Latin Amerika, ‘asi kıta’ olarak biliniyor. Latin Amerika güncelerimde bunun ne kadar geçerli olduğunu tartışmaya açmıştım
Son on yılda Latin Amerika’nın birçok ülkesinde sol görünümlü ancak daha çok sosyal demokrata benzeyen partiler iktidara gelmişti; fakat bunların bir kısmı bir yandan da neoliberal politikaları uygulamaktan geri durmuyordu (bunun en dikkat çekici örneği Brezilya’daki gelişmeler).
Latin Amerika denince ilk akla gelen Küba ve Che’nin bu ‘asi kıta’ algısı yönündeki katkısına bir de Chavez’in Venezuela’sı eklendi. Asi liderin ölümüyle sonlanan 15 yıllık Chavez iktidarında (1999-2013) Küba’yla çok yakın ekonomik ilişkiler kurulması (örneğin Venezuela petrolüne karşılık Küba’nın Venezuela’ya doktor göndermesi) yanında, ABD dışındaki dünya ülkeleriyle ekonomik ve siyasi ilişkiler olabilecek en üst düzeyde geliştirildi.
Bu ülkelerin başında Çin, Rusya ve İran geliyordu. Chavez’in dışında, kendini anti-emperyalist olarak nitelendiren çeşitli Latin Amerika liderleri de benzeri bir ‘eksen kayması’ arayışına girdiler. Bu dönem, aynı zamanda, Çin’in dünyaya açıldığı ve Afrika ve Latin Amerika’ya büyük yatırımlar yaptığı bir dönem oldu. Latin Amerika’daki sol-sosyal demokrat dalga, 2015’te önce Arjantin’de sağ bir liderin başa geçmesi ve sonra Venezuela’da Chavez yanlıların büyük bir genel seçim yenilgisi alması sonucunda eskisi kadar güçlü olmasa da, Çin’in bölgedeki uzun erimli yatırımlarının bu durumdan çok fazla etkilenmeyeceği öngörülüyor.
Diğer bir deyişle, Çin’in ‘dışa açılan girişimci devlet’ modeli, tam da Latin Amerika’daki sol liderlerin ABD dışı ticaret ortağı arayışıyla birebir örtüşerek bölgenin ekonomik dönüşümünde büyük etkiye sahip oldu. 2015 başında Pekin’de ilk kez yapılan ve Latin Amerikalı liderlerle Çinli liderleri bir araya getiren CELAC toplantısı ise, bu karşılıklı ticari ilgiyi daha da ileriye taşıma amacını güdüyordu.
Çin’in liman, yol, köprü, petrol boru hattı, demiryolu vb. başta olmak üzere birçok Latin Amerika yatırımı bulunuyor. Ülkenin Latin Amerika’da etkili olmasının bir diğer nedeni, birçok Latin Amerika hükümetinin, ABD çizgisindeki finans kurumlarından borç almaktansa, daha serbest koşulları olan ve iç işlerine müdahale etmeme ilkesine bağlı kalan Çin finans kurumlarıyla çalışmayı tercih etmeleri.
Çin’in Latin Amerika için önümüzdeki 10 yılda kullanılmak üzere 250-500 milyar dolarlık bir yatırım sözü var. Ülkenin geleceğe dönük yatırımlarının başında Brezilya’nın Atlantik kıyısıyla Peru’nun Pasifik kıyısını bağlaması planlanan kıta-aşırı demiryolu projesi bulunuyor. Proje, bölgeyi lojistik olarak deniz taşımacılığına entegre etmekle birlikte Amazon’un ortasından geçerek yağmur ormanları ve yerli halkların yaşamlarına zarar verecek olması dolayısıyla eleştiriliyor.
Bir diğer proje, Panama Kanalı’na alternatif olacak bir Nikaragua Kanalı. Fakat yapılacak anlaşmanın Çin’e 100 yıl planlama ve işletme hakkı verecek olması dolayısıyla, bu kanal halk tarafından tepkiyle karşılanıyor. Ayrıca, bu projenin de büyük çevresel etkileri olacak. Çin’in bu tür yurt dışı projelerde (özellikle Afrika örneği karşımızda duruyor) Çin’den kendi işçilerini getirerek yerel halkın istihdamına katkı sağlamaması da bir diğer eleştiri noktası.
ABD’yi korkutan ise, bu tür projelerin ticari sonuçlarının ötesinde, ilişkilerin daha da sıkılaşıp Çin’in Latin Amerika’da askeri üs açması gibi sonuçlar doğurması olasılığı (bkz. Afrika’da Cibuti örneği). Her yerde üssü olan ABD’nin Çin’e gelince tepki göstermesini ise burada büyük bir çelişki ve iki yüzlülük olarak not edelim.
Latin Amerika’nın Çin’e yönelik dış ticareti, ABD’ye yönelik ticaretini geçmiş durumda. Bu ürünlerin çoğu, işlenmemiş tarım ve madencilik ürünleri. Kıtanın dış ticareti beslemesi beklenen sanayi altyapısı oldukça zayıf. Dolayısıyla, Latin Amerika, Çin’e üretim ham maddeleri satıp işlenmiş ürünler alan bir az gelişmişlik döngüsü içinde. Bu ticarette ham demir, ham bakır ve ham petrol önde geliyor.
Eskiden ekonomik açıdan ABD’nin oynadığı benzer rolü, Çin’in oynamaya başladığı ya da başlayacağı söyleniyor. Bu gidişle, Latin Amerika’nın Çin’e ekonomik olarak tümüyle bağımlı olmasından korkuluyor. Ancak bu korku, tam anlamıyla doğru değil, çünkü ABD ekonomisi de Çin’deki bir yavaşlamadan etkileniyor. Eşitsiz gelişmeyi not etmekle birlikte, çağımızın bir ölçüde karşılıklı bağımlılık çağı olduğunu söyleyebiliriz.
Yakın geleceğe yönelik olarak fikir yürütecek olursak şunu söyleyebiliriz: Latin Amerikalı yetkililer bu ham madde odaklı ilişkilerin ötesine geçip Çin’den Latin Amerika’nın teknik kapasitesini geliştirecek yatırımlar bekliyorlar.
Önümüzdeki yıllarda hangi yolun izleneceğini (ham madde ağırlıklı ticaret mi teknik kapasite inşası mı) göreceğiz. Özellikle Nikaragua Kanalı projesinin gerçekleşmesi durumunda dünya ticaretinde ve politikasında büyük sonuçları olacağını şimdiden söyleyebiliriz…
ulasbasar@gmail.com
Not: Bu yazı “Çin/Çifte Ejderhanın Diyarında-1” kitabımdan alınmıştır.