Zeydan Karalar ve dosyadaki çelişkiler-Murat Ağırel (Cumhuriyet)
“Zeydan Karalar, güneşin yüz bin parçaya bölündüğü topraklarda doğmuş bir adamdır. Sıcaklığıyla insanını kavuran, bereketiyle yoksulu doyuran, coğrafyanın kader olduğu o topraklarda büyüdü. O topraklar ki yedi direkli çadırların gölgesinde yiğitler yetiştirir.
Ve şimdi, o yiğitlerden biri, Adana Büyükşehir Belediye Başkanı Zeydan Karalar, bir irtikap iddiası ile tutuklu.
İstanbul’da yürütülen bir soruşturmada, savcılık tarafından “suç örgütü lideri” olarak tanımlanan Aziz İhsan Aktaş’a yönelik operasyon kapsamında, Baki Nugay’ın beyanı doğrultusunda Zeydan Karalar hakkında işlem yapıldı.
İddia büyük ama delil küçük…
Evet, yalnızca bir kişinin, Baki Nugay’ın beyanı var.
Ne garip değil mi?
Zeydan Karalar’ı bu ciddi suçlamayla ilişkilendiren başka hiçbir somut veri, belge, kayıt, ifade yok.
Peki, kimdir Baki Nugay?
Barka Atık Yönetimi isimli firmanın ortağı.
İfadesinde diyor ki:
“Zeydan Karalar, düzenli ödeme alabilmemiz için her ay belli bir miktarın kendilerine ödenmesi gerektiğini ve bu süreci Özcan Zenger ile yürütmemiz gerektiğini belirtti. Talebi kabul etmezsek ödemeler gecikirdi. Bu yüzden teklifi kabul ettim.”
O halde burada durup soralım:
Bu beyan, böylesine ağır bir suçlamanın temelini oluşturabilir mi?
Yani iftira atmış olabileceği hiç mi düşünülmüyor?
Tam da bu yüzden Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) yıllardır söylüyor:
“İtirafçı tanık ifadeleri, özellikle menfaat karşılığı alınmışsa adil yargılanma hakkını doğrudan ihlal eder. Çünkü bu tür ifadeler, yönlendirilmeye, kişisel hesaplaşmalara, çıkar çatışmalarına açıktır. AİHM’nin Adamčo v. Slovakya kararında açıkça belirtilmiştir: Tanığın elde ettiği menfaat ne kadar büyükse o ifadenin güvenilirliği o kadar şüpheyle karşılanmalıdır.”
İsrail-Türkiye: Evet, o ihtimal var-Nedred Ersanel (Yeni Şafak)
“Türk kamuoyunun İsrail’e sabrı tükendi. Suriye’ye gelmeden Gazze’de bitti. Bu yüzden elle tutulur, gövde gösterir bir çıkış bekliyor…
Suriye’de Türkiye’nin birden çok ‘kırmızı çizgisi’ var. Bunlar arasında kan kırmızı olan, “Kuzey ve Güney arasında koridor kurma” aklıdır. Varacağı yer Cumhurbaşkanı’nın ağzından zaten dillendirildi, Dışişleri Bakanı tarafından da, “aman” denerek ikaz edildi…
İki, Şam iktidarının devrilmesi ve kaotik bir sürecin ortaya çıkması ihtimallerinde de Türkiye elini beline atar. Ancak bunlar zaten “kötü senaryolar” ve cevapları hazır. Mesele, sistematik istikrarsızlık saldırılarının nasıl bertaraf edileceği. Suriye’nin uzun huzura ihtiyacı var. İsrail de durmayacak. Bu da biteviye düzensizlik, bağışıklık sisteminin gelişmemesi demek…
O halde?
Türkiye’nin ‘ortaya doğru’ biraz daha ilerlemesi gerekiyor. Bunun şekli “üs” olabilir. Şam el değiştirdikten sonra Türk üs veya üslerinin kurulabileceğine ilişkin sık duyulan bir söylem vardı. Sonra azaldı. Böyle bir varlık İsrail’i zaten delirtir. Hele Halep ve altı olursa saçlarını yolarlar. Ama hissettik ki ABD’nin reaksiyonu meçhul. Buna mukabil bölgedeki herhangi gücün direnmesi de mümkün gözükmüyor…
Üs konusu gündeme ilk geldiğinde bazı basın organları veya yazar/çizer tayfası şiddetle itiraz etti. Kendi akılları olmayacağına göre, “kaynaklarının görüşlerini” yansıttıkları varsayılabilir. Doğrusu, insan “o kaynakları” ve gerekçelerini merak ediyor.
Bir diğer yol, Şam yönetimine İsrail’i tereddüt ettirecek silahların verilmesidir. Göze alınıp alınmayacağını yine Türkiye tartacaktır ama karardan sonra fark etmez. İstihbarat operasyonları da sahaya sürülebilir. Ki, favorim budur, ‘mütekabiliyet’ de budur. Bakınız, Suriye’deki Arap hareketliliği…
Tekrarlayalım, Türkiye varılan çok ülkeli konsensusu kıymetli buluyor ve bunu diplomasiyle, stratejik sabırla korumak istiyor. Bu gerçeklik, ‘İsrail’in devam etmesi halinde ne olacak’ sorusuyla sınanacaksa, vaziyet etmemek gittikçe zorlaşacak…
İsrail geçtiğimiz aylar içinde bölgede beş ülkeye saldırdı. Bunların hiçbirinde, “İsrail’i birinin durdurması gerekiyor” tespitinin ‘direkt’ muhatabı Türkiye değildi. Ama şimdi İsrail bizi muhatap haline getirmek istiyor. Soru şu; bunu ‘yutar mısınız’?”
İnsan hiç üzülmez mi… utanmaz mı hiç?-Umur Talu (T24)
“Ne hisseder, gurur mu duyar?
Hepimizin başkalarına karşı hataları olması mümkün. İdrak ediyorsanız, üzülürsünüz; belki utanırsınız. Ama onlar? Ne hissettiler acaba?
Bir dolu yoldan geçiyorsunuz. Öğretim üyesi oluyorsunuz, profesör oluyorsunuz, dekan, rektör oluyorsunuz. Nasıl olursanız olun, bu yolculukta amaç ne? Kendini ve binlerce binlerce öğrenciyi yetiştirmek. Makam, maaş, imtiyazlar bir kenara, bu manevi hazzı da duymak mesela.
Oysa yıl 2025, diyelim. Mezuniyet töreni. Öğrencileriniz size sırtlarını dönmüş. Yuhalamış, ıslıklamış. Nasıl kaldınız onların aklında ve kalbinde? Neden böyle? Üzülmez misiniz, utanmaz mısınız?
Diyebilirsiniz ki, “Bütün öğrenciler değildi.” Öyle olsun. Ama bu tavrı alanların en duyarlı öğrenciler olduğunu, tam da sözde üniversitenin amacındaki gibi, “vicdanı ve aklı özgür” gençler olduğunu kabul etmeyecek misiniz?
Yıllar yıllar boyu, tam da bu nitelikte öğrenciler, gençler nice “hocaları”nı alkışladı, örnek aldı, onlarda gördükleri bilim-ilim insanı ve insanlık özünü kendilerinin de yaptı. Siz öyle olmadınız, olamadınız. Ömrünüzün ve akademik hayatınızın kalanında, unvanlarınızın en önüne, “ıslıklanan, yuhalanan, sırt dönülen hocalar, üniversite kadroları” sıfatı eklendi.
Ne de olsa siz “çok farklı” öğretmenler, öğretim üyelerinden ders ve feyz almış olabilirsiniz ya, hiç kendinizi onların tuttuğu aynada da görmeyecek misiniz? Hiç üzülmeyecek, hiç utanmayacak mısınız?”
Kızıl Elma neresi?-Salih Cenap Baydar (Karar)
“Ömer Seyfettin’in meşhur “Kızıl Elma Neresi?” başlıklı hikayesi, toplumumuzun kolektif hafızasında kök salmış bir zihniyet kodunu deşifre eder.
Hikaye, padişahın bir sabah askerlerin coşkuyla “Kızıl Elma’ya!” diye slogan attıklarını duyup ne kastettiklerini merak etmesiyle başlar.
Bu esrarengiz yer neresidir?
Padişah danışmanlarını çağırıp sorar. Ancak hiçbirinin Kızıl Elma’nın tam olarak neresi olduğu konusunda net bir cevabı yoktur.
Danışmanlardan biri bunun, ‘halkın uydurduğu aslı faslı olmayan bir efsane’ olduğunu söyler.
Padişah, bu cevaptan memnun olmaz. “Halkın dediği, Hakk’ın dediğidir!” diyerek Kızıl Elma’nın bir hakikat olduğunu savunur.
Cevap bulunamayınca “Kızıl Elma’ya” diye neşeyle haykıran askerlerden üçünü getirtip sorar.
Huzura çıkan her asker, Kızıl Elma’nın “Padişah’ın kendilerini götüreceği yer” olduğunu söyler.
Padişah bu cevaplardan Kızıl Elma’nın somut bir yer değil, halkın kendisine duyduğu güven ve bağlılıkla şekillenen bir ülkü olduğunu çıkarır.
“Kızıl Elma” bazen bir ülke, bazen bir şehir, bazen bir taht, bazen de ulaşılamaz bir idealdir.
Bu değişken hedef, Türk toplumunun liderlik algısı ve kolektif bilinci hakkında çok şey söyler.
Tarih boyunca milletimiz için hem bir motivasyon aracı hem de bir varoluş gayesi olmuş olan “Kızıl Elma”, kutsal olduğu ölçüde belirsiz bir hedeftir.
Bizi o hedefe taşıyacak lidere atfettiğimiz kutsallık ve önem, hedefin kendisinden çok daha dikkat çekicidir.
Lideri, sadece bir yönetici olarak değil, aynı zamanda ilahi bir misyonun yol göstericisi, sorgulanamaz bir iradenin temsilcisi olarak algılarız.
Liderin seçtiği hedefin ne olduğu, nerede olduğu ya da neden seçildiği gibi soruları, genellikle lüzumsuz ya da saygısızca buluruz.
O hedefe yönelmenin mutlaka hayrımıza olacağını varsayarız.
Kolektivizme hayli mütemayil bir toplum olarak, bireysel sorgulamalardan, eleştirilerden ve itirazlardan kaçınırız.
Biz olmanın getirdiği aidiyet ve güvenlik hissi, ben olarak farklılaşmanın, sorgulamanın ve eleştirinin potansiyel risklerinin önüne geçer.
Şahsına ve liderliğine kutsal anlamlar atfedilen, hatta “zillullah fi’l-arz” (Allah’ın yeryüzündeki gölgesi) olduğuna inanılan bir liderin kararlarını kim sorgulayabilir?
Hiç kimse!..”
Rüşvet çarkına dolandırıcı sızmış-Timur Soykan (BirGün)
“‘Lvbel C5’ adıyla bilinen ünlü rapçi Süleyman Burak Bodur (24), şarkı sözlerinde uyuşturucu maddeye özendirdiği iddiasıyla 5 Mayıs 2025’te gözaltına alınmıştı. Gebze Adliyesi’nde Sulh Ceza Hakimliği’nce tutuklanıp Kandıra Cezaevi’ne konulmuştu.
Ramazan Özcan isimli bir kişi, Süleyman Burak Bodur’un tahliye edilmesi için Gebze Adliyesi’nde Başsavcı Vekili M.A.S. ve tutukluluğa itirazı inceleyecek hakim O.Y. ile görüşmüştü. Hakim O.Y., Ramazan Özcan’a Avukat E.A.’nin telefon numarasını vermişti. Avukat E.A. ise yargı mensuplarına vereceğini söyleyerek 500 bin dolar rüşvet istemişti. Daha sonra bu rüşvet miktarını 100 bin dolara düşürmüştü. Rüşvet istenen kişilerin, Adalet Bakanlığı’na başvurusu üzerine Kocaeli Cumhuriyet Başsavcılığı suçüstü yapmak için polise haber verdi.
Sancaktepe’deki bir lokantada rüşvet için buluşulduğu sırada Avukat E.A.’nın konuşması polislerce kaydedildi. Avukat E.A., buradaki görüşme sırasında İstanbul ve Gebze’deki adliyelerde yargı mensuplarıyla bir rüşvet çetesi oluşturduklarını anlatmıştı.
Seri numarası kaydedilmiş 50 bin doları aldığı sırada Avukat E.A. gözaltına alındı ve tutuklandı. Hakimler Savcılar Kurulu ise Hakim O.Y. ve ismi geçen diğer yargı mensupları hakkında inceleme başlattı.
Hakim O.Y. ise HSK savunmasında Ramazan Özcan’ı Gebze Adliyesi Başsavcı Vekili M.A.S.’nin kendisine yönlendirdiğini anlattı.
Odasında bu kişi ile görüşürken Başsavcı Vekilinin cep telefonundan aradığını anlatan Hakim O.Y. “Avukat E.A.’nın telefon numarasını bu şahıslara vermemi Başsavcı Vekili istedi. Ben kesinlikle rüşvet almadım. E.A. ile rüşvet görüşmesi yapmadım” dedi.
Skandal olayda şikayetçi Ramazan Özcan’dı. Ancak HSK incelemesinde ifadesi alınan yargı mensupları ve Avukat E.A., Ramazan Özcan’ın kendisini o dönem Cumhurbaşkanı İletişim Başkanı görevindeki Fahrettin Altun’un akrabası olarak tanıttığını anlatıyordu.”
1.9 milyon ‘genç’ işsiz, istihdam oranı yüzde 52,5-Naki Bakır (Dünya)
“Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) Türkiye’de genç işsizliğine ilişkin yeni araştırması, yüzde 13’e yaklaşan yüksek işsizlik oranı ve eğitimle yapılan işin uyumsuzluğu çarpıcı sonuçları ortaya koydu.
Araştırma, 2024 yılı boyunca Hane halkı İşgücü Araştırması ile birlikte birinci görüşme hanelerinde yer alan 15-34 yaş grubundaki bireylere uygulandı. Daha önce yapılan çalışmalardan farklılık gösteren, AB’ye uyum çalışmaları kapsamındaki araştırma ile işgücü piyasasındaki gençlerin eğitim geçmişleri ve işe geçiş sürelerinin yanı sıra yapılan iş ile eğitim düzeyi, eğitim alanı ve beceri eşleşmeleri ortaya konuldu.
Araştırma sonuçlarına göre; 2024 yılında 15-34 yaş grubundaki 24 milyon 291 bin kişilik kurumsal olmayan nüfusun 14 milyon 606 bini işgücünde yer aldı. Bu grupta istihdam edilenlerin sayısı 12 milyon 744 bin, işsiz sayısı ise 1 milyon 862 bin kişi olarak gerçekleşti. İşgücüne katılma oranı yüzde 60,1, istihdam oranı yüzde 52,5 ve işsizlik oranı yüzde 12,7 olarak tahmin edildi. İşsizlik oranı aynı yaş grubundaki erkeklerde yüzde 9,9 olurken, kadınlarda yüzde 17,9’a ulaştı.
Söz konusu yaş grubunda istihdamda olan gençlerin yüzde 25’i lise altı, yüzde 18,2’si genel lise mezunu, yüzde 24,7’si 4 yıllık yükseköğretim ve üzeri eğitim düzeyinde. Lise ve üstü eğitimli gençler arasında eğitimi süresince eğitiminin bir parçası olarak (staj veya çıraklık gibi) en az bir ay çalışma deneyimi olanların istihdam oranının yüzde 68,6 olduğu görüldü. Bu oran erkeklerde yüzde 82,2, kadınlarda yüzde 54,8 olarak gerçekleşti. Çalışma deneyimi olmayan veya 1 aydan kısa süreli çalışma deneyimine sahip gençler için istihdam oranı yüzde 55,8 oldu.
Toplamda yüzde 17,7’lik bir kesimi oluşturan eğitimini yarıda bırakan veya bölüm değiştiren gençlerin yüzde 22,5’i ekonomik nedenler, yüzde 17,2’si eğitim programının beklentisini karşılamaması, yüzde 14,1’i ailevi nedenlerden dolayı bunu yaptığını beyan etti.”
Not: Başlıkları tıklayarak yazıların tamamına ulaşabilirsiniz.
***
Medya Günlüğü sosyal medya hesapları: