İtalya’daki European University Institute araştırmacısı, insan hakları savunucusu Inna Bondarenko’nun, Moscow Times gazetesinde çıkan “Trump ve Putin aynı diplomatik dili konuşuyor, Zelenski uyum sağlıyor ama Avrupa zorlanıyor” başlıklı makalesi:
Alaska zirvesine dair yapılan onlarca yorum arasında öne çıkan bir nokta var: Gerçek anlamda barış üzerine konuşacak pek bir şey yoktu aslında.
“Barışı Aramak” sloganı, yalnızca pankartlara yazılmış, son anda ortaya atılmış bir ifade olarak kaldı. Asıl önemli olan semboller, sahneleme ve her bir aktörün bu jeopolitik oyundaki rolünü nasıl oynadığıydı.
ABD Başkanı Donald Trump, Vladimir Putin için kırmızı halı serdi, askeri uçuş gösterileri düzenledi ve hatta Rus liderin zırhlı limuzinini kullanmasına izin verdi. Yorumcular, “Trump hiçbir şey almadı, Putin her şeyi aldı” dedi. Ancak bunu yalnızca içi boş bir tiyatro olarak görmek eksik olur. Trump ve Putin için tiyatro, bizzat siyasetin kendisi. Dolayısıyla Trump da kendi payına düşeni aldı.
Trump, daha sonra Washington’da Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenski ve Avrupalı liderlerle buluştu. Burada da diplomasi kadar koreografi öne çıktı. Şubat ayında askerî üniformasıyla eleştirilen Zelenski, bu kez siyah takım elbise ve gömlekle salona girdi. Gülümsedi, Trump’a en az sekiz kez teşekkür etti ve hatta First Lady’ye özel bir mektup sundu. Eski aktör, rolünü bu kez tek bir seyirciye, Donald Trump’a, göre uyarlamıştı.
Zelenski’nin gerçeği çabuk öğrenmekten başka çaresi yoktu. Avrupa tarzı diplomasinin burada işlemediğini acı şekilde fark etti. Masada varlığını sürdürebilmek için Trump ve Putin’in oyun kitabını takip etmeye başladı; savaşın sertliğini simgeleyen imajından kopmadan, Trump ve Amerikan medyasını memnun edecek şekilde üniformasını kenara bırakıp takım elbise giydi. Onun için mesele küresel bir güçlü lider imajı çizmek değil, daha doğrudan: Hayatları kurtarmak ve Ukrayna’nın hayatta kalmasını sağlamak.
Üç lideri, casus, aktör ve emlakçıyı birleştiren nokta, geçmişlerinden taşıdıkları ders: Uyum sağlama sanatı.
KGB kökenli Putin, gizlenme, taklit ve siyasi rüzgârlara hızla ayak uydurma becerisini mükemmelleştirdi. “Yararlı görüşmeler”, “yapıcı atmosfer” gibi muğlak ifadelerle kapıları açık tutuyor, sahada zaman kazanıyor.
Eski aktör Zelenski sahneyi ve kostümü biliyor. Kiev’de meydan okuyan bir lideri, Washington’da minnettar bir devlet adamını canlandırıyor.
İş insanı Trump ise siyaseti bir pazarlık gibi görüyor. “İşi bitirmek” için esneklik şart. Bir emlak anlaşmasında olduğu gibi müşteriyi pohpohluyor, nezaket gösteriyor, ayrıntıları erteleyerek masayı dağıtmamaya çalışıyor.
Eleştirmenlerin Alaska’da aşağılanma olarak gördüğü derhâl ateşkes talebinden vazgeçmesi Trump için sadece koşullara uyum sağlamaktı. Onun için yön değiştirmek zayıflık değil, anlaşmayı ayakta tutmanın yolu.
Trump ve Putin’in ortak mantığında Alaska zirvesi başarısızlık değil, gerekli bir diplomatik ritüeldi. Bizzat gösteri, somut sonuçtu. Putin’in istediği gibi soru sorulmayan olağanüstü nezaket içeren basın toplantısı dahil tüm koreografi, amacın ta kendisiydi. Somut ilerleme yoktu ama Trump “büyük ilerleme kaydedildiğini” açıkladı. İki lider de ayrıntı vermedi, çünkü ayrıntılar bağlayıcıdır. Putin’in ileride bir gün Zelenski ile görüşebileceği ihtimali bile büyük bir başarı olarak sunuldu.
