Kim bu President?-Barış Pehlivan (Cumhuriyet)
“Devletin önemli bir kademesinde iş alımlarına etki edebilecek bir pozisyonda çalışıyorum. Pek çok üst düzey bürokratlarla ilişkilerim bulunuyor.”
Bunu yazan, Türkçe “başkan” anlamına gelen “President” takma adını kullanan biri. Dark Web’de oldukça tanınıyor. Biraz daha derine inince irinin büyüklüğü midenizi bulandırıyor.
Bilmeyenler olabilir; “Dark Web” yani karanlık ağ yalnızca özel bir tarayıcı ile erişilebilen gizli bir internet katmanı. İçinde daha çok yasadışı ve dolayısıyla suç içeren içerikler var. Uyuşturucu satışından katil kiralamaya kadar birçok eylemin ilana çıktığı, büyük bölümünün de dolandırıcılık amaçlı olduğu bir dipten bahsediyoruz.
İşte orada bir ilan göze çarpıyor: “YKS 2025 sınav soruları!”
Detaya giriyorum: “AYT, TYT, YDT bölümlerine ait sınav soruları ve cevap anahtarları kapsam dahilindedir. Soruları alan bazında ayrı ayrı alabilirsiniz. Toplu almanız durumunda ilan fiyatı (7 bin dolar) geçerlidir. Tamamı pdf dosyası şeklinde. Şifreli rar dosyası olarak tarafınıza gönderilecektir.”
Peki, kim bu ilanı veren kişi? Yukarıda da yazdım; “President” takma adını kullanan bir hesap. O kadar ünlü ki bakın YKS ilanının altına ne yazmış:
“Geçen yıllarda olduğu gibi bu yıl da ismimizi kullanıp (President’tan satın aldım deyip) insanları dolandırmaya çalışan kişilerin ortaya çıkacağını tahmin etmek zor değil.
Son kullanıcı olarak dolandırılmak istemiyorsanız (diyelim ki bizden değil bizden alıp satışa çıkaran diğer kişilerden almak istediniz), dolandırıcılara denk gelmemek için aşağıda verdiğimiz bilgilere dikkat edin.”
Yani, üniversiteye giriş sorularını çaldığını ileri süren ve hukuksuzca satan bir kişi, bu yasadışılığa ortak olmak isteyen insanları “Aman dolandırılmayın” diye uyarıyordu. Belki de bu uyarının kendisi bir dolandırıcılık oltasıydı.”
SDG terör örgütü için operasyon geliyor-Bülent Orakoğlu (Yeni Şafak)
“Terörsüz Türkiye sürecinde takvim işlerken ABD’nin de artık giderek desteğini çektiği SDG’ye Suriye ordusuna entegre olmaları için verilen süre doluyor. SDG sözünde durmazsa Ankara’nın da destekleyeceği askerî operasyonlar gündeme gelebilecek. Terörsüz Türkiye hedefine ulaşmak için hem güvenlik boyutu ile hem de TBMM boyutuyla takvim işlerken, sürecin herhangi bir provokasyona uğramaması için hızlı hareket ediliyor. Edinilen bilgilere göre Terörsüz Türkiye sürecine ilişkin irili ufaklı bazı provokasyonlar güvenlik birimleri tarafından önlendi. Provokasyonların başarıya ulaşmaması için büyük çaba harcanırken, diğer dünya örneklerinden farklı olarak Türkiye’deki süreçte takvim hızlı ilerliyor. Kuzey Irak’ta silahların teslim edilip imhası sırasında, önce bu silahların Türk yetkililerince seri numaraları alınarak kayıt tutulduğu ifade edildi. Türkiye’deki sürecin, Suriye’nin kuzeyinde terör yapılanması nedeniyle sekteye uğrayabileceği endişesi nedeniyle de PKK’nın silahları imha etmesinde hızlı hareket ediliyor.
Suriye’nin kuzeyindeki terör yapılanması konusunda Ankara ve Şam yönetimi tam anlamıyla ortak hareket ediyor. ABD’nin de artık giderek desteğini çektiğini bu yapının son kozlarını oynadığı belirtiliyor. Güvenlik bürokrasisine göre, SDG, eninde sonunda Suriye ordusuna entegre olmak zorunda kalacak.
SDG’ye, Suriye ordusuna katılmak için verilen süre eylül ayında dolacak. Ancak, örgüt somut adımlar atarsa entegrasyon için verilen sürenin yıl sonuna esnetilmesi gündemde. Bu süre içinde SDG entegrasyona yanaşmazsa, Türkiye’nin de destekleyeceği askerî operasyonlar gündeme gelebilecek. Ankara ve Şam ‘Özerk yapı veya ademi merkeziyetçi yönetim’ şeklindeki taleplere asla onay vermeyecek. SDG’nin gücünün tamamının da Kürtlerden oluşmadığı, Haseke ve Kamışlı’da 4-5 binlik Kürt gücünün bulunduğu, kalanların Arap aşiretler ve Hristiyanlardan oluştuğuna dikkat çekiliyor. Arap aşiretlerin de entegrasyondan yana olduğu hatırlatılıyor.”
Bedeli ücretliye ödetmek-Çiğdem Toker (T24)
“Türkiye, kara para ile mücadelede yetersiz seviyeyi ifade eden gri listeden çıkalı epey oldu. Ancak art arda savcılık iddianamelerine dönüşen, akıllara durgunluk veren diploma skandalları, e-imza sahtekarlıkları, ülke açısından üstlenilmiş uluslararası taahhütlerin neresinde yer bulacak, izleyip göreceğiz.
Bu noktada kabul edelim ki uluslararası arenada da demokratik değerler ve hukukun üstünlüğüne saygı alanında yaşanan erozyon, bu taahhütlerin ihlaliyle ilgili gerçekliği de değiştirdi.
Üye ülke ihlalleri eskisi kadar sorun edilmiyor. Uluslararası ilişkiler açısından “baş ağrısı” oluşturmuyor.
Ancak liyakatsizlik ile kurumsal çöküşün iç içe geçtiği, nepotizmin yüceltildiği, tarikatların malvarlıklarının miras kavgalarına konu olduğu bir ortamda; ekonomi yönetiminin enflasyonu düşürme beyanlarının gerçekten “iş yaptığını” düşünmesi de tuhaf. Aslında onlar da biliyor muhtemelen inandırıcı olmadıklarını ancak “programın çalışması” için ezberin sürdürülmesine mecburlar. Daha kötüsü ise bu ezbere göre attıkları adımların, milyonları sefalete sürüklemesini hiç umursamıyor olmaları.
Umursuyor olsalar, 8. Dönem Toplu Sözleşme’de, 2026 yılının ilk altı ayı için yüzde 10, ikinci altı ayı için yüzde 6 teklif getirirler miydi? Üstelik refah paysız. Taban aylığa zamsız. Memleketteki enflasyonun yol açtığı yıkımı hiçe sayan bu teklifin toplu sözleşme masasına “yakışmadığı” açıklandı. Ama, Şimşek programının 50 aylık performansına bakılırsa gayet yakışıyor.
AKP’nin geçen ay yaptığı Kızılcahamam Kampı’ndaki toplantıda Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’e atfen aktarılan kulis haberlerini anımsıyor musunuz? Hürriyet yazarı Abdülkadir Selvi yazısında aktarmıştı: Partili milletvekillerinin, asgari ücrete, memur, emekli maaşlarına artış yapılması yönündeki görüş ve önerilerine, Şimşek’in “Maaş artışı yapabiliriz ama köklü sorunlar çözülmeden, bunlar kısa sürede erir” yanıtını veriyor ve enflasyon kontrol altına alınınca “sisteme reset atmış olacağız” diyor. Sanki enflasyonu bu hale getiren başka bir iktidarmış gibi. Ama mesele bu da değil.”
AKP’lilerin marka merakı-Metin Yılmaz (Nefes)
“Bahçelievler Belediye Başkanı pazara gitmiş… Domates 50 lira, pazarcıya dönüp “Bu ne böyle, çok pahalı!” diye çıkışmış. İyi hoş da, millet bir baktı başkanın ayağında 36 bin liralık Alexander McQuain marka ayakkabı var. Hadi buyur buradan yak.
Başkan, o ayakkabının tek tekiyle pazarcı tezgâhını baştan aşağı doldurur. Domatesin kilosuna takılacağına, önce ayağına bakman lazım. Çünkü senin “dünya cenneti” ayakkabınla pazarcının malını karşılaştırınca, pahalılıkta kim kazanır belli.
Bu hikâye burada bitmiyor… Grup Başkanvekili Bahadır Yenişehirli’nin 562 bin liralık Rolex saati hâlâ hafızalarda. Daha yeni, AKP İstanbul Milletvekili Nihan Aya’nın kolunda 1 milyon 200 bin liralık Rolex çıktı.
Millet pazarda çürük domatesle sağlamı ayırıp tartıda gram hesabı yaparken, bunlar markayı en pahalısından seviyor. Sonra da “Halkımızla aynı sofradayız” diyorlar. Doğru, aynı sofradasınız ama sizin tabakta havyar var, milletin tabağında makarna suyu.
Başkan, pahalıyı görmek istiyorsan pazarcıya değil, aynaya bak. Çünkü milletin cebi sizin marka sevdanız yüzünden daha da delinmiş durumda.”
Demokrasi işgal edilirse-İbrahim Kahveci (Karar)
“Hepsi AK Parti iktidarına kadardı. Hatta en son Haziran 2015’de realiteye dayalı karar verilmişti; sonra zincir koptu.
Artık meydan din-iman ve vatan-millet edebiyatı ile doldu. “Kuru soğan yeriz ama Reis’i yedirmeyiz” sloganı da buradan doğdu.
“Boş tencere iktidarı götürür” demişti rahmetli Demirel. O devir bitti işte.
Boş tencereyi bırakın boş ama bomboş laflar bile götürmüyor. Dünün söylediğini bugün yalanlayıp tam tersini bile söylese dokunmuyor iktidara.
Seçimden önce “Ben bu görevde olduğum sürece faiz artmayacak” diye meydanların inlemesine bakın. Seçimden sonra Mehmet Şimşek’i Bakanlığa oturtan ve faizleri yüzde 50’ye çıkartan da aynı koltuktu.
“Ekonomiden ben sorumluyum ben” deyip “bir ara rezervler düşüt; ben yoktum, Cumhurbaşkanıydım” diyen de aynı.
“Mülakat kalkacak” dedikten sonra bunu unutanda aynı. Ya da seçimden önce sahte-montaj videolarla meydanları “terör karşıtlığı ile inletenler” ile bugün “Kurucu Önder Apo” diyenler ve “masanın altında HDP var diyenler yine aynı kişiler.
Artık Trabzonlu Ekrem İmamoğlu kötü adam ama Abdullah Öcalan muteber olmuş meğerse. Değişme bakın değişeme…
“Akşam başka, sabah başka” diyenler artık cümlelerinin tam tersi için sabahı bile beklemiyorlar. Hatta aynı konuşma içerisinde bile birbirinin tam zıttı cümleleri kurabiliyorlar.
Bugün ekonomide uzun süreli bir ekonomik buhran yaşıyoruz. Buhranı şu şekilde izah edeyim: Kriz dediğimiz şey kısa süreli şok acılardır. Mesela bıçakla bir yerinizi kestiniz ve büyük acı ile kesiği bantladınız. İşte bu krizdir. Ama buhran uzun süreli bir rahatsızlığı-bunalımı ifade eder. Mesela bıçakla bir yerinizi kestiniz ve doktor o kesiği dikmiş olabilir. Ama aynı hasta eğer kanser ise o anda bir acı yoktur. Oysa sonunun ölüm-yıkım olacağını bilir.
1994 krizi olsun 2001 krizi olsun hep kesik yaralarıydı ama şimdi öyle değil. Şimdi kanser olmuş bir yapıdayız. Sadece sonucu bekliyoruz…”
Fatih Altaylı için yasayı ters düz ettiler-Timur Soykan (BirGün)
“Fatih Altaylı’nın tutuklanmasındaki hukuksuzlukları, gazeteciliğe yeni darbeler takip ediyor. Fatih Altaylı’nın YouTube kanalındaki videoların erişime engellenmesi ve kanalın kapatılması için İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı resen harekete geçmişti.
Gerekçe; Fatih Altaylı’nın, boş koltuğunun ekranda olduğu 5 Ağustos 2025’teki yayında çözüm süreciyle ilgili bazı iddiaları dillendirmesiydi. Savcılık, bir gün sonra 6 Ağustos 2025’te ‘milli güvenlik ve kamu düzeninin korunması’ gerekçesiyle eski AKP Milletvekili Emin Şirin’in katıldığı programa erişim engeli istedi. Savcı, bu yayındaki hangi sözler nedeniyle erişim engeli istediğini bile yazmamıştı. Yani suç olarak gördüğü gazeteci haberini bile yazmamıştı. Oysa bunu açık açık belirtmesi hukuki bir zorunluluktu. Avukatlar, gazeteciler hangi sözlerin suç olduğunu bulmak için tahmin yürütmek zorunda kaldı.
Savcılık bu sansür talebini ‘5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun’un 8/A maddesine dayandırmıştı. Bu maddenin başlığı şöyle: ‘Gecikmesinde sakınca bulunan hallerde içeriğin çıkarılması ve/veya erişimin engellenmesi.’
Hatta bu talebi değerlendiren İstanbul 3. Sulh Ceza Hâkimliği 5651 sayılı Kanun’un 8/A maddesini kararına tam metin olarak koydu. AKP döneminde çıkartılan bu yasada çok açık bir şekilde, yayın engelleme kararının Cumhurbaşkanı’nın ya da ilgili bakanlıkların talebi üzerine Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu Başkanı’nın suç duyurusuyla alınabileceği yazıyor. Yani savcının resen böyle bir talepte bulunma hakkı yok.
Üstelik savcılığın internet erişim engeli talebini inceleyen İstanbul 3. Sulh Ceza Hâkimliği ‘Gereği Düşünüldü’ dedikten sonra 5651 sayılı Kanun’un 8/A maddesini işaret ediyor. Bakın karardaki o yasa maddesinde aynen şöyle deniliyor:
“Gecikmesinde sakınca bulunan hallerde, Cumhurbaşkanlığı veya milli güvenlik ve kamu düzeninin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi veya genel sağlığın korunması ile ilgili bakanlıkların talebi üzerine Başkan tarafından internet ortasında yer alan yayınla ilgili olarak içeriğin çıkarılması ve/veya erişimin engellenmesi kararı verilebilir.”
Not: Başlıkları tıklayarak yazıların tamamına ulaşabilirsiniz.
***
Medya Günlüğü sosyal medya hesapları: