31 Mart’ın ardından CHP’nin siyasi rüzgârıyla yükselen ancak kısa sürede söndürülen “Normalleşme” söylemi, şimdi komisyon tartışmalarıyla tekrar sınanıyor. İktidarın çağrısıyla “Terörsüz Türkiye Komisyonu”na katılma kararı, parti içinde ve muhalefet cephesinde kilit bir sorgulamayı tetikledi: Bu hamle, meşru bir diyalog arayışı mı, yoksa iktidarın kurguladığı bir tuzak mı? Cevap, yalnızca CHP’nin değil, Türkiye muhalefetinin bundan sonraki stratejisini hatta gelecek nesillerin kaderini belirleyecek.
Uzlaşı mı tuzak mı?
Türk siyasetinde “uzlaşı” kavramı, son yıllarda iktidarın muhalefeti etkisizleştirmek için kullandığı bir araç haline geldi. Geçmişteki “çözüm süreci” veya “anayasa uzlaşma komisyonları” gibi girişimler, hep aynı senaryoyla sonuçlandı: Muhalefet masaya oturdu, süreç tıkandı ve tüm sorumluluk onlara yüklendi. Bugün de benzer bir risk var. İktidar, “CHP uzlaşmaya kapalı” naralarıyla kendi meşruiyetini tazelerken, CHP’yi “oyunbozan” konumuna sürükleyebilir. Daha da kritik olan, bu sürecin somut bir çıktı üretme ihtimalinin düşüklüğü. Türkiye’nin temel sorunu mevcut hukukun işletilmemesidir. Örneğin, DEM Parti’nin talep ettiği birçok hak, halihazırda anayasada zaten garanti altında. Dolayısıyla bu komisyon, iktidara “reform yapıyormuş” imajı verirken, gerçekte gündemi manipüle etme aracına dönüşebilir. Erdoğan’ın yeniden adaylığı ve tekrar seçilebilme stratejisinin aracı olabilir.
Siyasi intiharın eşiğinde miyiz?
CHP’nin 31 Mart’ta yakaladığı yüzde 40’lık oy dilimi ve İmamoğlu etrafında örülen umut, bu tür bir hamleyle kolayca heba olabilir. Seçmen, “Yine aynı oyunlara alet olundu” hissiyle tepki verirse, sandıkta kazanılan ivme hızla kaybedilebilir. Unutmayalım: CHP’nin en büyük gücü, iktidarın “eski Türkiye” retoriğini çürüten yeni bir siyaset vaadiydi. Masaya oturmak, bu vaadi “statükoya teslimiyet” olarak yorumlanırsa tarihi bir fırsat kaçabilir.
Çözüm: Tabanın sesi dinlenmeli
CHP yönetimi, Cumhurbaşkanı adaylığında olduğu gibi bu kararı da tabana sormalıydı. “Millet bizim yoldaşımızdır” diyen bir partinin, böylesine kritik bir adımda tabanın sesine kulak vermesi beklenirdi. Sokaktaki “Yeter artık!” çıkışları, basit bir öfkeden çok, siyasi manipülasyonlara dair derin bir karşı çıkışı yansıtıyor. Eğer bu ses görmezden gelinirse, kaybedilen yalnızca bir komisyon değil, 31 Mart’ın kazandırdığı toplumsal inanç olacaktır.
Sonuç: Riskler ve alternatifler
CHP’nin önünde iki yol var: Ya iktidarın kurguladığı senaryoda figüran olacak ya da “Anayasa hukukun üstünlüğünün tescilidir” diyerek somut adımların takipçisi olacak. İkinci seçenek, mevcut Anayasa’nın uygulanması için ısrar etmek, yargı bağımsızlığı ve temel haklar konusunda somut öneriler sunmak olabilir.
Unutulmamalı: Gerçek reform, metin değişikliğinden çok, siyasi iradedir.
Fotoğraf: chp.org.tr
***
Medya Günlüğü sosyal medya hesapları: