Pazartesi, 13 Eki 2025
  • My Feed
  • My Interests
  • My Saves
  • History
  • Blog
Subscribe
Medya Günlüğü
  • Ana Sayfa
  • Yazarlar
  • Hakkımızda
  • İletişim
  • 🔥
  • MG Özel
  • Günlük
  • Serbest Kürsü
  • Köşe Yazıları
  • Beyaz Önlük
  • Mentor
Font ResizerAa
Medya GünlüğüMedya Günlüğü
  • MG Özel
  • Günlük
  • Serbest Kürsü
  • Köşe Yazıları
  • Beyaz Önlük
  • Mentor
Ara
  • Anasayfa
  • Yazarlar
  • Hakkımızda
  • İletişim
Bizi takip edin
© 2025 Medya Günlüğü. Her Hakkı Saklıdır.
Webmaster : Turan Mustak.
Günlük

Bugünkü köşe yazıları

Medya Günlüğü
Son güncelleme: 29 Temmuz 2025 19:47
Medya Günlüğü
Paylaş
Paylaş

Lozan öldü, Sevr hortladı mı?-Gani Işık (Cumhuriyet)

“Çocukluğumda 100 haneli köyümüzün camisinde her sabah namazdan sonra 30 dolayında çocuk, hocanın önüne diz kırarak konumlanır, ellerimiz dizlerimiz üzerinde, gözlerimiz hocanın gözlerine odaklı, dersimize “Sübhaneke” ile başlardık. Cumhurbaşkanı haftalık açıklamasını yaparken bakanların tamamı, bizim imamın önünde, edep ve korku ikileminde ellerimizi dizlerimizin üzerine koyduğumuz pozisyonu alıyorlar, sanırım bizim ruh halimizi de aynen yaşıyorlar.

Bakanlar Kurulu, Cumhuriyet tarihi boyunca nice ünlü devlet adamının görev aldığı, bakanların başbakan tarafından belirlendiği ve ancak parlamentodan onay alınması halinde hukukilik kazandığı yapısını kaybetmiş; bir partinin genel başkanı da olan cumhurbaşkanının oluşturduğu “sekreterya” konumuna indirgenmiştir. Cumhurbaşkanı seçilen kişinin, mutlak tarafsızlık ve anayasaya sadık kalacağına ilişkin kutsalları üzerine yemin etmesi ile mutlak taraflılık gerektiren bir partinin de genel başkanı sıfatını birlikte taşıması, İhvan kafasının zihin haritasını ortaya koyan Temel fıkrasıdır.

Büyük önder Atatürk’ün dönemin Dışişleri Genel Sekreteri Numan Menemencioğlu’na dış politikada izlenmesi gereken ana ilkeleri not ettirdiği söylenir. Her ne kadar net bir bilgiye dayanmasa da “komşuların içişlerine karışılmaması” nasihati Atatürk’ün dış politikası ile uyumlu görünür. Onun çizdiği politika kısa ömrü boyunca sağlığı pahasına cepheden cepheye koşarak edindiği askeri deneyimlerden ve okuduğu 4 bin kitaptan elde ettiği bilgilerden damıtılmıştır.

Ne var ki Türkiye, Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi’ndeki “İşgalcilerin emelleri ile iktidardakilerin menfaatleri birbiri ile örtüşebilir” uyarısının somutlaştığı günleri yaşıyor. Siyaset dünyası ve toplum, kulağa hoş, içi boş “terörsüz Türkiye” yaygarası ile çalkalanıyor. Üçlü nitelik kazanan Cumhur İttifakı, Erdoğan’a ebedi başkanlık, PKK’ye de üniter devlette yıkıcı tahribatlara yol açacak ödünler temelinde ilerliyor (çıkarların karşılık takası.) Meşru olmayan bu birliktelikten doğacak proje de gayri meşru olacaktır.

“Terörsüz Türkiye” türküsünü notaya alarak okursak emperyalizmin dün toprak ağası şeyhleri, bugün de terör örgütünü örgütlemesinden bağımsız olarak Türklerle Kürtler arasında hiçbir zaman değil savaş, gerilim bile yaşanmamış olmasıdır. Milyonlarca KürtTürk evliliğini sonlandıran aile var mı? Her iki kesim yaşamın her alanında kardeşçe iç içe ve yan yanadır. Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı birlikte kazandılar ve Cumhuriyetin gönencini de birlikte paylaştılar. Bu kutsal savaştan doğan, ulus ve üniter devleti kuran Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), dikkatli ve temkinli, seçmen kitlesi titiz bir takipte. Parti ocağından yetişen ve sözde değil, özde CHP’li olan Özgür Özel, kuşkusuz ki ne yaptığının ve ne yapacağının bilincindedir.”

İsrail’in Öcalan’a oyunu-Abdulkadir Selvi (Hürriyet)

“Öcalan, Suriye’deki SDG-PKK-YPG’nin İsrail’le ilişkilerinden rahatsızdı.

Bunda haksız olmadığı anlaşılıyor. Çünkü İsrail, SDG-PKK-YPG üzerinden Suriye ve Türkiye’yi hedef alan planlar yapıyor. Suriye’nin bölünmesi için yürüttüğü faaliyetlerde SDG-PKK-YPG’yi bir aparat olarak kullanıyor. PKK’nın silah bırakma sürecini akamete uğratmak için Mazlum Abdi’yi kullanıyor.

Ortadoğu’da oyunlar bitmez.

Ama bu çok tehlikeli bir oyun.

Öcalan’ın 27 Şubat’ta yaptığı çağrı üzerine PKK, 12 Mayıs’ta silah bırakma ve tasfiye kararı aldı. 11 Temmuz’da ise KCK Eşbaşkanı Bese Hozat başkanlığındaki bir grup silahlarını yakarak süreci başlattı.

PKK silah bırakma kararı aldı ama Suriye’deki SDG-PKK-YPG direniyor. Mazlum Abdi, ABD helikopteri ile getirildiği Şam’da 10 Mart’ta anlaşma yapmıştı. Ama bu anlaşmaya uymadı.

Çünkü Mazlum Abdi bir süredir İsrail’den talimat alıyor.

İsrail, Mazlum Abdi üzerinden bir oyun kurmaya çalışıyor.

1-Öcalan’ın yerine Mazlum Abdi’yi getirmeye çalışıyor. Böylece PKK içinde bir liderlik mücadelesinin ateşini yakıyor.

2-PKK silah bırakmaya çalışırken, SDG-PKK-

YPG’nin silah bırakıp Suriye devletine entegre olmasını engellemeye çalışıyor. Çünkü İsrail’in Suriye’yi bölme planında SDG-PKK-YPG de yer alıyor.

Amerikalılar, SDG-PKK-YPG ile işbirliği yaptıklarını belirtip askeri bir operasyonla ortadan kaldırılmasına sıcak bakmıyor. Onun yerine SDG’nin silah bırakıp Suriye ordusuna entegre olmasını destekliyorlar. ABD’nin Ankara Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack, “SDG, Suriye’nin tek vatan, tek ordu ve tek Suriye halkı olduğu gerçeğini bir an önce kabul etmelidir. Tek bir şansları var. Şam hükümetine bağlanmak” dedi.

SDG’nin Suriye devletine entegre olması konusunda ilk kez Türkiye-ABD ve Suriye yönetiminin anlayış birliği var. Ankara bu ittifakın önemli olduğunu biliyor. SDG-PKK-YPG’ye askeri operasyon başlatarak bu konsensusun bozulmasını istemiyor. O nedenle stratejik sabır ve diplomatik baskı politikasıyla entegrasyon sürecinin gerçekleşmesi için çalışıyor.”

Saf değiliz-Soner Yalçın (Nefes)

“Orta Çağ’da zaman an’dır, geçmişle/tarihle ilgisi yoktur.

Oysa, geçmiş, uyarma sistemi görevi yapar.

Somuta bakmak istiyorsak, olgunun evvelini bilmeliyiz. Ki:

Kolaya hiç meyilli olunmamalı, cehalettir çünkü.

Barışla aldatma oyununa gelmemek lazım…

Başlayabilirim:

Bu köşede şunu yazdım; Devlet Bahçeli’nin milli çözüm sürecini önemsiyorum. Ve ancak:

Çocuk değiliz, biliyoruz ki, saflık bedel ödetir!

Tartışmamız muhakkak, uyarı sistemini harekete geçirmek şart…

Geçmiş dönem, AKP-FETÖ-dönek solcu liberal ittifakının dilinden “siyasi vesayet” sözü düşmedi. Yani sivil siyasi iktidarı, belli bürokratik denetleme mekanizmaları sınırlamaktaydı.

Bu algı yaratma etkinliği hem medya hem siyaset, hem de sivil toplum ve akademi kanalıyla sürdürüldü. Ayrıca Carnegie, Brookings gibi uluslararası kurumlardan-emperyalist ülkelerden büyük destek aldılar…

“Askeri vesayet” ile mücadele kampanyası, çok aktörlü projeydi ve kamuoyuna sürekli demokratikleşmeye ulaşılacağı propagandasıyla yürütüldü…

Ardından ne oldu?

Ergenekon kumpası başladı.

Balyoz kumpası başladı.

Poyrazköy kumpası başladı.

Askeri casusluk kumpası başladı.

Kozmik oda kumpası başladı. Vd.

Türk Silahlı Kuvvetleri, tarihinin en büyük manipülatif saldırısı ile karşı karşıya kaldı.

Gözaltına alınan askerlere özel savcılar şunu söyledi; “dediklerimizi söyleyin şu kapıdan çıkıp gidin.” Mehmetçik’i esir almayı hedefleyen soysuzlaştırma operasyonuydu bu…

Buraya virgül koyalım.

Ergenekon-Balyoz vd. kumpas döneminde kiminin “Demokratik Açılım”, kiminin “Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi” adını verdiği PKK açılım süreci başlatıldı…

AKP-FETÖ-dönek solcu liberal ittifaka göre, Kürt sorununda demokratik adımlar atabilmek için önce askeri bürokrasinin, özellikle de Genelkurmay’ın siyasetteki ağırlığı azaltılmalıydı: “Barış, askerin etkisiz olduğu Türkiye’de ancak mümkün olabilirdi!”

PKK açılımı, sivil siyasetin güçlenmesine ve askeri vesayetin sona ermesine bağlıymış gibi sunuldu.”

Araştırma rakamları siyasetçilere ne söylüyor?-İhsan Aktaş (Yeni Şafak)

“AK Parti, iktidara geldiği günden bu yana siyaseti, kamuoyu araştırmaları üzerinden test etmeyi kurumsal bir kültür haline getirmiştir. Bu yaklaşım, 2004 yılında dönemin Başbakanlık Müsteşarı Ömer Dinçer’in kamu kurumlarına gönderdiği genelgeyle kurumsallaşma yönünde ilk adımını atmıştır. Bu genelgeyle birlikte kamu hizmetlerinin halka sorulması, vatandaş memnuniyetinin ölçülmesi ve siyasal karar alma süreçlerinde kamusal denetimin tesis edilmesi amaçlanmıştır.

Siyasal kararların rasyonelleşmesi, kamu politikalarının etkinliği ve toplumsal meşruiyetin güçlendirilmesi açısından bu yaklaşım önemli bir yeniliktir. AK Parti’nin icraatlarını ve politikalarını kamuoyuna test ettirerek yönlendirmesi, partinin uzun ömürlü olmasının ve yönetimde istikrar sağlamasının temel sebeplerinden biri olmuştur. Bu yöntem, siyasal katılımın dolaylı bir aracı haline gelirken aynı zamanda temsili demokrasinin kalitesini artırmıştır.

Zamanla bu yöntemi diğer partiler de benimsemeye başlamıştır. Ancak bu aktörler arasında, süreci AK Parti kadar kurumsal ve metodolojik bir şekilde yöneten başka bir yapı oluşmamıştır. Birçok siyasi parti açısından kamuoyu araştırmaları, medya manipülasyonunun bir aracına dönüşmüş; veriler kamuoyuna bilimsel analizden uzak, stratejik iletişim amacıyla servis edilmiştir. Bu durum, özellikle Altılı Masa sürecinde belirginleşmiş ve seçim öncesinde Kemal Kılıçdaroğlu’nun %55-60 bandında oy alacağı yönündeki öngörüler, yaklaşık 20 araştırma firması tarafından dillendirilmiştir. Ancak 2023 yılında yapılan Cumhurbaşkanlığı seçiminin birinci turunda Kemal Kılıçdaroğlu’nun oy oranı %45,06, ikinci turda ise %48,09 olarak gerçekleşmiştir. Bu tür örnekler hem araştırma firmalarının metodolojik güvenilirliğine hem de siyasi elitlerin siyasal gerçeklikle olan bağlarına yönelik ciddi soru işaretleri yaratmaktadır.

Rakamlar üzerinden konuşacak olursak, AK Parti kurulduğu günden itibaren birinci parti pozisyonunu korumuştur. 2024 yılında yapılan yerel seçimlerde ilk kez Cumhuriyet Halk Partisi, belirli büyükşehirlerde birinci parti konumuna gelmiştir. Bu başarıya rağmen, o dönemde CHP’nin genel seçim potansiyeli hâlâ %22-24 bandında seyretmekteydi. Yerel seçimlerdeki başarı, seçmenin “kazanana yönelme” eğilimiyle birleşmiş; bu etki CHP’nin oy oranını kısa sürede %30 bandına taşımıştır. Özellikle İYİ Parti’den gelen %5’lik seçmen geçişi, bu sıçramanın ana nedenlerinden biri olmuştur.”

MİT ajanları nasıl deşifre oldu?-Tolga Şardan (T24)

“urumsal bir devlet yapısı içinde, o ülkenin istihbarat servisinden daha gizli bir yapı olabilir mi?

Ya da soruyu şöyle sorayım; bir ülkenin gizli servisinin personelinin, yani ajanlarının isimleri deşifre olursa o ülkeyi kurumsal yapı içinde değerlendirmek mümkün mü?

Soruya yanıt vermeden evvel, nefes aldığımız coğrafyada sıradanlaşan/sıradanlaştırılan olaylardan birisinin “kişisel verilerin güvenliği” konusu olduğunu hatırlatayım.

Öyle ki genç-yaşlı, kadın-erkek, zengin-yoksul ayırmaksızın ülkede yaşayan hemen herkesin kişisel verileri -sahiplerinin iradesi dışında- ortalıkta elden ele dolaşıyor.

İçişleri Bakanlığı’ndan kişisel verilerin korunmasına muhalefet ettikleri, yani ülkenin ölmüş veya yaşayan yurttaşlarının kişisel bilgilerini yasa dışı biçimde ele geçiren suç örgütlerine yönelik operasyon yapıldığı açıklamaları sık sık kamuoyu ile paylaşılıyor.

Peş peşe yürütülen adli soruşturmalara, tespitlere rağmen kişisel veri çalma işlerinin nasıl ve neden engellemediği de ayrı konu elbette.

Böylesi bir vahim tabloyla yaşıyoruz ülkede.

Yazının girişindeki iki sorunun yanıtlarına gelince, yanıtları elimdeki bir iddianameden alıntılarla verdiğimde, “bu kadarı olmaz” diyeceksiniz haklı olarak.

Ankara Adliyesi’nde devam eden bir davaya esas olan ve yakın zamanda soruşturma savcısınca kaleme alınan bir iddianameyi inceledim hafta sonunda.

İddianame 49 sayfadan oluşuyor. Dosyanın konusu; “Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının başta E-Devlet, Mernis, Tapu ve Kadastro, TCKN numarası üzerinden yapılan GSM abonelikleri, öğrenci okul bilgileri gibi kamuya ait sistemlerde yer alan kişisel bilgilerinin, sistemlere aykırı biçimde girerek oluşturulan yasa dışı sorgu sistemleri (paneller) aracılığıyla 3. kişilerin erişimine para karşılığında açılarak paylaşılması.”

İddianameye göre, şikayetlerle başlayan soruşturmada savcılık, yeni tespitlerde bulundu. 

Delillerin toplanmasıyla, şüphelilerin suç faaliyetini süreklilik içeren bir koordinasyon ve iş bölümüyle hiyerarşik bir düzen içerisinde kamu kurumlarına yönelik siber saldırılar veya sistem açıklarından yararlanarak, kurumlardan ele geçirdikleri kişisel verileri paneller arasında paylaşarak, panel yapılarının içindeki veri miktarını artırıp zenginleştirdikleri ve paneller arası veri değiş tokuşu yoluyla, her bir panel üzerinden faaliyetlerini devam ettirdikleri belirlendi.

Ayrıca savcılık, iddianamede, “bu şekilde kurulan çalışma düzeniyle faaliyet alanlarının genişletildiği de anlaşılmakla, söz konusu sistemin tesadüfi olmadığı ve şüphelilerin eylemlerinin bir bütün halinde değerlendirildiğinde, belirli bir sistematik içerisinde organize bir suç şebekesi şeklinde olduğu, bu haliyle de şüphelilerin örgütsel bir yapı içinde yer aldıkları anlaşılmaktadır” tespitine yer verdi.”

İyi yönetimi hak ediyor muyuz?-İbrahim Kiras (Karar)

“Türkiye’nin cennet köşelerini küle çeviren yangınlar çok büyük bir felaket. Ülkenin akciğerleri yanıyor, bizim de millet olarak duyduğumuz ızdıraptan yüreğimiz yanıyor. Ama bir başka acı daha var içimizi yakan: Böylesi krizlere karşı hazırlıksızlığımız.

Orman yangınları kaçınılmaz bir realite maalesef. Yalnızca Türkiye’de değil, dünyanın birçok yerinde aşırı sıcaklara bağlı doğal sebepler yanında kasıtlı çıkarılan veya insan hatasına bağlı olarak başlayan orman yangınları ciddi bir problem. Bu hususta yapılabilecek tek şey tedbirli ve hazırlıklı olmak. Bunu da ilgili devlet kurumları yapacak.

Ne var ki her yaz aynı rutini yaşıyoruz biz: Orman yangınları yaşanıyor, hazırlıksızlıklar veya donanımsızlıklar ortaya çıkıyor, kamuoyundan tepki ve eleştiriler yükseliyor, yetkililer bir sonraki yaza daha hazırlıklı olunacağını, yangın söndürme uçağı filosu alınacağını vs. açıklıyorlar… Bir yıl daha geçiyor ve aynı hadiseler sırayla yeniden yaşanıyor.

Burada yanlış giden bir şey yok mu?

Birkaç gün önce Eskişehir’de çıkan orman yangınına müdahale etmeye çalışırken şehit düşen görevlilere gerekli eğitimin verilmemiş olduğu, üzerlerinde özel yangın teçhizatı olmaksızın söndürme çalışmasına gönderildikleri ortaya çıktı. Dahası, önceki dönemde orman yangınıyla mücadele eğitimi verilen iki önemli merkezin geçtiğimiz yıllarda kapatıldığı, bunlardan birinin arsasının da imar planı değişikliğiyle otel arazisi yapıldığı öğrenildi.

Burada da mı yanlış giden bir şey yok?

Maalesef milletin yüreğini yakan tek facia orman yangınları da değil. Son dönemde üst üste çok sayıda facia yaşadık. En büyüğü 2023 başında gerçekleşen büyük depremdi. Yaklaşık 50 bin insanımızı kaybettiğimiz bu büyük felaketin acısını ağırlaştıran her zamanki “ihmal, tedbirsizlik, donanımsızlık” üçlemesiydi. Ancak bu konuda tüm sorumluluk yalnızca birkaç müteahhide yüklendi.

Soma’da ve Ermenek’te yaşanan maden facialarında veya Çorlu tren kazası olayında da kamuoyu vicdanını tatmin edecek bir sonuç göremedik.

Bu ayın başında Irak’ın kuzeyindeki bir mağarada 12 asker metan gazı zehirlenmesi yüzünden şehit oldu. Yine ihmal, yine tedbirsizlik, yine donanımsızlık çıktı karşımıza.

Geçtiğimiz günlerde İskenderun Deniz Er Eğitim Alayı’nda ‘eğitim çalışmasından’ sonra fenalaştığı açıklanan yedi mehmetçikten ikisinin hayatını kaybetmesinde ise bu üçlüden hangisinin veya hangilerinin rol oynadığı şimdilik meçhul görünüyor.

Daha birkaç ay önce Bolu Kartalkaya’da yaşanan otel yangını faciasında 78 canımız gitti. Kestirmeden söyleyelim, birilerinin görevlerini doğru düzgün yapmaması yüzünden öldü bu insanlar. Zira bugünkü düzende hiç kimsenin işini düzgün yapması gerekmiyor. Çünkü belirli görevleri üstlenecek kişilerde ehliyet veya liyakat aranmıyor, yalnızca sadakat aranıyor. Bu yüzden de hasbelkader bir makama gelmiş olanların yerlerini korumaları için salavat getirir gibi her fırsatta “Sayın Cumhurbaşkanımızın” adını anmaları yetiyor.

Bilhassa son on yıldır kurumlar etkisizleştirildiği için de kurumsal kararlar alınamıyor. Hiçbir yönetici inisiyatif kullanamıyor. Yukarıdan talimat gelmedikçe hiçbir konuda parmaklarını kıpırdatmıyorlar.

Dolayısıyla bu tablo karşısında “İlgili kurumlarımızın başında kimler var, bu işin sorumluları kimler” diye bir soru sormanın manası da bulunmuyor artık.

Bu problemler dile getirildiğinde sorumlu makamların siyasi savunma hattına çekilmeleri de çok nahoş bir tablo oluşturuyor.

“Eskiden de vardı böyle şeyler, biz icat etmedik. Yolsuzluk da vardı, adam kayırma da vardı, partizanlık da vardı, beceriksizlik de vardı… Bunları biz yapınca mı suç oldu!” diye savunma olur mu? Oluyor işte…”

Not: Başlıkları tıklayarak yazıların tamamına ulaşabilirsiniz.

***

Medya Günlüğü sosyal medya hesapları:

X

Bluesky

Facebook

Instagram

EtiketlendiMedya
Bu yazıyı paylaşın
Facebook Email Bağlantıyı Kopyala Print
Önceki Makale Tokayev’den kritik ziyaret
Sonraki Makale Bilim susturulursa alevler konuşur

Medya Günlüğü
bağımsız medya eleştiri ve fikir sitesi!

Medya Günlüğü, Türkiye'nin gündemini dakika dakika izleyen bir haber sitesinden çok medya eleştirisine ve fikir yazılarına öncelik veren bir sitedir.
Medya Günlüğü, bağımsızlığını göstermek amacıyla reklam almama kararını kuruluşundan bu yana ödünsüz uyguluyor.
FacebookBeğen
XTakip et
InstagramTakip et
BlueskyTakip et

Bunları da beğenebilirsiniz...

EditörGünlük

Schengen’de yeni sistem

Medya Günlüğü
13 Ekim 2025
GünlükManşet

Bugünkü köşe yazıları

Medya Günlüğü
13 Ekim 2025
GünlükManşet

Gökyüzünden İHA yağıyor

Medya Günlüğü
13 Ekim 2025
GünlükManşet

“Menemen enflasyonu”

Medya Günlüğü
13 Ekim 2025
Medya Günlüğü
Facebook X-twitter Instagram Cloud

Hakkımızda

Medya Günlüğü: Medya eleştirisine odaklanan, özel habere ve söyleşilere önem veren, medyanın ve gazetecilerin sorunlarını ve geleceğini tartışmak isteyenlere kapısı açık, kâr amacı taşımayan bir site.

Kategoriler
  • MG Özel
  • Günlük
  • Köşe Yazıları
  • Serbest Kürsü
  • Beyaz Önlük
Gerekli Linkler
  • İletişim
  • Hakkımızda
  • Telif Hakkı
  • Gizlilik Sözleşmesi

© 2025 Medya Günlüğü.
Her Hakkı Saklıdır.
Webmaster : Turan Mustak

Welcome Back!

Sign in to your account

Username or Email Address
Password

Lost your password?