Türkiye’den siyasetçi kaçırma planı-Barış Pehlivan (Cumhuriyet)
“Sabahın erken saatleri…
Otel odasındayken telefonu çaldı.
Numara tanıdıktı, bir polisti, uyarısı vardı: “Uluslararası güvenlik servislerinden bilgi aldık. İran rejimi bir kaçırma planlıyor. Türkiye üzerinden Tahran’a götürüleceksiniz.”
Belçika’da milletvekili olan Darya Safai, ABD’de tatildeyken yaptığı bu konuşmayı kamuoyuna açıkladı. Safai İran asıllı ama rejim karşıtıydı. İran Devrim Muhafızları Ordusu’nun kısa süre önce Belçika’da “terör örgütü” olarak tanınmasında rolü vardı. İran’ın da kendisini kaçırarak, intikam almayı ve pazarlık için kullanmayı arzuladığını ileri sürdü. Yazdım; istihbarat bilgisine göre, kaçırılma Türkiye’de yaşanacaktı. Bu nedenle Türkiye’ye seyahat etmemesi konusunda güçlü bir şekilde uyarıldı.
Safai, Belçika medyasına şunları söylüyordu: “Amerika’da nispeten güvendeyim. Birini buradan İran’a öylece kaçıramazsınız. Ama Türkiye’de? İran istihbarat servisleri yıllardır orada aktif. İstanbul’dan yapılan kaçırmalar artık bir istisna değil. Ziyaret etmenizi beklerler, sizi tuzağa düşürürler, sınırdan geçirirler ve kaybolursunuz.”
Daha da çarpıcısı…
Yine Belçika’nın en eski gazetelerinden HLN’deki bir haber meseleye farklı bir yön katıyordu. “İran’ın Belçikalı politikacıyı kaçırmak için başvurduğu adam” başlıklı haber bir ismi işaret ediyordu: Zindaşti!
Evet, yanlış okumadınız. İranlı uyuşturucu baronu Zindaşti’den bahsediyorum. Yani, Saray’dan Burhan Kuzu’nun telefonu sonrası tahliye edilip İran’a kaçan isim. Yani Türkiye’deki birçok bağı halen soru işareti barındıran yabancı suç örgütü yöneticisi.”
“Barış sürecine çomak sokmak isteyenler türlü türlü.
Suretleri farklı sadece.
Süreci bozmak isteyenler sadece dış güçler değil.
İçerde de sorundan nemalanlar ve kandan beslenenler süreç bozulsun diye ellerinden geleni artlarına koymuyorlar.
Dilleri zehir saçıyor adeta.
PKK’nın silah bırakma fikri, sadece dışarıdaki Türkiye düşmanı güçleri değil içimizde bizim suretimizden görünenleri de fena halde rahatsız ediyor.
Dış güçler çok tehlikeli oynuyorlar.
Zahiren süreci desteklediklerini söylüyorlar ama alttan alta Kandil’e başka telkinlerde bulunuyorlar.
İsrail ve İran bu süreçte not edilmesi gereken iki ülke.
İçimizdeki kimi ırkçı-ulusalcı-faşist çevrelerin hiddetli itirazları bence sorun değil.
Asıl sorun, suretimizden görünenlerin sürece çomak sokan dilleri.
Sonradan suretimize bürünmüş o eski Türkiye kafalı güvenlik uzmanı titrini kullanan kimi zevatın sürecin başarısı için gerekli olan güven iklimini berhava eden zehirli dilleri.
Türkiye’ye önerdikleri çözüm, Suriye’nin kuzeyine sefer düzenlemek.
Bunu da Türkiye’nin ulusal güvenliği ve bekası için savunup duruyorlar.
O eski Türkiye aklının AK Parti suretine bürünmüş olması ne kadar hazin ise onlara sabah akşam ekranlarını açan AK Parti medyası da bir o kadar suçlu.
Önceki akşam TRT Haber’de konuşturulan biri, Suriye’nin kuzeyine askeri bir operasyonun gerekliliğini savunuyordu.
Bilge lider Bahçeli’nin öncülük ettiği süreç için en başında “Bu bir ihanet projesidir!” diyebilecek kadar haddini ve edebini aşan o zevatın AK Parti medyasında baş tacı edilmeye devam edilmesi, süreç açısından güven kaybı oluşturuyor.
Kandil’e bu süreçte kimi güçlerce yapılan telkinler ile içimizdeki o zevatın siyasal iktidarımıza ve devlete yaptıkları telkinleri yan yana koyduğumuzda Kürtlerin ve Türkiye’nin nasıl bir tuzağa çekilmek istendiğini apaçık anlarız.”
Sağır Oda-Soner Yalçın (Nefes)
“Barış yapalım istiyoruz.
Kimsenin kökünden kopmasını istemiyoruz.
Tam bağımsız bir ülkede birlikte yaşamanın yöntemini arıyoruz. Bilimsel ve gerçekçi özgür tartışma olmadan bunu başaramayız.
Başımdan geçen iki ilginç olay anlatmalıyım.
Birincisi:
Yıl, 2007…
Kanal D’deki yapımcılığını yaptığımız “Sağır Oda” dizisi hayli başarılıydı.
Senaryo gereği, başroldeki (Aras, Oğuz Bey, Zahit adlı) karakterler Irak/Musul-Kerkük’e geçti ve orada aralarında şöyle diyalog oldu:
-Musul Kerkük’ü almazsak Diyarbakır’ı veririz… Türkiye büyümezse küçülür…
Kanalın genel müdürü İrfan Şahin telefonla aradı; “Bu diyalogu hemen çıkar” dedi! “Niye” dedim, “birileri çok rahatsız” diye yanıt verdi. Tartışmadık, kavga ettik. Çıkarmadım… Bir-iki bölüm sonra dizi kaldırıldı.
Kimdi o birileri; FETÖ!
Senaryodaki diyalogdan neden rahatsız olmuştu FETÖ? Siz onu “İsrail/MOSSAD” diye okuyun…
Milli çözüm süreci hiç kolay yürümeyecek, bundan emin olunuz. Diziye bile tahammülleri olmayan cephe var çözümün/barışın karşısında…
Dikkatli-uyanık olunması için yazıyorum.”
Atatürk’ün yerine İmamoğlu mu?-Abdulkadir Selvi (Hürriyet)
“CHP’nin 1980’den önceki genel merkezi Ekrem İmamoğlu’nun cumhurbaşkanı adayı ofisi olarak açıldı.
Çevre Sokak’taki eski genel merkez binası Bülent Ecevit parti okulu olarak kullanılıyordu. Toplantı salonunda büyük bir Atatürk posteri vardı. Ekrem İmamoğlu’nun cumhurbaşkanı adayı ofisine dönüştürülünce Atatürk posteri kaldırılıp yerine Ekrem İmamoğlu’nun fotoğrafı konulmuş.
Bunu AK Parti yapsa kıyamet koparırlardı. Ama CHP binasında Atatürk posterinin kaldırılıp Ekrem İmamoğlu’nun fotoğrafının konulmasına sessiz kaldılar.
Ekrem İmamoğlu konusunda muhalefetin bir kısmı gerçeklikten koptu. Ekrem İmamoğlu diye bir kült oluşturmaya başladılar. Kars’ın Damal ilçesinde her yıl Atatürk silüeti ortaya çıkar. Bir grup muhalif de bulutlar arasında oluşan bir silüeti Ekrem İmamoğlu’na benzetmiş. Atatürk silüeti yerine İmamoğlu’nun silüetini koymaya kalkışmış.Atatürk’le ilgili kelimeleri dikkatli bir şekilde kullanmaya özen gösteriyorum. İmamoğlu işi abartılmaya başlandı. Atatürk’ü kaldırıp yerine Ekrem İmamoğlu’nu koymayı kimse aklının ucundan geçirmesin. Bu Atatürk’e hakaret olur. Türk milleti ise buna izin vermez.”
Dostumuz Trump bizi de soykırımı onaylama projesine çağırıyor-Mehmet Ocaktan (Karar)
“ABD’nin Ankara Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack’ın Habertürk TV’deki sözlerini duyunca, doğrusu endişelenmediğimi söylersem yalan olur…
Amerikan büyükelçisi lafı hiç dolandırmadan, son derece net bir ifadeyle Türkiye ve Azerbaycan’ın da İbrahim Anlaşmalarına katılması gerektiğini söyledi. Yani, tıpkı Arap ülkeleri gibi Türkiye’nin de İsrail safında yer alması için çok açık bir mesaj verdi.
Barrack, Türkiye’ye İbrahim Anlaşmalarına katılma çağrısını yaptığı cümlenin hemen arkasına F-35 ve S-400 meselesinde çözüme yaklaştıkları mesajını iliştirmeyi de ihmal etmedi.
Kısacası Amerikan büyükelçisi, ilk başkanlık döneminde bizzat Trump tarafından F-35 projesinden çıkarılan Türkiye’yi övdü ve ABD’nin beklentilerini dillendirerek önümüze net bir hedef koydu. Bize göre, büyükelçinin konuşmasının özeti şu: “F-35 ve S-400 meselesini hallederiz, ama bizim için İsrail’in güvenliği her şeyden önemlidir. Dolayısıyla sizi de İsrail safında görmek istiyoruz…”
Türkiye’nin bölgesel barış sürecinin merkezinde olduğunu söyleyen Barrack’ın, İsrail’in safında olmamızı isterken kullandığı şu cümlenin altını özellikle çizmek gerekiyor: “Gelin çocuklarımıza, torunlarımıza başka bir şey verelim.”
Evet, Gazze’de bebekleri, çocukları katleden Amerikan destekli İsrail’in çocuklara ne verdiğini artık bütün dünya çok iyi biliyor. Eğer Amerika, Netanyahu’nun yeni cinayetlerine destek için Türkiye’yi İbrahim anlaşmalarına çağırıyorsa, biz almayalım…
Çünkü İbrahim Anlaşmaları, kelimenin tam anlamıyla “İsrail’i koruma” ve soykırımı onaylama projesidir.
Bilindiği gibi ABD Başkanı Trump, ilk başkanlık döneminden bu yana İsrail’in güvenliğini esas alan önemli adımlar atıyor. 2020 yılında bizzat Trump’ın öncülüğünde İsrail, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Bahreyn arasındaki diplomatik ilişkileri normalleştiren İbrahim Anlaşmaları, Beyaz Saray’da düzenlenen resmi bir törenle imzalanmıştı. Bu normalleşme adımları aynı yıl içerisinde genişleyerek Fas ve Sudan’a da ulaştı. Suudi Arabistan ve Suriye İbrahim Anlaşmalarına katılmaya ciddi ilgi göstermiş, ancak henüz bu konuda bir anlaşmaya varamamıştır.
Şimdi soru şu; Ankara dostumuz Trump’ın beklentilerini karşılayabilecek mi?”
25 yıldır yalan söylüyorlar-Müslüm Gülhan (BirGün)
“Futbol, kapitalist üretim biçimini desteklemek amacıyla sermaye birikimini sağlayabilen bir kültür endüstrisi ürünü haline gelmiştir. Bu nedenle futbol, kapitalizmin ekonomik, siyasal, ideolojik ve özellikle de kültürel amaçlarını üretmeye yönelik örgütlü etkinlikler bütünüdür.
Kültür endüstrisi ürünleri insanlara başka bir hayat yaşatır. İnsanın gereksinim duymayacağı ürünlerine manipüle ederek yönlendirir ve bu sayede, onları iktidarla bir araya getirip uzlaştırarak kapitalist tahakkümün yeniden üretimine yardımcı olur.
Futbol aynı zamanda popüler kültürün bir parçasıdır. Var olduğu ilişkiler içinde geniş kitlelerce paylaşılması onun görev tanımını da netleştirmektedir: İnsanları tahakküm altına alır.
İşte son 25 yıldır bir sömürü mekanizması içine sokulan Beşiktaş Jimnastik Kulübü, var olma gerekçelerini kaybederek popülist kültürün tahakküm altına girmiştir. Bunun sebebi genel kurul ve seçilen başkanlardır.
Ama işe başlarken konuşmaları öyle masum söylemlerdi ki inanmamak elde değildi.
Serdar Bilgili, 26 Mart 2000 günü başkanlık görevine ilk kez talip olduğunda, kongre üyelerine “Tek dayanağım sizlersiniz”, “Bize destek verirseniz Beşiktaş’ı Avrupa kulübü yaparız.”
2002’de göreve talip olduğunda ise “2 yıl daha verin, bu başarıları taçlandıralım. Şimdi bir önceki seçim kurulunda vermiş olduğum sözleri yerine getirmenin huzuruyla yanınızdayım. Beşiktaş’ı Avrupa’nın ilk 15-20 kulübü arasına sokmak için sizden yeniden görev istiyorum.”
Yıldırım Demirören, “Acil olarak tüm Beşiktaşlılar çözüm üretmeli, kara bulutları dağıtmalıyız. Beşiktaş nasıl bu hallere düştü inanamıyorum. Beşiktaş’ın gücü başkanıdır. Beşiktaş’ı delegenin seçtiği başkan ve onun yönetim kurulu yönetir.”
Fikret Orman, “Size söz veriyorum. Doğruları duyacaksınız. Sizleri kandırmayacağız. Şeffaf olacağız. Az laf çok icraat yapacağız. Paylaşımcı yönetim kurulu oluşturacağız.”
Ahmet Nur Çebi, “Menajerlerle savaşacağım, açık ve şeffaf olacağım, tüzüğü yenileyeceğim, amatör şubelere gereken yardımı yapacağım, altyapı tesislerimizi geliştireceğim, Gerçeklerle yüzleşeceğim…”
Hasan Arat, “Futbolu artık Beşiktaşlılar yönetecek. Feyyaz Uçar ve Samet Aybaba yönetecek. Biz gönülleri kazanarak buraya geldik. Bu karar çok önemli. Sizler büyük ve itibarlı Beşiktaş istiyorsunuz. Onur duyacağınız Beşiktaş’ı size hissettirmeye başlayacağız.”
Serdal Adalı, “Beşiktaş’ı geçici zaferlerden uzaklaştırarak istikrarlı ve uzun soluklu başarılarla taçlanacak bir futbol takımı inşa edeceğiz. Bu vizyon teknik yapıdan oyuncu planlamasına kadar kulübün tüm futbol yapılanmasını kapsayacak.”
“Beşiktaş’ın sadece futbolda değil, tüm branşlarda söz sahibi olması için denk bütçelerle büyüyen amatör şubeler hedefliyoruz. Finansal bağımsızlığa kavuşmuş, borçsuz bir mali yapı ve gelir-gider dengesi sağlanarak Beşiktaş’ın ekonomik anlamda nefes almasını planlıyoruz.”
Not: Başlıkları tıklayarak yazıların tamamına ulaşabilirsiniz.
***
Medya Günlüğü sosyal medya hesapları: