Son yıllarda devlet katındaki Cumhuriyet kutlamaları içerik ve coşku açılarından zayıflamış olsa da, çoğu kişinin bireysel anlamda Cumhuriyete karşı hassasiyeti artmış, onu sahiplenme bilinci eskisine oranla daha güçlenmiş, çok daha büyük bir önem atfedilmeye başlanmıştır.
Toplumumuzun, ideolojik açıdan Cumhuriyetin kendisini temsil etmediğini düşünen, onu içselleştirmemiş olan ve bu düşünceleri ifade özgürlüğünün sınırlarına ilişkin; “Diğer kişileri ve kamu otoritesini rahatsız eden ve hatta sarsan düşünceler, başkalarının haklarına ve özgürlüklerine dokunulmadığı sürece ifade özgürlüğünün kapsamı içerisindedir” şeklindeki evrensel kural çerçevesinde değerlendirilebilecekse de, birçok insanımızdaki yoğunluğu git gide artan Cumhuriyet sahiplenmesinin kökeninde ne var acaba?
Konjonktürel olarak resmi hassasiyetin azalmış olduğu düşüncesinin yarattığı sahipsizlik duygusu mudur söz konusu farklılığın sebebi? Yoksa elde edebilmek için bedelini ödemediği, kendisine altın tepside bir armağan olarak sunulan Cumhuriyeti kolay kazandığı ve aynı biçimde kolayca şekil değiştirebileceği ya da onu kaybedebileceği düşüncesi midir bu hassasiyetin nedeni?
Nedeni her ne olursa olsun, çoğu kimsede artan Cumhuriyet sevgisi ve son dönemlere kadar resmi törenlerin ağırlığını oluşturduğu Cumhuriyet kutlamalarının merkezinin sivil alana kaymış olması son derece sevindirici olmakla birlikte, tam da bu noktada sorulması gereken önemli bir soru var kanımca: Hepsi bu kadar mı?
Cumhuriyeti kutlarken evimize, iş yerimize bayrak asmamızdan yahut marşlar söylememizden geriye ne kalmaktadır, Cumhuriyeti yüceltmek ve Cumhuriyetçiliğimizin içini doldurabilmek adına yapabileceğimiz başka şeyler yok mudur?
Kuşkusuz ki vardır; gerçek bir erdem olan Cumhuriyeti sahiplenişimizde, Mustafa Kemal’e atfedilen; “Vatanını en çok seven görevini en iyi yapandır” sözü bizler için çok çok önemli bir rehberdir aslında.
Yaptığı işi layıkıyla yapmayan, her daim görünmez bir canavar olarak sistemi suçlama kolaycılığına kapılan, “Böyle gelmiş böyle gider” diyen, kurallara uymayan, her durumda bencilce davranan, topluma karşı yükümlülüklerini tam olarak yerine getirmeyen, mesela vergisini eksik ödeyen birinin Cumhuriyetçiliği gerçekçi olmayacak ve şekilcilikten ibaret kalacaktır.
Oysa ki; her ne iş yapıyorsa onu iyi yapan, örneğin iyi bir öğretmen ya da iyi bir memur olan, doğru bir esnaf, iyi bir öğrenci olabilen, yaptıklarına anlam katabilen, kurallara ve başkalarının haklarına saygılı davranan ayrıca; siyasi tercihini yaparken olayları tartan, ülke meselelerine kafa yoran, düşünme zahmetine katlanabilen bireyin Cumhuriyetçiliği şekilcilikten uzak, anlamlı, samimi ve saygı değer olacaktır.
Cumhuriyet coşkumuzun saman alevi misali parlayıp sönen bir ateş olmaması, sıfır toplamlı bir eğlence, adeta bir karnavaldan ibaret kalmaması, Cumhuriyete değer katan, kalıcı ve gerçekten değerli izler bırakabilmesi için, üzerimize düşeni hakkıyla yapmalıyız ki, ancak ondan sonra alnımız açık bir biçimde “Bizler cumhuriyetçiyiz” diyebilelim.