M. Hakkı Yazıcı (mhyazici@yandex.ru)
İçine girdiğimiz 2023 yılı Lozan Anlaşması’yla yapılan Mübadele Sözleşme ve Protokolü’nün 100. yılı…
100 yıl… Dile kolay.
Biz ailemizdeki en son Vodinalıyı, halamı senelerce önce kaybetmiştik. Birinci kuşak Lozan Mübadillerinden muhtemelen hiç kimse kalmamıştır hayatta. İkinci kuşaktan da… Benim de içinde bulunduğum üçüncü kuşak ise ileri yaşlarında. Ancak evlerde anlatılan memleket hikayeleri, acılar, hasretler hep belleklerde, yüreklerde…
Yaşar Kemal, bir söyleşisinde “Mübadele Sonucu Türkiye ve Yunanistan’dan yaklaşık iki milyon insan karşılıklı olarak doğup büyüdüğü yurtlarından ayrılıyor. Kolay iş değil.., İnsanın yurdundan ayrılması yüreğinin kopması gibi bir şey” demiş.
30 Ocak 1923 tarihinde Lozan’da imzalanan “Yunan ve Türk Ahalinin Mübadelesine İlişkin Sözleşme ve Protokol”la her iki ülkeden yüz binleri aşan insan doğduğu topraklardan koparıldı. İki vatan yorgunları, yıllarca “Bir kuş olsam da memleketime uçsam” umuduyla yüreklerinde özlem biriktirdiler; gurbet kuşlarına “Benden selam söyleyin Selanik’e, İzmir’e, Yanya’ya, Bursa’ya, Kılkış’a, Tokat’a, Drama’ya, Samsun’a, Kavala’ya, Yozgat’a, Grenebe’ye, Konya’ya, Serez’e, Ordu’ya, Girit’e, Sivas’a, Sakız’a, Midilliye…” diye seslendiler. (*)
Bütün göç hikayeleri hüzünlüdür. İnsan köklerinden, sevdiği topraklardan, komşularından kopmak istemez.
Bizim yerleştirildiğimiz Ege kasabalarında mübadillere göçmen, göç eden anlamında muhacir derler.
Göçmen… Göç… Hicret… Daha da ötesi hicran…
Babaannem bize geldiğinde hep torunları ile birlikte yatmak isterdi. Bizi beraber yatmaya ikna etmek için de masallar, hikayeler anlatırdı, uyumadan önce. En güzel masalları, memleket hikayelerini onun koynunda dinledim. “Sana büyüyünce at alacağım,” derdi. Karacaova’yı, dedemlerin çiftliğini, atları anlatırdı. Gencecik bir delikanlı olan dedemin kendisi binmek için yetiştirdiği tayına bir kere bile binemeden bir gece yarısı gelen Yunan askerleri tarafından alınıp götürülmesini anlatırdı.
Babaannem, dedem, doğup büyüdükleri, sevdalı oldukları toprakları bir daha hiç göremediler. Babam da benim gibi hikayeleri ile yetindi. Ben defalarca gidip gezdiğim Vodina’da, Karacaova’da, Karaferye’de, Manastır’da, Florina’da, Makedonya’nın yollarında çok sayıda at gördüm. Gördüğüm atlardan biri dedemin özenerek yetiştirdiği tayın torunlarından biri olabilirdi. Bu bir şaka gibi gelse de böyle bir şey olabilirdi de…
Ama o topraklarda bizden, bizim insanlarımızdan kimse kalmamıştı.
“- bin damla gözyaşı kalbime akıttığım-
Tarihin ağır bir kırılma noktası mübadele. Anadolu’dan oralara yerleşmiş insanlar ise yaklaşık 500 yıl, yok eğer oralarda yaşayan insanlar ise bin yıldan fazla bir zaman yaşanan topraklardan ansızın kopuşun hikayesi mübadele. “Umutların kırılması”, “düşlerin savrulması” , “varlığın yokluğa dönüşmesi”, “insan ziyanlığı”… Ve daha ne akla gelirse söylense yeridir. Mübadele için ne kadar yazılsa az olur, ne söylense eksik kalır.
Ve mübadelede terk ettiğimiz topraklar… yani gözyaşımızın yağmur gibi üzerine düştüğü topraklar… Hatıraların, yaşanmışlıkların gümüş bir tülle ve ansızın örtüldüğü ve bir daha hiç açılmadığı topraklar… camilerin, çeşmelerin, mezarlıkların, evlerin kısacası hayata dair her şeyin ansızın varlık dairesinden yokluk dairesine geçtiği ve birden bire “yok” elbisesini giydiği topraklar,..” demişti Mübadil arkadaşımız Mustafa Hatipler.
Osmanlı İmparatorluğu’nun Balkan Savaşları’ndan da önce başlayarak, belki yüz yıldan fazla zaman içinde yitirdiği topraklardan Müslümanların göçü süreci başladı. Balkan Savaşları sonunda da Osmanlı, Avrupa kıtasındaki topraklarının hemen hemen tamamına yakınını yitirdi. Çekildiği topraklarda yüzbinlerce Müslüman Türkü geride bırakmak zorunda kaldı. Bu insan kitlesi geçmişte Osmanlı uyruğundayken bu sürecin sonunda, bir anda başka bir devletin, Yunanistan’ın azınlık konumundaki vatandaşları oluvermişti. Homojen bir ulus devlet kurma yolunda ilerleyen Yunanistan ve Türkiye, bu sorunlu durumun çözümünü, kendi çıkarları doğrultusunda arayışların sonrasında, bir mübadele anlaşması yapmakta buldu. (**) Malla mal takas edilirmiş gibi insanla insan, halkla halk, dinle din mübadele edildi. Bu, tarihin, ulus devletler kurulması sürecinin kaçınılmaz bir uygulamasıydı. Ama sonuçları her iki halk için de acılarla dolu oldu. İsteğe bağlı değil, zorunlu bir göçtü bu.
Kurtuluş Savaşından sonra, Türkiye ile Yunanistan arasında Lozan’da imzalanan Sözleşme ve Protokole uygun olarak, 1 Mayıs 1923 tarihinden başlayarak, Anadolu topraklarında yerleşmiş Rum-Ortodokslar ile Yunanistan topraklarında yerleşmiş Müslüman Türkler zorunlu göçe tabi tutuldular. Gidenler arasında dini Ortodoks olan, ama tek kelime Rumca bilmeyen ve İncilleri dahi Türkçe olan insanlar vardı. Bunlar önemli iddialara göre Selçuklulardan önce Anadolu’ya gelip Ortodoks olan Türk boylarından idiler. Şimdi onlar sadık birer Helen vatandaşı oldular. Ancak bu zamana kadar dışlandılar, “Türk tohumları”, “yoğurtla vaftiz edilmişler” diye aşağılandılar. Yalnız onlar değil, Anadolu’dan göç edenlerin hemen hemen tamamı “yeni” yaşamlarına uzun yıllar alışamadılar, kendilerini kendi vatanlarında hissetmediler. Göçtükleri bu yeni ülkede, Yunanistan’da kendilerini evlerinde hissetmek için bir arada yaşadılar. Yerleştiklere yerlere başlarına yeni (Nea) kelimesini ekleyerek geldikleri şehirlerin, kasabaların isimlerini koydular. İzmir’den gelenler “Nea Zmirni”, Kayseri’den gelenler “Nea Kesaryani”, Bergama’dan gelenler “Nea Pergamo” isimli yeni yerleşim yerleri kurdular. (***)
Her iki tarafta da çok sıkıntılar yaşandı.
Mübadele kavramından genellikle 1922 ve sonrası anlaşılmaktadır. Buna göre yaklaşık 1,5 milyon Rum Ortodoks’un Anadolu’dan Yunanistan’a, 500 bin Müslüman Türk’ün de Türkiye’ye göç ettiği söylenmektedir. Ancak Mübadelenin öncesi ve sonrasıyla bu rakamların çok daha fazla olduğu da bilinmektedir. O tarihlerde Türkiye’nin nüfusunun on-on bir milyon, Yunanistan’ın nüfusunun da dört milyon olduğu düşünüldüğünde yaşanan olayın büyüklüğü daha da iyi anlaşılır.
Tarihin tekerleği bu iki halkın da üzerinden geçti.
Tarihten, yüzlerce yıl bir arada yaşamış olmaktan, benzer kültürlerinden, ortak ezgilerinden, yemeklerinden, yaşam biçimlerinden kaynaklanan yakınlıkları vardı. Aslında aralarındaki fark, rakı ile uzo arasındaki fark kadar olan bu iki halk barışı ve kardeşliği istiyor. Aynı acıları bir daha ne kendilerinin, ne de başka halkların yaşamasını istemiyorlar.
(*) İskender Özsoy, İki Vatan Yorgunları, Bağlam Yayınları
(**) Mehmet Ali Gökaçtı, Nüfus Mübadelesi: Kayıp Bir Kuşağın Hikayesi, İletişim Yayınları
(***) Stelyo Berberakis, Lozan Anlaşması 80’inci Yılında, Sabah Gazetesi, 14 Eylül 2003.