Askerler kayıp 5 milyarın peşinde-Barış Terkoğlu (Cumhuriyet)
Sana verirken yokluğu gösterenler, senin olan varlığı harcarken har vuruyor harman savuruyor.
Geçen ay aldığım mesaj o kadar çarpıcıydı ki…
Yazan bir binbaşıydı. OYAK’ın biri İstanbul Maslak’ta biri İzmir Karaburun’da yeni projelerini gösteriyordu. İstanbul’daki 1+1 daireler 24 milyondan, 2+1 daireler 32 milyondan, İzmir’dekiler ise 47 milyondan başlıyordu. Kendi maaşı 75 bin liraydı. “OYAK bizimle dalga geçiyor” diyordu.
Haksız mı? Adı üstünde, Ordu Yardımlaşma Kurumu. Sermayesini TSK mensuplarından alan kurumun amaçlarından biri, onlara uygun fiyatla başlarını sokacakları ev yapmak. Ancak ilanlara bakılırsa, asıl amacını unutmuş, Araplara vatandaşlık garantili ev satmaya odaklanmış durumda.
Tam o günlerde, OYAK yönetiminin değiştiğini görünce, emekli Albay Ahmet Zeki Üçok’u aradım. Hatırlarsınız, bu köşede yazmıştım. Askerler kurumun kötü yönetildiğini düşünüyordu. Eski OYAK yönetimi de “hayır” diyordu. İki tarafın da tezlerine burada yer vermiştim. Derken… Meğer kavga mahkemelik olmuş. Üçok, OYAK üyelerinin avukatı olarak, eski yönetimi mahkemeye vermiş. Askerler, OYAK’ın kasıtlı bir şekilde tam 5 milyar lirasının boşaltıldığını iddia ediyorlar.
Üçok’a önce OYAK’taki yönetim değişikliğini sordum. Yönetim Kurulu başkanlığına 15 Temmuz kahramanı olarak bilinen Zekai Aksakallı, genel müdürlüğe ise eski AKP yöneticisi Murat Yalçıntaş gelmişti. Üçok, “OYAK’ın 65 yıllık tarihinin en başarısız yöneticilerinin değiştirilmesinden çok memnunuz” diyordu. “Hiç kimseye karşı önyargılı değiliz” diye ekliyor, “tek dileğimiz siyasetin OYAK’tan uzak tutulması, OYAK’ın bir partinin arka bahçesi olmaması” sözleriyle devam ediyordu. Bugünkü şartlarda imkânı var mı, sanmıyorum.
Konu OYAK’a açtıkları davalara geldi. Danıştay’da toplam üç dava açmışlardı. Biri OYAK’ın mensuplarına dağıttığı nemalarla ilgiliydi:
“OYAK’ın mal varlıklarının toplam değeri 2023 yılında 847 milyar, 2024 yılında ise 1209 milyar Türk Lirası. Koç Holding’den sonra Türkiye’nin en büyük iktisadi ve sosyal kurumu. Hal böyleyken OYAK yüzde 54 nema dağıtırken, Koç Holding yüzde 720, Eczacıbaşı Holding yüzde 486, Anadolu Holding yüzde 287, Sabancı Holding yüzde 265 kar payı dağıttı. Bizi bu kadar da aldatmalarına izin veremezdik. Resmen aptal yerine konuluyoruz.”
Soyer ve Genç neden içeride?-Deniz Zeyrek (Nefes)
“Yargı CHP’yle ilgili o kadar büyük bir çuval biçti ve o kadar çok insanı o çuvala atmaya başladı ki birçok insan arada kaynadı.
Bu isimlerden biri eski Sarıyer Belediye Başkanı Şükrü Genç.
Kendisi DHKP/C örgütünü finanse etmekle suçlanıyor.
Sorgu tutanaklarına falan baktım.
Güya, 2013-2014 yılında bir tekstil şirketinde işçiler grev yapmış, Şükrü Genç ve bazı belediye çalışanları da grevdeki işçilere maddi destek sağlamış.
O grevi örgütleyenler de DHKP/C’li olduğu için Genç ve diğer sanıklar DHKP/C’ye maddi destek sağlamış olmuş.
Nerede görülmüş grevdeki işçiye yapılan desteğin teröre destek olduğu?
Halk dilinde “dıdının dıdısının dıdısı” diye bir deyiş vardır ya…
Bu soruşturma tam da öyle.
Aşırı zorlama bir suçlama!
Üstelik, Şükrü Genç’in ciddi sağlık sorunları var. Sağlık sorunlarına rağmen adeta “tarihi geçmiş” bir suçlamayla cezaevinde tutulması gerçekten büyük bir haksızlık.
İkinci isim önceki İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer.
Kendisi halefi olan belediye başkanı tarafından savcıya gammazlanmış.
CHP’li başkan şikâyet eder de savcı da fırsatı kaçırır mı?
Hemen Tunç Soyer’i ve birlikte çalıştığı çok sayıda insanı kodese göndermiş.
Soyer’in kızı Defne Soyer üzerinden avukatları Özkan Yücem, Haluk İsmet Köymen ve Dr. Murat Aydın’dan bilgi aldım.
Suçlamaları ve savunmaları şöyle özetlediler:
“– ORTADA SUÇ YOK: Hileli davranış yoktur. İddianamenin tamamında müvekkilin herhangi bir kimseyi aldatmaya yönelik tek bir davranışı ortaya konulabilmiş değildir. Temin edilen menfaat yoktur. İddianamenin bütününde ne müvekkilin ne de bir başka sanığın menfaat temin ettiğine dair iddia dahi yoktur. Müvekkil tarafından zarara uğratılmış kimse yoktur. Kooperatif üyelerinin kooperatife yaptıkları ödemelerde tespit edilmiş bir usulsüzlük mevcut olmadığı gibi üyelerle kooperatifler arasındaki ilişkinin de müvekkille ilgisi yoktur.”
İnsanlar algıladıklarına inanırlar-Ali Saydam (Yeni Şafak)
“Dün Türkiye İstatistik Kurumu TÜİK ülkemizdeki işsizlik oranlarını açıkladı. Buna göre haziran ayında işsizlik %0,2 oranında artarak %8,6 seviyesine gelmiş. Şeamet tellalları, ‘Battık, bittik’ edebiyatı hayranları hemen tezvirata başladılar.
Kadınların işsizliği erkeklerden betermiş; Dr. Şeref Oğuz’un isabetle ‘Ev genci’ olarak tanımladığı, iş bulma ihtimali olsa da çalışmamayı tercih eden geniş bir kitle bu rakama dahil değilmiş. Daha bir dizi ilave izahat…
Biz de oturduk Avrupa’da durum nedir diye baktık. Gemini’ye sorduk. Öğrendiğimiz rakamlar şöyle:
Euro bölgesinde işsizlik oranı Nisan 2025’de %6,2 iken Mayıs’ta %6,3’e yükselmiş. En yüksek işsizlik oranına sahip ülkeler ise bakın hangileriymiş:
İspanya %10,29, Finlandiya %9,9, İsveç %9,4, Sırbistan %9,1, Arnavutluk %8,7, Estonya %8,6… Genç işsizlikte en yüksek oranı ise İsveç (%26,7) ve Romanya (%26,3) tutturmuşlar.
Görüldüğü üzere bizim “Zihinleri vaftiz edilmiş”, Batı hayranı, özellikle Kuzey Avrupa ülkelerine öykünen yarı cahil ‘entel-dantel’ tayfasını bir hayli düş kırıklığına uğratacak bir durum söz konusu. “Biz nasıl olur da herhangi bir konuda Finlandiya, İsveç gibi ülkelerden daha iyi bir durumda olabiliriz?” diye şaşırıp duruyorlar. Bunların kıvrak zekâlıları işi enflasyona falan götürüp bizim ne kadar feci durumda olduğumuzu anlatarak konuyu saptırmak için ellerinden geleni yapıyorlar.
Ancak bir konuda haklılar. Gerçekler ancak iletişimleri “Usulü veçhile amel edilirse” insanlar tarafından algılanır. İşsizlikle ilgili rakamın o kadar vahim olmadığını, yıl sonu enflasyon hedefinin %25’in altında oluşacağını, olağanüstü enerji girişimleriyle Türkiye’nin ekonomisinin 2026’da hızla düzelme eğilimine gireceğini kim biliyor acaba?”
“İktidarın İmamoğlu’na odaklanma sorunu”nun yol açtığı sorunlar-Mustafa Karaalioğlu (Karar)
“Herhangi bir sürecin başarısı, bir problemin çözümünün temel şartları vardır. Mesela orman yangınlarını söndürmek yahut enflasyonu düşürmek ya da bir alanda ülkeyi öne geçirmek istiyorsanız sahiplenme, odaklanma ve kararlılık gerekir. Her yıl belli mevsimde tekrarlanan orman yangınlarını en az kayıpla atlatmak için yüksek kapasitede su taşıyan yangın söndürme uçakları, yetişmiş personel ve koordinasyona ihtiyaç vardır. Bunlar yoksa veya biri dahi eksikse ormanlar yanar, uzaktan bakarız. Mamafih ve ne yazık bunu yaşadık.
Enflasyon da öyle… Tek başına enflasyonu düşürmekten ibaret ekonomi politikası olmaz. Oldu diyelim. O zaman da ülkenin güvenilirliğini, öngörülebilirliğini, hukukun varlığını ve tutarlılığı eksik bırakmamanız gerekir. Bir yandan yargıyı siyasal araç haline getirip, siyaseti ve ifade hürriyetini baskılarken güven de olmaz tutarlılık da. 19 Mart operasyonu ve devamında yaşananlar bunun olamayacağını gösterdi. Hem bu, hem öteki olmuyor. Zorlarsanız da olmuyor, üstelik maliyeti ağır oluyor. Dahası, İstanbul Belediye Başkanı ve Cumhurbaşkanı Adayı Ekrem İmamoğlu’nu bütün ekibiyle birlikte hapse atarak yapılan şey aslında odaklanılan şeyin enflasyonla mücadele olmadığı kanaatini uyandırıyor.
Enflasyon düşse tabii ki iyi olacak ve hükümet bunu elbette istiyor ama anlaşılan o ki bundan daha önemlisi İmamoğlu’nun siyasetten tasfiyesidir. Bunu daha çok istediğini görebiliyoruz. Hatta, 2019 yılı 31 Mart’ında kazandığı ilk seçimin, o yılın 6 Mayıs’ında iptal edilmesinden beri odak hiç kaymadı. İmamoğlu’na karşı dikkat hiç dağılmadı. Bu yılın 19 Mart’ında diplomasının iptali, ertesi gün hapse gönderilmesiyle de süreç bitmedi. İddianamesinin bir türlü hazırlanmaması bile bu dikkatli, kararlı ve titiz süreç yönetiminin eseri… Sadece yargı boyutuyla değil, siyasi, bürokratik ve medya aracılığıyla da her şey gayet koordineli şekilde sevk ve idare ediliyor. Başka işlerde görülmeyen bir titizlikte…
Tekrara hacet yok, İmamoğlu davasına -davalarına- iktidarın yakın ilgi ve alakası bu davayı/davaları giderek daha çok siyasallaştırıyor. Bu görüntü de başta ekonomi olmak üzere ülkenin ihtiyaç duyduğu güven ortamını zayıflatıyor. İleriye yönelik beklentileri tedirgin ediyor; finansal hassasiyeti ve dolayısıyla maliyeti artırıyor. Ama O’na karşı sürecin tavizsiz yönetilmesini hiçbir olumsuz gelişme durduramıyor.”
Orman satarak mı yanarak mı biter?-Özgür Gürbüz (BirGün)
“İstanbul Havalimanı’nın yapımı için ÇED raporuna göre 2,5 milyon ağaç kesildi. Kuzey Ormanları Savunması bu rakamın taşocakları, Kuzey Marmara Otoyolu da hesaba katıldığında 13 milyonu bulduğunu söylemiş, 6 bin 500 hektar diye de belirtmişti. 2014, 2015 ve 2018’de tüm Türkiye’de yanan orman alanını miktarı her yıl için 6 bin hektarın altındaydı. İstanbul Havalimanı için kesilen ağaç sayısı o yıllarda yangınlarda kaybettiğimizden fazlaydı.
Yanan ormanlara üzülüyoruz, kahroluyoruz ancak yıktığımız ormanlarla aynı duygusal bağı kuramıyoruz. İnsanlar bu ilişkiyi kurabilseydi bugün İstanbul Havalimanı, önünde milyonların gözyaşları içinde ağıt yaktığı bir türbeye dönerdi. Yeşil bir mezarlık misali. Tam tersine, milyonlarca ağacın kesildiği bu havalimanı, yanından geçen otoyol, o yolu Anadolu’ya bağlayan üçüncü köprü birçok insana ‘icraat’ diye anlatıldı ve insanlar bu ‘icraatlara’ oy verdiler. Çağımızda ne gördüğümüz bize ne anlatıldığına bağlı.
MDF ve Yonga Levha Sanayicileri Derneği bir sunumunda mobilya ve ağaç satışıyla Türkiye’nin 6 milyar dolarlık ihracata ulaştığından bahsederek övünüyor. 2000 yılında 2 milyon metreküp olan üretim kapasitesi 7 kat artarak 15 milyona çıkmış. Üretim kapasitesi artıyorsa kesilen ağaç sayısı da artıyordur. Zaten, “Orman Genel Müdürlüğü’nün üretimini artırması mobilya ve ağaç sektörlerinin büyümesinin arkasındaki en büyük itici güçtür” diyorlar. Orman yangınlarıyla kaybın giderek arttığı ve iklim krizi nedeniyle de artmasının beklendiği bu dönemde ağaçları kesip ihraç etmek sizce de yanlış bir politika değil mi?
Prof. Dr. Doğanay Tolunay, 1984-2024 yılları arasında verilen izinlerle (maden, enerji ve turizm tesisleri gibi) 932 bin hektarlık orman alanının kaybedildiğini, 40 yıldaki izinlerin yarısının da 2021-2024 arasında verildiğini belirtmişti. Doğayı bir hiç, üstüne koyduğumuz her betonu yatırım gören anlayışı yıkmadıkça gerçekte ne kaybettiğimizi de anlayamayacağız.”
Schrödinger’in işsizlik oranı-Emrah Lafçı (Dünya)
TÜİK, Haziran 2025 işsizlik verilerini açıkladı. Manşet işsizlik oranımız mayısa göre 0.2 puan artsa da hala %8.6 gibi bizim için oldukça düşük bir seviyede. Fakat atıl işgücü oranımız 1.8 puan artarak %32.9 seviyesine geldi. Tam iki yıl önce Haziran 2023’te manşet işsizlik oranımız %9.3’ken, atıl işgücü oranımız %24 seviyesindeymiş. Nasıl oluyor da işsizliğimiz artmazken atıl işgücü oranımız bu kadar yükseliyor.
Cevabı aramadan önce biraz kavramları yerli yerine oturtalım. Efendim işgücü için elimizde bulunan havuz 15 yaş üstü kurumsal olmayan nüfus. (hapishane, huzurevi, kışla gibi yerlerde ikamet edenleri dışarıda bırakıyoruz.) Bu nüfus bizde 66.4 milyon. Bunların 35.5 milyonu işgücünde, 30.9 milyonuysa işgücüne dahil değil. Ne demek peki bu? İşgücünün resmi tanımı; “Ekonomik mal ve hizmetlerin üretimi için emek arzında bulunan çalışma çağındaki nüfus”. Demek ki 66.4 milyon insandan 30.9 milyonu mal ve hizmet üretimi için emek arzında bulunmuyor ülkemizde.
Yani işgücüne katılım oranımız sadece %53,5. Peki kalan %46,5 neden çalışmak istemiyor. Bu duruma ev hanımları, yaşlılar gibi kronik unsurlar ve iş aramaktan ümidini kesmiş olanların emek arzında bulunmaması en büyük sebep. İşte bu 35.5 milyonluk işgücü içinde iş arayıp da bulamayanlara işsiz diyoruz. Resmi tanımla işsiz; “son dört hafta içerisinde aktif olarak iş arayan, iş bulduğu takdirde 2 hafta içinde işbaşı yapabilecek durumda olan kişilerden oluşmaktadır.” Bizde bu kişilerin sayısı yaklaşık 3 milyon.
Bu 3 milyonu da işgücü olan 35.5 milyona böldüğümüzde işsizlik oranına ulaşıyoruz. Yani %8,6. Kalan 32.5 milyon kişi ise istihdamda sayılıyor. Biraz rakamlara fazla girdik ama sözün özü şu ki; biz çalışabilir durumda olan nüfusumuzun ancak 32.5 milyonunu yani %48,8’unu çalıştırabiliyoruz. Buna da istihdam oranı diyoruz. Bu oran yükselmeden de zenginleşmenin gelmesi çok zor. Bu konuda bana kalırsa ilk yapılması gereken şey kadınların istihdamdaki rolüne ilişkin kapsamlı reformlar yapmak.
İstihdam içinde olan 32.5 milyon insan da tam olarak ve mutlu bir şekilde çalışıyor sayılmaz. Kimi çalışabilecek zamanının bir kısmında çalışıyor, kimiyse işinden memnun değil ve çalışırken iş arıyor. İşte bu da bizi yazının başındaki atıl işgücü kavramına götürüyor. Bir haftada 40 saatten az çalışan ama imkan olsa daha fazla çalışmaya hazır olduğunu belirten kişilerden oluşan gruba zamana bağlı eksik istihdam diyoruz.”
Not: Başlıkları tıklayarak yazıların tamamına ulaşabilirsiniz.
***
Medya Günlüğü sosyal medya hesapları: