
  • 🔥
  • MG Özel
  • Günlük
  • Serbest Kürsü
  • Köşe Yazıları
  • Beyaz Önlük
  • Mentor
Font ResizerAa
Medya GünlüğüMedya Günlüğü
  • MG Özel
  • Günlük
  • Serbest Kürsü
  • Köşe Yazıları
  • Beyaz Önlük
  • Mentor
Ara
  • Anasayfa
  • Yazarlar
  • Hakkımızda
  • İletişim
Bizi takip edin
© 2025 Medya Günlüğü. Her Hakkı Saklıdır.
Webmaster : Turan Mustak.
ManşetSerbest Kürsü

Dedolarizasyon: İmparatorluğun para üzerinden çözülüşü

Metin Gülbay
Son güncelleme: 26 Ekim 2025 16:38
Metin Gülbay
Paylaş
Paylaş

Uluslararası sistemlerin yükselişi ve çöküşü çoğu zaman savaşlarla değil, para birimleriyle ölçülür.

1944 Bretton Woods Konferansı’nda şekillenen Amerikan dolar merkezli finansal düzen, yirminci yüzyılın yalnızca ekonomik değil, siyasal hegemonyasının da temel direği oldu. Dolar, II. Dünya Savaşı sonrasında hem kapitalist blokun istikrar unsuru hem de ABD’nin küresel iktidar aracı haline geldi. Bu sistem, altın rezervine dayalı bir güven mimarisi üzerine kurulmuştu; ancak 1971’de Başkan Nixon’ın altın standardını kaldırmasıyla birlikte, paranın değeri artık yalnızca Amerika’ya duyulan güvenle tanımlanmaya başladı. Böylece dolar, maddi bir temelden çok, sembolik bir iktidar göstergesine dönüştü.

Bu sembol, “Soğuk Savaş” boyunca yalnızca ticaretin değil, ittifakların, yardımların ve yaptırımların da diliydi. Doların küresel hâkimiyeti, askeri güçle değil, finansal erişimle genişledi. IMF ve Dünya Bankası gibi kurumlar, gelişmekte olan ülkelere kalkınma fonu sağlarken aynı zamanda dolar merkezli bağımlılık ilişkilerini de pekiştirdiler. Bu yapı, Batı’nın “kalkınma yardımı” adı altında yürüttüğü ekonomik vesayeti meşrulaştırdı. Doların küresel düzeydeki itibarı, ABD’nin yalnızca ekonomik gücüyle değil, ideolojik üstünlüğüyle de beslendi. Dolar, uzun süre boyunca “güvenin para birimi” olarak görüldü; oysa güven, her zaman iktidarın en kırılgan yüzüdür.

Güvenin Erozyonu: Paranın Sessiz Kırılma Noktası

2008 küresel finans krizi, bu inanç sisteminin en derin sarsıntısını yarattı. Lehman Brothers’ın çöküşüyle başlayan zincirleme kriz, yalnızca finansal yapıları değil, paranın ahlaki temelini de sarstı. ABD’nin krizi kendi para politikalarıyla ihraç etmesi, birçok ülke için ekonomik travmaya dönüştü. Bu, Bretton Woods’tan beri süregelen “dolar istikrarı” mitinin çözülmeye başladığı andı. Krizin ardından Fed’in sınırsız parasal genişleme politikaları, doların niceliksel değerini artırdı ama niteliksel güvenini aşındırdı. Paranın değeri artık arzla değil, inançla ölçülür hale geldi ve o inanç, yavaş yavaş zayıfladı.

2022’de Rusya’ya uygulanan SWIFT yaptırımları, finans sistemine erişimin artık sadece ekonomik değil, politik bir silah haline geldiğini gösterdi. Bu gelişme, birçok ülkeyi doların ötesinde finansal alternatifler aramaya itti. Çin’in dijital yuan projesi, Hindistan’ın bölgesel takas sistemleri ve BRICS ülkelerinin ortak rezerv girişimleri, yalnızca teknik çözümler değil, yeni bir finansal egemenlik anlayışı olarak yükseliyor. Doların hâkimiyeti, artık ekonomik bir güç değil, güvenlik riski olarak algılanmaya başladı.

Dedolarizasyon olarak adlandırılan süreç, bu güvensizliğin doğal sonucudur. Bugün dünya, ABD’ye ekonomik olarak değil, psikolojik olarak mesafe koyuyor. Çin’in yuanı küresel ticarette yaygınlaştırma çabası, Rusya’nın enerji satışlarını rubleyle fiyatlama politikası, Körfez ülkelerinin petrol ticaretinde çoklu para sistemine yönelmesi ve BRICS ülkelerinin alternatif ödeme mekanizmaları geliştirmesi, bu dönüşümün farklı cepheleri. 2000 yılında yüzde 71 olan dolar rezerv oranı, 2024’te yüzde 58’e düştü. Bu düşüş, dramatik bir çöküş değil; ama imparatorlukların tarihine bakıldığında, çözülüşün sessiz dönemini temsil ediyor. Çünkü çöküşler birden olmaz; önce inanç kaybolur, sonra denge.

Doların zayıflaması, ABD’nin ekonomik kapasitesindeki azalmadan çok, sistemin merkezsizleşmesinden kaynaklanıyor. Çin’in 2000’lerden itibaren yükselen ihracat gücü, enerji dönüşümüyle birlikte Körfez ülkelerinin yeniden konumlanması, Rusya’nın enerji diplomasisi ve Güneydoğu Asya ülkelerinin üretim merkezlerine dönüşmesi, çok kutuplu bir finansal yapının doğmasına yol açtı. Bu yapının temelinde “karşılıklı bağımlılık” değil, “bağımlılığı dengeleme” ilkesi bulunuyor.

Bu eğilim yalnızca devletlerin değil, şirketlerin ve finansal blokların da stratejilerini değiştiriyor. Körfez yatırım fonları Asya pazarlarına, Asya Merkez Bankaları ise Avrupa tahvillerine yöneliyor. Sermaye artık coğrafya değil, güven izliyor; ve bu güven, giderek çok merkezli bir yapıya dönüşüyor. Küresel ekonomi, tarih boyunca ilk kez hem üretim hem finans akışında coğrafi olarak dağılmış bir denge kuruyor.

Her ülke, kendi para biriminin ötesinde bir stratejik likidite alanı yaratmaya çalışıyor. Ancak bu model, henüz küresel ölçekte istikrar sağlayacak derinlikte değil. Paranın evrimi, gücün el değiştirmesinden çok, güvensizliğin coğrafya değiştirmesi biçiminde ilerliyor.

Türkiye: Yeni Finansal Dengenin Kavşağında

Türkiye bu küresel dönüşümün tam kavşağında yer alıyor. Ekonomik yapısı hâlâ büyük ölçüde dolarizasyonla iç içe geçmiş olsa da, son yıllarda geliştirilen enerji, ticaret ve finans politikaları, ülkenin çoklu para sistemine uyum kabiliyetini artırıyor. Türkiye, bir yandan Avrupa finans sistemine entegre olmaya devam ederken, diğer yandan Asya, Körfez ve Afrika ile kurduğu ekonomik ilişkiler üzerinden bölgesel bir dengeleme aktörü haline geliyor.

Bu çerçevede Türkiye, son yıllarda finansal diplomasi alanında dikkat çekici bir manevra kabiliyeti geliştirdi. Türk lirası–ruble enerji ödemeleri, Körfez sermayesinin TL bazlı tahvillere ilgisi ve Çin ile dijital para altyapısı üzerine yürütülen görüşmeler, Türkiye’yi dedolarizasyon sürecinin aktif bir katılımcısı haline getiriyor. Bu çok yönlü para diplomasisi, ülkenin sadece ticari değil, parasal hareket alanını da genişletiyor.

Bu durum, kısa vadede risk, uzun vadede stratejik avantaj anlamına geliyor. Son yıllarda Türkiye’nin Merkez Bankası rezervlerinde Çin yuanı, Rus rublesi ve altının payının artırılması, bu stratejik yönelimin somut bir göstergesi. Benzer şekilde, enerji ticaretinde yerel para kullanımını teşvik eden ikili anlaşmalar — özellikle Rusya, İran, Çin ve Körfez ülkeleriyle yapılan swap ve yerel ödeme mutabakatları — Türkiye’yi dedolarizasyon sürecinin pasif izleyicisi değil, aktif denge unsuru haline getiriyor. Türkiye, aynı zamanda dijital finans teknolojileri ve merkez bankası dijital paraları (CBDC) alanında pilot çalışmalar yürüterek, geleceğin finansal altyapısında da yerini almak istiyor. Bu yönelim, kısa vadede volatilite yaratabilir; ancak uzun vadede ülkenin finansal otonomisini güçlendirecek bir temele dayanıyor.

Türkiye’nin asıl stratejik avantajı, jeoekonomik konumuyla finansal geçiş süreçlerini kesiştirebilmesinde yatıyor. Orta Koridor, Zengezur hattı ve Basra bağlantısı gibi lojistik projeler yalnızca ticari değil, finansal dolaşım ağlarını da yeniden tanımlıyor. Bu hatlar, sermaye akışının yönünü değiştirme potansiyeli taşıyor. Yani Türkiye, sadece malların değil, paranın da yeni rotasını belirleyen bir ülke olma eşiğinde. Ancak bu konumun sürdürülebilirliği, ekonomik çeşitlilik kadar, finansal diplomasi yeteneğine bağlı. Çünkü dedolarizasyon çağında güç, yalnızca üretim kapasitesinden değil, paranın dolaşımını yönetebilme becerisinden doğacak.

Bir Para Biriminden Fazlası

Dedolarizasyon, bir para biriminin zayıflaması değil, bir uygarlık anlatısının çözülmesidir. Dolar, yirminci yüzyıl boyunca sadece finansal değil, kültürel bir semboldü; Amerikan refah ideolojisinin, güven duygusunun ve istikrarın temsiliydi. Bugün bu sembol, hâlâ güçlü ama eskisi kadar inandırıcı değil. Çünkü küresel ekonomi artık “merkez” ve “çevre” üzerinden işlemiyor; birbirine bağlı, ama birbirine güvenmeyen ekonomiler arasında akıyor.

Bu güven arayışı artık merkez bankalarının kasalarında değil, dijital altyapıların kodlarında sürüyor. Merkez Bankası dijital paraları (CBDC), blokzincir tabanlı ödeme sistemleri ve kripto varlıklar, yalnızca teknolojik değil, egemenliksel araçlar haline geliyor. Finansın dili sessizce değişiyor; güven, artık devlet garantisinden çok şeffaflık algoritmalarına dayandırılıyor.

Paranın değeri matbaalarda değil, hafızalarda belirleniyor. Altın bir zamanlar fiziksel güvenin ölçüsüydü; dolar ise psikolojik güvenin. Bugün her ikisi de kırılgan. Dünya yeni bir para birimi aramıyor aslında — yalnızca yeni bir güven biçimi arıyor. Dedolarizasyon, bu arayışın adı. Bir çağın sonu değil; inancın yön değiştirmesi. Dolar hâlâ dünyanın dili olabilir; ama artık herkes kendi lehçesini konuşuyor.

İmparatorlukların Sessiz Mirası

Tarih, hiçbir imparatorluğun gürültüyle yıkılmadığını gösterir; çöküşler her zaman sessizdir. Roma’nın altını değerini kaybettiğinde, kimse imparatorluğun çöktüğünü fark etmemişti. Britanya’nın sterlini tahtından inerken, dünya yeni bir çağı kutluyordu. Şimdi dolar için de benzer bir dönem yaşanıyor: ne bir savaş, ne bir devrim, yalnızca sessiz bir yer değiştirme. Para, her çağda gücün en zarif maskesi oldu; ama maskeler her zaman önce yüzü, sonra kimliği unutturur.

Bugün yaşanan dedolarizasyon, sadece bir ekonomik geçiş değil, modern çağın kendi inanç sistemini yeniden yazma çabasıdır. İmparatorluklar, artık toprak kaybetmiyor; anlam kaybediyor. Anlam kaybı başladığında, para bile sessizliğini koruyamaz.

Doların sessiz gerileyişi, bir imparatorluğun ekonomik çöküşü değil, anlam merkezinin kaymasıdır. Bugün dünya yeni bir para bulmaya değil, eski bir inancı değiştirmeye hazırlanıyor. Güven artık tek bir ülkenin kasasında değil; kodlarda, algoritmalarda ve toplumların hafızasında şekilleniyor. İmparatorluklar artık toprak değil, zamanın güvenini kaybediyor.

***

Medya Günlüğü sosyal medya hesapları:

X

Bluesky

Facebook

Instagram

EtiketlendiEkonomiJeopolitik
Bu yazıyı paylaşın
Facebook Email Bağlantıyı Kopyala Print
YazanMetin Gülbay
Takip et:
İlk haberi 1982'de staj yaptığı Nokta İnsanlar dergisinde yayınlandı. Özgür Gündem, Evrensel, Radikal gazeteleriyle, CNN Türk ve Skytürk televizyonlarının kuruluş ekibinde yer aldı. Kırk yılda birçok yayında çalıştı. Gazeteci meslektaşlarıyla birlikte hazırladıkları üç kitap çalışması bulunuyor, dördüncüyü kendi başına yaptı. 2003 sonu ile 2012 başı arasında Dünya Yayın Grubu'nda Ajans Dünya'nın genel yönetmenliğini yürüttü. 2014'te meslektaşı Adnan Genç ile ortakhaber.com haber sitesinin yayınına başladı. 2,5 yıl süren yayını açılan davalar nedeniyle bitirmek zorunda kaldılar. Çeşitli internet sitelerine tarih ve bilim yazıları yazarak emeklilik hayatını sürdürüyor.
Önceki Makale Lübnan: Taksiyle çöken ülke…

Medya Günlüğü
bağımsız medya eleştiri ve fikir sitesi!

Medya Günlüğü, Türkiye'nin gündemini dakika dakika izleyen bir haber sitesinden çok medya eleştirisine ve fikir yazılarına öncelik veren bir sitedir.
Medya Günlüğü, bağımsızlığını göstermek amacıyla reklam almama kararını kuruluşundan bu yana ödünsüz uyguluyor.
FacebookBeğen
XTakip et
InstagramTakip et
BlueskyTakip et

Bunları da beğenebilirsiniz...

ManşetSerbest Kürsü

Bütçe rakamlarındaki acı gerçek

Yıldırım Aktuğan
26 Ekim 2025

Mehmet Şüküroğlu çiziyor

Mehmet Şüküroğlu
26 Ekim 2025
GünlükManşet

Moskova’da “robot ordusu”

Medya Günlüğü
26 Ekim 2025
EditörSerbest Kürsü

İnsanları tanıdıkça yapay zekâyı daha çok seviyorum!

Tijen Zeybek
26 Ekim 2025
Medya Günlüğü
Facebook X-twitter Instagram Cloud

Hakkımızda

Medya Günlüğü: Medya eleştirisine odaklanan, özel habere ve söyleşilere önem veren, medyanın ve gazetecilerin sorunlarını ve geleceğini tartışmak isteyenlere kapısı açık, kâr amacı taşımayan bir site.

Kategoriler
  • MG Özel
  • Günlük
  • Köşe Yazıları
  • Serbest Kürsü
  • Beyaz Önlük
Gerekli Linkler
  • İletişim
  • Hakkımızda
  • Telif Hakkı
  • Gizlilik Sözleşmesi

© 2025 Medya Günlüğü.
Her Hakkı Saklıdır.
Webmaster : Turan Mustak

Welcome Back!

Sign in to your account

Username or Email Address
Password

Lost your password?