Jean-Jacques Rousseau, “Toplum Sözleşmesi” adlı yapıtında sorunsuz işleyen, istikrarlı, toplumun tüm kesimlerinin tatmin edildiği ve dolayısıyla sahiplendiği bir anayasa yazılabilmesinin ve siyasal sistem oluşturulabilmesinin en iyi yolunun toplum sözleşmesi olduğunu söylemektedir.
1700’lü yılların ikinci yarısında yazıldığında büyük ses getiren ve o tarihten itibaren başta Avrupa olmak üzere, dünyanın pek çok noktasındaki siyasal sistem ve anayasa arayışlarında referans kaynağı olan eserin siyaset bilimi literatüründe önemli bir yer kaplamasının ve kültleşmesinin sebebi neydi?
Batı’da “Aydınlanma Çağı” denen, 1700’lü yıllardan itibaren gittikçe artan ivmeyle gelişen ve toplumun her kesiminin siyasi süreçleri etkileyebilmesini ifade eden siyasi katılım anlayışı sayesinde güçlü bir anayasacılık akımı başlamıştır.
Toplumların mümkün olduğunca kapsayıcı anayasalar yapmaya ve siyasi sistemler geliştirmeye çalıştıkları bu süreçte, Rousseau’nun “Toplum Sözleşmesi” kuramı çok etkili olmuştu. Dengeli ve istikrarlı sistemler ortaya koymaya çalışan kimi ülkeler anayasalarını, toplumun hemen her kesiminin yapılış sürecine katılacağı ve onaylayacağı birer sözleşme şeklinde oluşturmaya çalışmışlardır.
Avrupa’da demokratik kurumların ilk kez ortaya çıktıkları ve demokrasinin beşiği diye anılan İngiltere’de, yazılı bir anayasa bulunmamasına rağmen, toplumsal uzlaşı mantığıyla geliştirilmiş; “Common Law” dedikleri içtihatlar, kanunlar ve hukuki teamüllerle vardır ve tıpkı bir anayasa gibi referans gösterilmekte ve soyut bir anayasa işlevi görmektedirler.
Fransa’da 5. Cumhuriyet anayasasının öngördüğü hükümet sistemi olan yarı başkanlık sistemi ve yine Amerikan anayasasının ortaya koyduğu başkanlık sistemi de, toplumsal sözleşme ilkesi çerçevesinde oluşturuldukları yani kapsayıcı bulundukları ve toplumun genelinin siyasi taleplerini yansıttıkları içindir ki istikrarlı ve büyük ölçüde sorunsuz işleyen hükümet sistemleri yaratmışlardır.
Anayasa hukukçularının ortak kanısına göre; hükümet sisteminin sorunsuz işleyebilmesinin öncelikli şartı, belirttiğimiz gibi anayasanın toplumsal sözleşme ilkesi çerçevesinde oluşturulmuş olmasıdır. Öte yandan, özellikle başkanlık rejimlerinin sağlıklı çalışabilmesi için o ülkede etkili bir parlamento denetiminin, bağımsız ve adil bir yargı sisteminin ve mümkün olduğunca bağımsız ve tarafsız, böylece kamuoyunun sağlıklı oluşabilmesini sağlayan ve etkili bir kamu denetimi yapılabilmesine imkan veren bir medya düzeninin varlığı olmazsa olmaz koşullardır.
Bu çerçevede ABD’de uzun süredir başarılı bir şekilde uygulanmakta olan başkanlık sistemi, geçmişte dünyanın pek çok ülkesinde denenmiş ancak yasama, yürütme ve yargı gibi devletin üç temel organının son derece uyumsuz ve sorunlu çalışmış hatta kimi Latin Amerika ülkelerinde devlet krizi doğuracak ölçüde siyasi sorunlar yaratan yapılar meydana gelmiştir.
Amerikan sistemi ise dünyada başarı ile uygulanan yegane modeldir. Bunun nedeni de dünyanın pek çok noktasından göç etmiş insanlardan oluşan son derece kozmopolit bir toplum olmasına rağmen, anayasalarının temel olarak Amerikan ulusunun uzlaşmasına dayanılarak oluşturulmuş olmasının yanında, anayasa hukukçularının “denge” ve “frenler” mekanizması dedikleri süreçlerin sorunsuz işlemesini sağlayan etkili bir meclis denetimi, bağımsız bir yargı sistemi ve genel olarak bağımsız ve tarafsız bir medyanın varlığıdır.
Ülkemize gelecek olursak…
Uzun bir anayasalı yönetim tecrübesine sahip olmamıza rağmen, ilk anayasamız 1876 Kanun-i Esasi aslında yukarıdan aşağıya Batılılaşma çabalarının, 1921 Teşkilat-ı Esasi ve 1924 anayasaları savaş ve savaş sonrası dönemin olağanüstü koşullarının ürünüydü. 1961 Anayasası’nın bir askeri müdahale sonrası temel olarak teknokratlarca hazırlanmış olması ve tüm ileri yönlerine rağmen sosyal bünyemizle olan uyumsuzluğu, siyasi mizah örnekleri ile tarihe geçmiş olan Süleyman Demirel, “Bu elbise bize bol geliyor” diyerek güzel ifade etmişti. Bu sebeplerden dolayı maalesef kalıcı olamamışlardır.
Aynı şekilde 1982 Anayasası’nın da bir askeri darbe sonrasında ve olağanüstü koşullarda hazırlanmış olduğunu anımsarsak, hiçbir anayasamızın yapılış sürecinde, toplumsal sözleşme ilkesi çerçevesinde bir katılımın ve kapsayıcılığın olmadığını üzülerek görmekteyiz. Bunun içindir ki geçmişten beri anayasa ve siyasi sistem tartışmaları süre gitmiş ve ülke gündeminden düşmemiştir.
16 Nisan 2017 referandumu sonucunda çok az farkla kabul edilen anayasa değişikliğinin öngördüğü hükümet sistemi olan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi de yeterince tartışılmadığı, toplumun sağlıklı bir bilgilenme ve karar verme sürecini yaşamadığı, kapsayıcılığının düşük olduğu, yani toplumsal sözleşme mantığına aykırı bir şekilde oluşturulmuş olduğu içindir ki, sağlıklı bir sistem yaratamamış; kısa zamanda çeşitli sorunlar doğurmuş ve gittikçe daha çok tartışılmaya ve eleştirilmeye başlanmıştır.
Öte yandan, yukarıda bahsettiğimiz gibi, başkanlık sistemlerinin sağlıklı yürüyebilmelerinin koşulları olan etkin bir meclis denetimi, bağımsız ve adil bir yargı sistemi ve bağımsız ve tarafsız bir medya düzeni ülkemizde geçmişten beri yeterli düzeyde olmadıkları ve hele hele son yıllarda iyice zayıflamış ve etkisizleşmiş oldukları içindir ki, zaten sakat doğmuş bulunan söz konusu siyasi sistem maalesef sağlıklı işlememektedir.
“İnsanların ve toplumların en büyük öğretmenleri yaptıkları hatalardır” sözünden hareketle, hiç olmazsa bundan sonra, toplumsal sözleşme mantığıyla tüm toplum kesimlerinin yapılış sürecine katılacakları, ulusumuzun tarihsel birikim ve tecrübelerini yansıtan, demokratik, çoğulcu ve çağdaş bir anayasa yazabilirsek, güzel ülkemizin yarınlarını bugünden kazanmış olacağız sanırım.
Kaynaklar:
Jean Jacques Rousseau, Toplum Sözleşmesi
Ergun Özbudun, Türk Anayasa Hukuku