Bir gün annem kardeşlerimin şirketine gitmiş ve “Adapazarı’na gitmek istiyorum beni birisi götürsün” demiş…
Bu ani istek üzerine kardeşlerim mecburen “peki anne, sen otur şöyle, biz şoför ayarlayalım” demişler. Aradan ne kadar süre geçmiş bilmiyorum, annem sıkılmış. Çıkmış binadan ve hemen kapının önündeki taksi şirketinin bir aracına binip Adapazarı otobüslerinin durağına götürmesini istemiş. Taksinin sürücüsü mahallenin çocuğu olduğundan annemi tanıyormuş. Bir terslik olduğunu sezinleyip kardeşime telefon ederek annemi otobüs durağına götürmekte olduğunu haber vermiş. Kardeşim “hemen geri getir” deyince de yarı yoldan dönmüş. Bunun üzerine annem öfke krizine girmiş. “Çabuk beni söylediğim yere götür” diye bağırıp çağırdığı yetmiyormuş gibi “sen benim kim olduğumu biliyor musun, çantamda silahım var, şimdi senin beynini dağıtırım” diye tehdit de etmiş. Sağ olsun taksici, durup annemi arabadan indirmek yerine her şeye rağmen geri götürüp kardeşlerime teslim etmiş…
Bu olay Kadıköy’de olurken ben de Bakırköy Akıl Hastanesi’nde doktorluk yapıyordum. Kardeşlerim panik halinde bana olayı nakledince, mesai bitimini zor bekleyip annemlere gittim. Kardeşlerim de geldiler. Sanki her zamanki ziyaretlerimizden biriymiş gibi annem bizi nefis yemekleriyle sofraya oturttu. Hâl ve tavırlarında görünür hiçbir gariplik yoktu. Bir yandan yemek yiyor, bir yandan da konuyu nasıl açsam diye kıvranıyordum ki kendisi kaş göz işaretleri ile beni içeri çağırdı.
“Biliyor musun Nevin, bana bugün bir şeyler oldu. Ben bugün durup dururken delirdim. Öyle şeyler yaptım ki, anlatsam inanmazsın” diye başladı ve olan biten her şeyi bire bir anlattı. Anlatırken çok üzgündü. Sonra da “bana ne oldu, niye yaptım bütün bunları, neden olmuş olabilir” diye bana sordu.
Sanki ben biliyor muyum? Annemde yaşlılık şekeri var, azıcık yükseliyor ama belki çok yükselmiştir ya da düşmüştür? Belki de şeker değil tuzuyla (sodyum) ilgili bir sorun olmuştur. Belki de içtiği ilaçlarının yan etkisidir. Acaba konserve, paket gıda falan bir şey yedi de zehirlendi mi? Diyerek bütün olasılıkları gözden geçirdim, incelemeleri yaptırdım ama bir ipucu bulamadım. Annemin bu birkaç saatlik sapıtmasının nedenini bir türlü keşfedemedim…
Geçenlerde bir tanıdık çok sevdikleri bir ahbaplarından söz etti. Birbirlerini pek severlermiş. Kendisi ile bir piknikte rastlaşmışlar. Çocukları koşarak yanına gidince surat asıp kafasını çevirmiş. Hayrola çocuklar size bir terbiyesizlik mi yaptılar, diye sormuş. Sert mimikler eşliğinde “Yok, bir şey” deyip ona da arkasını dönünce çok üzülmüş. Çocukları sıkıştırmış ama bir şey öğrenememiş. Aradan bir süre geçmiş, içine sinmemiş meseleyi anlamak için evine ziyarete gitmiş. Kapıda görünce hararetle kucaklayıp ilk iş çocuklarını sormuş. “Biliyorsun onlar benim torunlarım sayılır, ne zamandır görmüyorum çok özledim, niye onları da getirmeden geldin” diye sitemler etmiş. O böyle candan davranınca konuyu açamamış ama kafasına daha da çok takılmış. Parktaki görüşmelerinde neden her zamankinden farklı davrandığını bir türlü anlayamamış…
Bir başka tanıdığım, çok eski bir arkadaşının dostluğunu anlata anlata bitiremiyor, yıllardır yüz yüze görüşemediklerinden dert yanıyordu. Sonunda ne yaptı etti, ortak bir yurt dışı seyahati ayarladı. İkisi de yaşadıkları ülkeden çıktılar, başka bir ülkede buluşup gezdiler. Gezi sonunda da bir süre arkadaşının evinde kaldı ve döndü. Döndüğünde “bir daha ölsem ziyaretine gitmem, artık benim öyle bir arkadaşım yok” diye kestirip attı.
Gezi boyunca aralarında epeyce sorun çıkmış. Bunun çok normal olduğunu, yıllarca görüşmedikleri için ikisinin de değişmiş olabileceğini söyledim. Ayrıca en iyi arkadaşlıkların bile gezide bozulabileceğini çünkü gezilerde olağan olan ani durum değişikliklere herkesin uyum sağlayamadığını falan anlatmaya çalıştım. “Boş versene, evinde bir akşam baktım mutfakta tek başına yemek yiyor. Sürekli birlikteyiz, biliyor ki ben de açım. Hayrola, sadece kendini mi doyuruyorsun, dedim, sen etin kilosu kaça biliyor musun, sen de alsaydın da yeseydin, dedi. Bir başka sefer yatak odasındaki parfümün yerinde olmadığını söyleyerek bana sordu. Yahu ben ne bileyim senin parfümünü, odana mı girdim, demem üzerine de kapı kilitli değil ya girmediğin ne malum, diyerek beni resmen hırsızlıkla suçladı. Bir daha mı evine giderim, tövbeler olsun” diyerek kızgınlığını dile getirdi. “O hep böyle biriydi de acaba daha önce sen mi fark etmedin” demem üzerine de “kesinlikle öyle değildi, görüşmeyeli çok değişmiş, başka biri olmuş” dedi.
Bu üç hikâyeye başka hikâyeler de ekleyebilirim ama aklı başında bazı insanların kendilerinden hiç beklenmeyen davranışlar sergileyebildiklerini anlatmak için sanırım fikir verici olmuştur. Her üç hikâyenin öznesi de yaşını başını almış kadınlar. Ayrıca unutkan değiller, her şeyi gayet güzel hatırlıyorlar. Hafıza testleri yapılsa, üçünün de kendi çapında gayet başarılı olacağından eminim. Yani bunamış da değiller.
Bu kadınların saçma sapan davranışlarının bir nedeni olmalı. Annemde ben her türlü muayene ve tetkiki yaptım ama bir neden bulamadım. Diğerlerini ise sadece duydum, muayene etmedim, incelemedim ama annemin akıbetini biliyor, diğerlerininkini de tahmin ediyorum.
Ancak cinsiyet ayrımcılığı yapmamak için bir de babamdan söz edeyim. Babam çok iyi sürücüydü. Hepimize araba kullanmasını da zaten o öğretmişti. “Ben hiç kaza yapmadım diye övünmek, ben hiç ölmedim demeye benzer” derdi. “İnsan ciddi kazayı bir kez yapar, sonra da onu zaten anlatamaz, ölmüş olur” derdi. Trafikte dikkatli olmak konusunda o denli hassastı. Bir gün ciddi bir kaza yaptı. Kendi kullandığı arabayla yan yoldan ana yola girdiğinde bir TIR zor durmuş. TIR sürücüsü aniden önüme fırladı diyor babamsa hatasını asla kabul etmiyordu.
Babam yaşlandığı için gözleri iyi göremez olmuştu. “Yaşla birlikte sadece gözler değil refleksler de bozuluyor. Artık araba kullanmamalısın. Bunu kızın olarak değil bir hekim olarak söylüyorum” dediğimde bana çok kızdı. “Ben bu araba kullanma işine ilk başladığımda acemiydim ama aradan geçen 60 senede bir şeyler öğrenmişimdir herhalde” diyerek beni ustalıkla püskürttü ve araba kullanmaktan vazgeçmedi. Sonra korktuğumuza uğradık. Feci bir kaza yaptı ve arabasının önü yok oldu, çarptığı araba da haşat oldu. Neyse ki arabalar gene de sağlammış ki çarptığı aileye de kendisine de bir şey olmadı…
Bir gün beni kenara çekti ve hurdaya dönmüş arabayı kastederek “arabamın önü biraz çizildi, sen şunu yaptırıver, ben yaptıramadım da günlerdir evde hapis kaldım” dedi. “Aaa baba, bu konuyu kapattık sanıyordum, artık araba kullanmak yok” dedim. Çok kızdı bana. “Sen de amma cimri oldun, üç kuruş için bana ettiğin lafa bak” diye öfke kustu. Oysa benim arabam bile bozulsa o yaptırırdı, arabayı yaptıracak parası da vardı, benden para istemek gibi bir huyu da yoktu. Arabanın o haşat haline çizik demesi ise işin tüy dikme kısmıydı. Anlaşılan bu kaza onun görme ve de refleks keskinliğinin kaybıyla alakalı değildi, babama bir hâller olmuştu.
Anlattığım bu durumların hepsi birer bunama başlangıcıdır. “Bu kadınlar unutkan değiller yani bunamış değiller” dediğimi de hatırlatırım. Kasten öyle dediydim. Çünkü bu çıkarsama çok yaygındır ama doğru değildir. Bunama için ezberimiz hep hafıza üzerindendir. Unutmuyorsa bunamış değildir diye düşünürüz. Oysa bu doğru değil.
Öncelikle şunu söylemeliyim ki bunamadaki unutkanlıklar bugünü yani yeni şeyleri unutmaktan başlar. Bu tür unutkanlık da kolay fark edilmez, dikkatsizlik falan zannedilerek atlanır. “Aaa, cin gibi vallahi, otuz sene önce olanı sor anlatsın, benim hatırlamadığım şeyleri bile hatırlıyor” diye anlatır hasta yakınları. Oysa bunamadaki unutkanlık bir kitabın üst sayfalarının tek tek kopup kaybolması gibidir. Üstteki sayfalar kopup gittikçe, alttaki sayfalar ortaya çıkar. Yeni öğrenilenler unutuldukça, eskiler daha çok hatırlanmaya başlanır. Eskilerden çokça söz eden yaşlıların güncel belleklerinin test edilmesi gerekir…
Asıl önemlisi ise her bunamanın hafıza kaybıyla başlamadığıdır. Birçok bunama çeşidi kişilik ya da davranış değişikliği ile başlar. Eskiden yapmadığı şeyleri yapmaya başlamak, eskiden davranmadığı gibi davranmak, huy değiştirmek ya da zaman zaman saçmalamak bunama başlangıcı olabilir.
Huy değişikliği sonradan kalıcı olabilir ama başlangıçta bu hikâyelerde olduğu gibi bazen ortaya çıkan tutarsızlıklar şeklinde de olabilir. Başlangıç aşamasındayken kişinin normal olduğu zamanlar, bu anormal dönemlerinden daha çoktur. Normal zamanlarındaki eskisinden hiç de farklı olmayan davranışları yüzünden beyinde bozulmanın başladığı kolay fark edilemez. Üstelik de bu gibi ataklar, unutkanlık başlamadan yıllar öncesinde başladığı için aile ve arkadaşlar bu gariplikleri anlamlandıramaz ve kendi üstüne alınarak o kişiye kızarlar. Bunun yarattığı zıtlaşma da duruma tuz biber eker.
Bunama yani tıbbi adıyla “Demans” deyince herkesin aklına Alman doktor Alzheimer’ın adı geliyor. Oysa o doktorun tanımladığı bunama çeşitlerinden sadece biridir. Her bunama çeşidinin başlangıcı da seyri de başkadır. Çeşidi ne olursa olsun, bunama ilerlediğinde elbette unutkanlık da gelişir ama dediğim gibi hepsinin unutkanlıkla başlaması gerekmez. Ayrıca unutmak normal beynin de en büyük kusurudur. O yüzden her unutan bunamış da değildir.
Benim annemde eskilerin damar sertliği dediği “ateroskleroz” vardı. Yani damarlarının iç çeperi bozulmuştu. Bunun da nedeni şeker ve tansiyon hastası oluşu idi. Ateroskleroz, kalp krizi ve enfarktüsü yaratan asıl nedendir. Eskilerin “nüzül” bizim “inme” tıbbın ise “stroke” dediği beyin hastalığının da neredeyse tek nedeni aterosklerozdur. Böyle çok ciddi iki büyük hasara neden olabilen bu ateroskleoz belası ayrıca bunamaya da neden olabilir. Çünkü damarlarınız bozuksa diğer organlarınız gibi beyniniz de eninde sonunda bozulur.
Annemde de olan oydu. Anlattığıma benzer benzemez birçok ataktan ve anlamsız öfke nöbetlerinden yıllar sonra annemde unutkanlıklar başladı ve sonuçta ağır bir bunama gelişti. Sonrasında da onu kaybettik. Annem sırtında dünyayı taşıyanlardandı. Yaşamı stres içinde geçti. Dertlerle dertlenmesi ömrünün törpüsüydü ama hep güler yüzlüydü. Bunadığında ise ne güler yüzü kaldı, ne de şakacılığı. Son dakikaya kadar unutmadığı tek şey ise bütün çocuklarına miras bıraktığı çiçekseverliğiydi. Hepimiz onu elindeki buketi birilerine hediye ederken hatırlıyoruz…
Babamsa annemin tersine stres falan çekmezdi çünkü akşamcıydı. Bildim bileli her gece içer, derdini de kadehlerde yüzdürürdü. Seksenlerine geldiğinde aklı da belleği de pırıl pırıldı. Sonra yavaş yavaş huyu suyu değişmeye başladı. Alkol ön beyni yani muhakeme yeteneğimizin olduğu yeri aşama aşama erittiği için değişimini anlamak da kolay olmadı. Alkolik bunama böyle gelişir. Kişi neşeli, hoş sohbet olmayı sürdürür. Hatta alkole bağlı frontal bölgede gelişen beyin hasarı toplumsal değer yargılarına aldırmayı da bozduğu için, duygularını daha kolay dışa vurur, aklına eseni daha kolay yapar, daha rahat şakalar yapar ve eskisinden de eğlenceli biri olmuş gibi görünür vb. Unutkanlık da henüz ortada olmadığı için bu keyifli görüntünün içinde bunamanın başladığı anlaşılmaz. Eşik değer aşılana kadar…
Sonuçta babam da müzmin alkol kullanıcısı olmak yüzünden bunadı ve doksanlarına ulaşamadan onu da kaybettik. Oysa öyle güzel beslenir, öyle de usturuplu içerdi ki biz kardeşlerimle “babam hepimizi gömer” diye espri yapardık. Ne de olsa dünyanın en uzun yaşayanlarından olan Abaza kanı taşıyordu ama alkolün kurbanı oldu. Bu arada seksen yaşına kadar bunamadıysa demek ki içmenin sakıncası yok şeklindeki yanlış anlamaları önlemek için araya gireyim. Babam tıpkı Aydın Boysan gibi, nasıl içileceğini iyi bilerek içerdi. Bu doğru içme, yanlış içme konusunu ayrıca uzun uzun yazacağım. Ancak konuyu onlar kadar iyi bilmeyenlerin yani her içenin öyle uzun süreler bunamadan gitme şansı yok ne yazık ki…
Ailem üzerinden anlatmaya çalıştığım üzere, şeker ve tansiyon hastalığı, alkol, yanlış beslenme, diyetler ve benzeri nedenlerle de bunama oluşabilir. Üstelik de bunlar alzheimer (alzaymır) bunamasından daha sık rastlanan nedenlerdir. Bizim bunları bilmezken alzheimer biliyor olmamız bu hastalıkta kullanılan ilaçlar yani reklamın gücü yüzündendir.
Alzheimer bunamasının ne nedeni bellidir ne de önlem alıp korunmak mümkündür. Oysa damar bozulmasına ve alkolik beyin hasarına bağlı bunamalarda neden de bellidir önlemek de mümkündür. Ancak önlem almak, ilaç şirketlerine para kazandırmaz. O yüzden modern çağın insanları olarak bizler eskiler gibi bunamıyoruz da alzheimer oluyoruz…
Sonuç olarak demek istiyorum ki yaşlılığımızda bunamak istemiyorsak genç yaştan itibaren damarlarımızı ve de beynimizi korumaya almalıyız. Ayrıca yaşlılarımız “sapıtık” davrandıklarında da alınarak ya da öfkelenerek onlarla çatışmak yerine bunama başlangıcı olasılığını dikkate almalıyız.
İçimize kasten salınan bunama korkusuna karşı da savaş açmalıyız. Eğer yeterince yaşayabilirsek hepimiz istesek de istemesek de zaten bunayacağız. Önce bunu bir kabullenelim. Nasıl cildimiz bozuluyor, görmemiz işitmemiz kavrayışımız bozuluyorsa, aklımız da eninde sonunda bozulacak. Beyin de bir organ, onun da bir sonu olacak, tıpkı bizim de bir sonumuz olduğu gibi.
Ancak “bilerek isteyerek” bu sonu geciktirebiliriz. Tembel değil hareketli yaşayarak, düzgün beslenerek ve endişelerimizle baş etmeyi öğrenerek bedenimizin yaşlanmasını geciktirebileceğimiz gibi beynimizin yaşlanmasını da geciktirebiliriz. Merak etmeyi, yeni şeyler öğrenmeyi, rutine kısılıp kalmamayı becerdikçe, beynimizi tazeleriz. Bunları yapmayıp haplardan medet ummak boşa kürek sallamaktır.
Bunama, bulmaca çözerek değil, hayatımızı güzel ve doğru biçimde geçirerek, dolayısıyla damar sağlığımızı önemseyerek önlenebilir. Bolca doktora giderek, ilaç sektörünü zenginleştirerek değil. Özetle “nerede hareket orda bereket”. Hep ve her biçimiyle hareket. Fiziksel ve mental ataleti sözlüklerden silmek gerek.
calisal01@yahoo.com