Trump ve Putin için belirsizlik zafer demek. Ancak Brüksel için belirsizlik başarısızlık. Bu “bukalemun tarzı uyum”, yani sembollerin ağır bastığı ama içeriğin hafif kaldığı yaklaşım, Avrupa’yı hayal kırıklığına uğratıyor. Avrupa bu tarzı benimsemekte zorlandığı için Ukrayna barış görüşmelerinde etkisiz kalıyor.
Avrupa liderleri kendilerini kurallara bağlı, ateşkesler, takvimler ve garantiler gibi somut sonuçlara odaklanmış bir çizgide sunuyor. Demokrasi, insan hakları ve özgürlük gibi temel değerlere sıkı sıkıya bağlı kalıyor. Fakat Putin, bu “katılık” ile alay ediyor, soyut ilkelerde ısrar etmeyi zayıflık ve gösteriş olarak nitelendiriyor. Ona göre meşru olan tek şey ulusal çıkarlardır. Bu yüzden Trump’ı “Amerikan çıkarlarını savunan bir güçlü lider” olarak övüyor ve eşit görüyor.
Moskova açısından Avrupa’nın liberal değer vurgusu samimiyetsizlikten ibaret. Yaptırımlar, silah yardımları ve adalet çağrıları, diplomasi değil; çatışma ve siyasallaştırma olarak görülüyor.
Trump da Avrupa’nın ahlaki nutuklarına fazla sabır göstermiyor. Washington’daki görüşmelerde Avrupalı liderler “öncelikle ateşkes” diye bastırdığında, Trump emlak seminerinden çıkmış gibi görünen şu sözle karşılık verdi: “Barış için ateşkese gerek yok.”
Sonsuz savaştan beslenen Putin için bu adeta müzik gibiydi. Avrupa içinse kendi çizgisinin yine sonuçsuz kaldığını hatırlatan acı bir ders.
Avrupa, sembolleri ikinci plana iterken, bu sahnede öz bizzat sembolden doğuyor. Avrupa’nın ahlak ve kesinlik üzerine kurulu dili, Trump ve Putin’in tarih ve gösterişe dayalı koreografisi karşısında sönük kalıyor. Putin, Alaska’nın “ortak mirasından” ve eski savaş ittifakından söz edip Avrupa’nın İkinci Dünya Savaşı’ndaki rolünü görmezden geldi. Trump ise bu tarih ve tören merakına gönüllüce eşlik etti.
Trump ve Putin, sonuç almasalar da müzakere edebiliyor çünkü aynı “uyum ve sembol dili”ni konuşuyorlar. Zelenski de mecburen bu dili öğreniyor. Ne yazık ki, diplomasi açısından, bu yöntem işliyor.
Avrupa’nın başarısızlığı, güçsüzlüğünden değil, bu tarzı benimsemeyi reddetmesinden kaynaklanıyor. Katı pozisyonlarla, hukuki kesinlik talepleriyle masaya geliyorlar. Ne esneklik gösteriyorlar ne pohpohlama yapıyorlar ne de doğaçlama. Bu yüzden Avrupa, liberal değerlerin ve demokrasinin en sadık savunucusu olmasına rağmen Ukrayna barış görüşmelerinde figüran gibi görünüyor, başrol değil.
Bu durum Trump ve Putin’in kalıcı barış getireceği anlamına gelmiyor. Büyük ihtimalle getirmeyecekler. Onların sembol sevgisi ve uyum becerisi farklı hedeflere hizmet ediyor. Eski KGB subayı mevcut düzeni korumak istiyor, iş insanı ise ne pahasına olursa olsun kârlı bir anlaşma arıyor.
Bu sırada savaş sürüyor: törensel sahnelerle değil, yıkılan şehirlerle, kaybolan hayatlarla ve bir ulusun hayatta kalma mücadelesiyle ölçülüyor. Avrupa liderleri, tüm güçlerine ve soylu amaçlarına rağmen hâlâ gerçek etki yaratacak bir diplomasi ortaya koyamıyor.
Trajik olan şu ki: Avrupa temel değerlerinden ödün vermeden uyum sağlamayı, doğaçlamayı ve sahnelemeyi öğrenmedikçe, Alaska ve Washington’da olduğu gibi, odadaki en prensipli seyirci olmaya devam edecek ama sahnedeki en önemsiz oyuncu olarak kalacak.
***
Medya Günlüğü sosyal medya hesapları: