Sıfır muhalefet… Tam otokrasi!-Mustafa Balbay (Cumhuriyet)
“CHP İstanbul il binasına yönelik polis ablukası ve devamında binanın biber gazıyla ele geçirilmesi ancak olağanüstü durumlarda, darbe günlerinde meydana gelebilecek bir durum. Önceki geceden itibaren sadece CHP değil, demokrasimiz açısından karanlık saatler yaşandı.
Gelinen noktada iktidarın ana hedefi şöyle özetlenebilir:
Sıfır muhalefet, tam otokrasi!
CHP’nin işlevini şu noktaya indirgemeye çalışıyorlar:
İktidarın muhalefet kolu!
Partinin, kuruluşunun bürokratik işleyişe göre 102. yılını, toplumsal mücadeleyi örgütleme sürecine göre Sivas Kongresi bağlamında 106. yılının kutladığı bir süreçte belediyelerden kongrelere çapraz ateşe alınması iki sonuç doğurur:
1- Pes etmek
2- Direnmek
Tablo direnileceğini gösteriyor.
Dünü şöyle özetleyebiliriz:
1- Gürsel Tekin 2 Eylül sonrası, “Ben baba ocağına polis eşliğinde girmem. Amacım partiyi adliye koridorlarından kurtarmak” demişti. Tekin hem polisle girdi hem partiyi polis ablukasına aldırdı.
2- Tekin, polisin biber gazı da kullanarak CHP binasını ele geçirmesinin ardından içeri girdi. Böyle bir giriş aynı zamanda CHP üyelerinin neredeyse yüzde 100’ünün gönlünden çıkış demektir.
3- Tekin, parti binası önünde yaptığı açıklamada kendisi aleyhine slogan atanlar için, “Bunların hiçbiri CHP’li değil” dedi. Bu sözün ardından amacının parti içi barış olduğunu vurguladı. Açıklamalarındaki buna benzer çelişkiler, mevcut yönetime karşı bir önyargı ile yola çıktığı izlenimini öne çıkardı.
4- Kendisinin kayyum olmadığını, çağrı heyeti olduğunu söyledi ama sözleri ve eylemleri bunu doğrulamıyor. Olağanüstü kurultay kararını uygulayacak mısınız sorusuna, duruma bakarım diye özetlenebilecek bir yanıt verdi. Şunu dese bir nebze inandırıcı olurdu:
“Benim tek işim İstanbul kongresini yapıp çekilmek.”
Yine başa mı sarıyoruz: ABD’den SDG’ye yeni teklif-Yahya Bostan (Yeni Şafak)
“Suriye’nin kuzeyinde terör koridoru kurulmaya çalışıldığı günlerdi. Sınırımızın hemen dibinde DEAŞ ve YPG terör örgütleri varlık gösteriyordu. Washington bölgesel güvenlik politikalarını CENTCOM’a devretmişti. ABD Dışişleri Bakanlığı ve istihbaratının pek esamesi okunmuyordu. CENTCOM, YPG‘yi koalisyon ortağı yapmış, açık bir şekilde destekliyordu.
Türk-Amerikan ilişkilerini son yıllarda en çok zorlayan konu budur. ABD’nin terör örgütü YPG ile kurduğu ilişkidir. İki başkent arasında konuyla ilgili belki de yüzlerce görüşme yapılmıştır. Amerikalılar, aklımızla alay edercesine pozisyonlarını savunmuştur. ABD, Türkiye’nin Suriye’ye olası operasyonlarını engellemeye çalışmıştır. Ancak durduramamıştır.
Hayalleri Türkiye sınırı boyunca devam eden, Akdeniz’e ulaşan bir terör koridoru/devleti kurmaktı. Ancak suya düşmüştür. Koridor, Suriye’nin kuzeyine ABD’ye rağmen yapılan sıralı operasyonlarla parçalanmıştır.
Daha sonra köprünün altından çok sular aktı. ABD, 1. Trump döneminde bölgesel perspektifini değiştirmeye başladı. Ortadoğu’da (İsrail’in güvenliğini merkeze alan) bir mimari oluşturup bölgedeki varlıklarını azaltmaya ve Çin’e odaklanmaya karar verdi. Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısının ardından, Biden döneminde Washington-Ankara trafiği arttı. 7 Ekim 2023’ten sonra Gazze’de yaşananlar bölgesel denklemi derinden sarstı. 2024 Mart ayının ilk günlerinde Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ile MİT Başkanı Kalın’ın Washington’a yaptığı ardıl ziyaretlerde bölgesel bazı konuların derinlemesine ele alındığını düşünüyorum.”
‘Devrim’ hayali bile ‘karşıdevrim’in kâbusudur!-Umur Talu (T24)
“İktidar “sonunda” ana muhalefet partisinin il başkanlığını da “ana muhalefet”e karşı ablukaya aldı. “Sonunda” yazdım ama, kiminin “darbe” dediği bu silsile elbette “son” değil; “daha görecek neler var çocuklar!”
Cümlenin girişini “iktidar sonunda” diye tırnak içine alsam, başka bir mana da çıkar ortaya. Çünkü “sonunu gören” lakin görüp de “sonunu” istemeyen iktidarların, hele despotik rejimlerin “sonunda” ve “en sonunda” neler yapabileceğini tam tahmin edemesek de tarihteki örneklerinden biliriz. Yine de “eninde sonunda” bir “son” gelir!
“Darbe” denince bir kere, “karşıdevrimler” de gelir akla. “Karşı”yı çarşıya yollarsan, tek başına “devrimler” de kalır; ya akılda ya hayalde ya da hayatın fırtınalarında.
Aşağıdaki esas yazı, ne zaman nasıl ve ne tür bir ortamda biteceğini bilemediğim ömrümün, bilebildiğim onlarca yılının hayali, aklımın ve kalbimin hem kaderi hem kederi. Hepsinden daha önemlisi, “umut” dediğimiz hissiyatın ve onu beslemiş olan tarihi mücadelelerin, insanın dünyayı değiştirme tarihinin, aklımdaki ve kalbimdeki sürekliliği.
O yazıyı yıllar yıllar önce yazmışım. Sonra da hemen önüne yazdığım “italik” girişi ekleyip bir yıl önce yine yazmışım. Bugün de yeni bir giriş yaptığım gibi. Şimdi yine, yeniden. Müsaade ederseniz, öncelikle kendim için. En kara günlerde bile, umudumu dik tutabilmek için.
Duygusu ve umudu biraz olsun size de geçerse, “en kötü günler”in bile giderek daha çok insanın içinde “iyilik” umudu ve azmini büyüttüğünü, tarih hemen size de fısıldayacaktır. Çünkü hayat karardıkça, karartıldıkça; ışığa özlem de büyür. Belki bir “dolunay” olur, hatta “kızıl bir ay” denk gelir; belki gelip geçer… belki de güneş açar inadına.“
“6-7 Eylül”e 8 Eylül de eklendi-Uğur Ergan (halktv.com.tr)
“Tam 70 yıl önce.
İktidarda Adnan Menderes liderliğinde sağ muhafazakar Demokrat Parti.
Ülke ekonomisi bugünkünden hiç de farklı değil.
Fiyatlar almış başını gidiyor, halk geçinemiyor, köylü, çiftçi perişan.
Menderes iktidarı ne yapsa ekonomik kirizi önleyemiyor.
Dış politikada da sıkıntılar var.
Kıbrıs sorunu nedeniyle Ankara ile Atina arasında soğuk rüzgarlar esiyor.
Yunanistan, Ankara’nın ve Kıbrıs Türkü’nün sinir uçlarına basıyor.
Ama ülkenin içinde bulunduğu ekonomik buhran nedeniyle iktidarın eli kolu bağlı, fazla hareket edemiyor.
Yüksek enflasyon durdurulamayınca halkın desteğini iyice kaybetmiş olan Menderes yönetimi, büyüyen tepkilere karşı tıpkı bugünkü gibi muhalefeti, aydınları, öğrencileri susturmak için her türlü anti-demokratik yönteme başvuruyor.
Almanya’nın Ankara Büyükelçiliği Ağustos 1955’de o zamanın başkenti Bonn’a, “Menderes hükümetinin Eylül ayının ilk haftasında İstanbul, Ankara ve İzmir’de sıkıyönetim ilan etmeyi gündemine aldığını” rapor ediyor.
Menderes yönetimi sonunda çareyi Türk ekonomisinin kalbi İstanbul’da hemen her alanda güçlü sermayaye sahip başta Rumlar olmak üzere tüm gayrimüslim azınlıklara yönelik bir provokasyonu devreye sokmakta buluyor.
DP yanlısı İstanbul Ekspres isimli gazete 6 Eylül 1955’de “Selanik’te Atamızın evi bombalandı” yalan manşetiyle yıldırım baskı yapıyor.
Tirajı 15-20 binlerde olan İstanbul Ekspres’in yıldırım baskısı ne hikmetse 6 Eylül 1955’de 290 bin basılıyor ve İstanbul genelinde dağıtılarak halk galeyana getiriliyor.
Anadolu’nun dört bir yanından özel olarak getirilmiş yağmacılar, başta Rumlar olmak üzere, Ermeni ve Musevi vatandaşların işyerlerine, evlerine ve ibadet yerlerine saldırıyorlar.”
Hayra alamet şeyler değil-Ahmet Taşgetiren (Karar)
“-İstanbul’da bir Asliye Hukuk Mahkemesi CHP İl Kongresinin iptaline karar veriyor. Bu iş onun görev alanında değil, ama bu kararı veriyor.
-YSK’ya itiraz yapılıyor. YSK Asliye Hukuk’a “Bu iş senin görev alanında değil” demesi gerekirken, CHP’nin talebini reddederek kararı onaylıyor.
-Asliye Hukuk ayrıca, CHP içinden, genel merkezle problemli Gürsel Tekin başkanlığında bir grubu, kararın uygulanması için görevlendiriyor.
-Sonra “Devlet operasyonu” diye nitelenecek bir hamle geliyor. İstanbul Valiliği, İçişleri Bakanlığı seferber oluyor: Gürsel Tekin’i CHP’nin İstanbul İl Başkanlığına sokabilmek ve bu noktada CHP’den gelebilecek tepkileri önlemek için önce İstanbul’un 5 ilçesinde gösteri yasağı ilan ediliyor, sonra, pazartesi günü, muhtemelen Gürsel Tekin ile anlaşarak, çevik kuvvet dahil yüzlerce (acaba binlerce mi?) polis CHP il Başkanlığı çevresine yerleştiriliyor. Yollar kesiliyor, ulaşım engelleniyor.
-İl Başkanlığını savunmak için gelen insanlara polis tarafından yer yer gaz sıkılarak mani olunuyor.
-Gaz yiyenler arasında 60 kadar CHP milletvekili de var.
-Pazartesi günü, nerede ise bütün İstanbul Emniyeti, Gürsel Tekin’i İl Başkanlığına sokma görevine yönlendiriliyor. Adım adım işgal operasyonu yapılıyor ve Gürsel Tekin polis korumasında “Benim baba ocağım” dediği CHP il Başkanlığına giriyor.
-İçlerinde milletvekillerinin de bulunduğu partililer, kat kat, oda oda il başkanlığını savunuyor, Gürsel Tekin de kat kat oda oda, yer yer gaz sıkılarak ele geçirilen alanlara yerleşiyor.
-Bu yazıyı yazdığım sırada, il başkanlığındaki operasyon devam ediyordu.
-Ama siyasetle ilgilenen herkes “Ana Muhalefet Partisine yönelik operasyon”un bitmediğini düşünüyordu.
-Ankara’da bir başka Asliye Hukuk’ta doğrudan CHP Kurultayı’na yönelik bir “butlan” davası daha vardı.
-Adalet Bakanı, “İstanbul’daki dava Ankara’dakini etkileyebilir” gibi bir cümle kullanmıştı. Ankara’nın hakimi, İstanbul dosyasını istemişti ayrıca. 15 Eylül’dü o dâvânın tarihi. Bahçeli de iyi şeyler söylememişti CHP için – CHP dâvâsı için.”
Orta Vadeli Program hayal tacirliğine devam ediyor-Hayri Kozanoğlu (BirGün)
“Dün 2026-2028 dönemini kapsayan Orta Vadeli Program (OVP) açıklandı. OVP’ler ekonomide karar alıcılara ışık tutan, geleceğe yönelik öngörülerde bulunmalarını kolaylaştıran politika metinleri değil, “pembe hayaller” satan temenniler olarak biliniyor.
Böyle bir belgeyi ciddiye almak için, öncelikle geçmişe yönelik bir muhasebede bulunması, tutmayan hedeflerin gerekçelerini açıklaması beklenir. Örneğin geçtiğimiz yılki OVP’de 2025 büyümesi yüzde 4,0, yıl sonu tüketici enflasyonu ise yüzde 17,5 olarak öngörülmüştü. Şimdi 2025 büyümesi yüzde 3,3, enflasyonu ise yüzde 28,5 tahmin ediliyor.
Her iki cephede de olumsuz yönde hedef şaşması bir zaaf gibi kabul edilmiyor. Aksine, bir yıl öncesine göre enflasyon düşerken pozitif büyüme sağlanması argümanıyla bir başarı öyküsü yazılıyor.
Burada halka hesap vermek için değil, piyasalara şirin görünmek anlamında hassas bir ölçünün tutturulması gerekiyor. Çünkü bir yandan işlerin yolunda gittiği, ekonominin tıkır tıkır işlediği izlenimini vermek zorunluluğu hissediliyor.
Öte yandan fazlaca pembe bir tablo çizmenin; hâlâ yabancı fonları, yaygın tabirle “sıcak parayı” cezbetmeye gereksinim duyan Şimşek programının inandırıcılığını zedeleyeceği farkındalığıyla aşırıya gitmemeye özen gösteriliyor.
Programın sunumunu yapan Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz’ın dilinden düşürmediği kavram, toplam faktör verimliliği (TFV) oldu. Bilindiği gibi TFV emek ve sermaye girdisinin ötesinde bir büyüme sağlanmasına deniyor.
Yılmaz mevcut parametrelerin sözü edilen büyümeyi sağlayamayacağının farkında olmalı ki TFV’den gelecek bir mucizeye bel bağlıyor. Halbuki Türkiye ekonomisinin TFV performansının pek parlak olmadığı biliniyor.
Örneğin yine Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığı’nın 2024-2026 Katılım Öncesi Ekonomik Reform Programı’nda, TFV’nin büyümeye yüzde 0,7 negatif katkıda bulunduğu ifade ediliyordu.”
Not: Başlıklara tıklayarak yazıların tamamına ulaşabilirsiniz.
***
Medya Günlüğü sosyal medya hesapları: