Yüzlerce film ve belgesele konu olan 2. Dünya Savaşı ile ilgili yeni bir belgesel yapmak tekrara düşme tehlikesi nedeniyle riskli bir karar.
Netflix’te yeni yayına giren “Churchill At War” (Churchill Savaşta) bu riski göze almış ve ortaya hem tarih hem de uluslararası siyaset meraklıları için ilginç bir yapım çıkmış.
Dört bölümlük belgesel, adından da anlaşılacağı gibi, İngiliz devlet adamı Sir Winston Churcill’e (1874-1965) odaklanıyor ancak öncesiyle ve sonrasıyla 2. Dünya Savaşı’nı da ayrıntı olarak anlatıyor. Pek çok belgeselde olduğu gibi canlandırmalar yapılmış ancak arşiv görüntüleri renklendirilmiş ve yapay zekâ yardımıyla Churchill seslendirilmiş. Dizide tarihçilerin yanı sıra eski ABD Başkanı George W. Bush, eski İngiliz Başbakanı Boris Johnson ve eski CIA Başkanı David Petraeus’un da görüşü alınmış.
Aristokrat bir aileden gelmesi nedeniyle Churchill dünyaya şanslı adım atan azınlıktan. 1895 yılında Kraliyet Harp Okulu’nu bitirdikten sonra orduya katılmış, Güney Afrika Savaşı’nda esir düşmüş ancak kaçmayı başardığı için kamuoyunda tanınan bir kahraman haline gelmiş. Bu sayede 1904 yılında politikaya atılmış, milletvekili seçilmiş, Çanakkale Savaşları sırasında donanma bakanlığı yapmış, yaşanan bozgun nedeniyle siyasi kariyeri darbe yemiş ancak yeniden yükselmeyi başarmış.
Aslında bu biyografik özette Churchill’in karakter özellikleri de saklı; yani kararlı, mücadeleci ve istediklerini elde etmek için gözü kara şekilde savaşan bir adam.
Ancak çok önemli bir özelliği daha var: Vizyon sahibi olması.
Muhalif milletvekili olduğu dönemde Avrupa’da Nazi tehlikesine dikkat çeken ilk politikacılardan biri. Hatta daha Hitler başbakan olmadan Almanya’daki siyasi süreçleri incelemek için 1932 yılında Münih’e gitmiş ve randevu talep etmiş ancak Hitler kendisiyle-herhalde iktidar milletvekili olmadığı için-görüşmemiş.
Avam Kamarası’nda beş yıl bıkmadan Nazi ve yaklaşan dünya savaşı tehlikesine dikkat çeken coşkulu konuşmalar yapsa da ciddiye alınmamış hatta yuhalanmış.
Ama zaman onu haklı çıkarınca 1940 yılında başbakanlığa getirilmiş. Bundan sonraki beş yıl boyunca tüm enerjisini Almanya, İtalya ve Japonya’nın oluşturduğu “Mihver Devletler”e karşı “Müttefik Devletler”in savaşı kazanmasına harcamış. Belgesel boyunca Churchill’in hem İngiltere’yi nasıl ayakta tutmaya çalıştığı hem de savaşın kaderini değiştireceğini bildiği için ABD Başkanı Franklin Roosevelt’i savaşa katılmaya ikna etmek için nasıl uğraştığı anlatılıyor. Nazilerin İngiltere’yi işgal edeceği korkusunun tüm ülkeyi kapladığı, Londra’nın aralıksız 53 gece arka arkaya bombalandığı dönemde herkes Almanya ile ateşkes imzalanmasını isterken bu talebe tek başına direniyor. Japonya’nın 1941 yılında Pearl Harbour’u bombalamasıyla Churchill’in duaları kabul oluyor ve ABD savaşa giriyor.
Churchill’in yüksek egolu, mücadeleci ama aynı anda hem gözü kara hem de temkinli karakterinde Çanakkale’de yaşadığı bozgunun çok önemli bir rolü var. Kısa sürede kazanacağını düşünerek giriştiği savaşta uğradığı ağır yenilgi içinde bir korku olarak ömrü boyunca kalıyor. Gerçi o Çanakkale’deki bozgunu kendi hatasından çok taktik nedenlere, örneğin ordunun çok komutanlı yapısına bağlasa da yaralananlar ve tutsak düşenler dahil sadece İngiltere’nin 100 bin civarında kayıp vermesinin sorumluluğunu hayatı boyunca hissediyor. Bu da, 2. Dünya Savaşı sırasında yapılan pek çok operasyonda mümkün olduğu kadar az gencin ölmesi için aşırı temkinli davranmasına ve ince eleyip sık dokumasına yol açıyor.
Savaş kazanıldığında halkın taptığı Churchill yapılan seçimi ilginç bir şekilde kaybediyor ama 1951’de yani 77 yaşında tekrar başbakan seçiliyor.
Mücadeleyle dolu hayatında eleştirilen noktaların arasında imparatorluk hayranı olması, ABD’li eşi Clementine Churchill’in bizzat kampanya yürütmesine rağmen kadınların oy hakkına karşı çıkması da var. Japonya’ya atom bombası atılması kararının altında imzası da olan Churchill, aynı zamanda “Demir Perde” deyimini ilk kullanan kişi.
Çok ilginç bir üslubu olan, kimilerinin “politikacı görünümlü şair” dediği, Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Churchill’i ve onun gözünden 2. Dünya Savaşı’nı anlatan belgesel izlemeye değer.
Not: Medya Günlüğü’nde yayınlanan diğer Netflix dizi değerlendirmeleriyle ilgili yazıları okumak için tıklayın