İsrail’in Gazze’ye yönelik iki yıla yaklaşan saldırıları on binlerce kişinin yaşamına mal olurken sivillerin korunmasını hukuki bir temele oturtan Cenevre Sözleşmeleri’ni de paramparça etti.
Savaşlar tarihin kaçınılmaz gerçeklerinden biri olsa da, uluslararası hukuk savaşta bile bir kural tanımlamaya çalışıyor. 1949 tarihli Cenevre Sözleşmeleri ve tamamlayıcı protokolleri, sivillerin savaşın yıkıcılığından korunmasını temel bir hak olarak tanımlıyor. Bugün hâlâ yürürlükte olan bu metinler, çatışma ne kadar şiddetli olursa olsun, bazı sınırların aşılmamasını sağlamaya çalışıyor.
Cenevre Sözleşmeleri, özellikle IV. Sözleşme ve 1977 Ek Protokolleri, silahlı çatışmalarda sivillerin korunmasına dair hükümler içeriyor. Bu metinlere göre, siviller hiçbir şekilde doğrudan hedef alınamaz. Sivilleri korkutmak, yıldırmak ya da cezalandırmak amacıyla saldırmak da yasak. Hukukçular bu ilkeye “ayrım ilkesi” diyor: Yani savaşanlarla savaşmayanlar arasında kesin bir ayrım yapılması gerekiyor.
Sözleşmenin dikkat çekici maddelerinden biri de işgal altındaki sivillerin zorla yerinden edilmesini açıkça yasaklaması. Yalnızca geçici güvenlik sebepleriyle ve belli koşullar altında yer değiştirme mümkün olabiliyor. Ayrıca rehin alma, uluslararası hukukta açık bir suç sayılıyor. Toplu cezalandırma da yasak kapsamında.
IV. Cenevre Sözleşmesi’ne göre sivillerin fiziksel ve zihinsel bütünlüğü korunmak zorunda. Hiçbir sivil üzerinde işkence, tıbbi deney, biyolojik test ya da insanlık dışı muamele uygulanamaz. Ayrıca, sivillerin onuruna ve özel yaşamına her durumda saygı gösterilmesi gerekiyor.
Cenevre hukukuna göre, savaşan taraflar, sivil altyapıyı hedef almaktan kaçınmak zorunda. Okullar, hastaneler, ibadethaneler ve sivil evler, askeri hedef haline getirilmedikçe dokunulmaz. Bu yapıların kasten hedef alınması uluslararası suç sayılıyor.
İşgal durumlarında, işgalci güç sivil halka temel yaşamsal ihtiyaçları sağlamakla yükümlü. Yani gıda, ilaç, sağlık hizmetleri gibi haklar savaş koşullarında bile korunuyor. Sağlık çalışanları ve yardım kuruluşları da bu kapsamda dokunulmazlığa sahip.
Gazze’de yaşananlar Cenevre Sözleşmeleri’nin uygulanabilirliği sıkça sorgulanmasına neden oluyor. Her şeye rağmen uzmanlara göre bu metinler, yalnızca geçmişin değil bugünün ve geleceğin de temel insanî hukuku olarak geçerliliğini koruyor.
Birleşmiş Milletler ve Uluslararası Ceza Mahkemesi gibi kurumlar, Cenevre Sözleşmeleri’ni ihlal eden durumları belgelemeye ve sorumluları yargılamaya çalışıyor. Ancak etkinlikleri çoğu zaman siyasal dengelere takılıyor. Yine de, Cenevre Sözleşmeleri bugün, savaşın bile bir ahlakı olması gerektiğini hatırlatan bir “vicdan belgesi” olarak kabul ediliyor.
İsrail neyle suçlanıyor?
Savaş suçu işlemekten soykırıma İsrail’e pek çok suçlama yöneltiliyor.
Uluslararası hukukta bu suçlamalar şöyle tanımlanıyor:
Savaş suçu
1899 ve 1907 tarihlerinde imzalanan Lahey Sözleşmeleri ve 1949 ve 1949 Cenevre Sözleşmeleri ve 1977’deki Ek Protokoller savaşın tarafların uyması gereken kuralları belirliyor. Savaş suçunu tek bir başlık altında toplayan uluslararası bir belge bulunmuyor. 1949 tarihli Cenevre Sözleşmeleri’ni Birleşmiş Milletler’e üye olan bütün devletlerin imzalamasına karşın Ek Protokoller’i onaylamayan ülkeler bulunsa da orada yer alan maddeler bağlayıcı kabul ediliyor.
Roma Statüsü’nün 8. Maddesi “savaş suçu” kapsamına giren 50 civarında eylemi sıralıyor. Bunlardan bazıları şöyle:
-Kasıtlı öldürme
-Çatışmalara taraf olmayan sivillere yönelik kasıtlı saldırı
-Askeri hedefler arasında yer almayan sivil hedeflere saldırı
-Askeri hedef sayılmayan ve korunmayan şehirlere, kasabalara, köylere, yerleşim birimlerine ya da binalara düzenlenen saldırı ve bombalama eylemleri
-Askeri hedef sayılmayan din, eğitim, sanat ve bilim kuruluşlarıyla, anıtlara, hastane ve hastalarla yaralıların toplandığı yerlere kasıtlı saldırı
-İşgalci güç tarafından işgal edilen bölgedeki sivillerin tamamının ya da bir bölümün işgal altındaki bölge içinde ya da dışında zorunlu göçe tabi tutulması
-Cenevre Sözleşmeleri kapsamında bulunan yardım malzemelerinin kasıtlı olarak engellenmesi de dahil olmak üzere, sivillerin hayatta kalmaları için vazgeçilmez nesnelerden mahrum bırakmak, sivilleri kasıtlı olarak aç bırakmayı bir savaş yöntemi olarak kullanmak
-İnsani yardım ya da barış gücü görevlerinde kullanılan personel, tesis, madde ya da araçlara kasıtlı saldırı
-Can kaybına ya da yaralanmaya ya da zarara yol açacağının bilinmesine rağmen sivillere ve sivil hedeflere kasıtlı saldırı
-Askeri zorunluluk bulunmamasına rağmen malın yok edilmesi ya da yağmalanması.
Soykırım suçu
1948 tarihli Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’nde ise soykırım şöyle tarif ediliyor:
“Bir ulusu, etnik, ırki ya da dini grubu tamamen ya da kısmen yok etmek için yapılan eylem.”
Etnik temizlik
Etnik temizliği ayrı bir suç olarak kabul eden ya da tanımını yapan uluslararası bir yasa bulunmuyor.
Ancak Birleşmiş Milletler uzmanlarının eski Yugoslavya ile ilgili hazırladığı bir raporda etnik temizlik şöyle tanımlanıyor:
“Bir etnik veya dini grup tarafından, başka bir etnik veya dini grubun sivil nüfusunu belirli coğrafi bölgelerden şiddet yoluyla ve terörü teşvik eden yöntemlerle uzaklaştırmak için tasarlanan kasıtlı politika.”
Söz konusu yöntemler arasında cinayet, işkence, tecavüz, yargısız infaz, tehcir, sivillerin insan kalkanı olarak kullanılması, hastane, Kızıl Haç, Kızılay amblemi taşıyan yerlere kasıtlı askeri saldırı düzenlenmesi sayılıyor.
***
Medya Günlüğü sosyal medya hesapları: