Koca savcılığın dokunmadığı patronlar-Barış Terkoğlu (Cumhuriyet)
“Dünya, Sezen Aksu şarkısındaki gibi: Masum değiliz, hiçbirimiz.
Geçen perşembe, İBB soruşturmasına bir başka perspektiften baktım. Meseleyi sınıfsal okumayı önerdim. Serdar Haydanlı ve Adnan Çebi gibi iktidarın ihaleleriyle büyüyen ve ardından İBB operasyonunda hedef olan iki işadamının hikâyesini anlattıktan sonra şu yorumu yapmıştım: “Erdoğan’ın algısının şu olduğu kesin: Önce İBB’yi alan ardından CHP’de genel başkan deviren İmamoğlu, şimdi de benim büyüttüğüm sermaye sınıfıyla buluşuyor. Belli ki iktidarın el değiştirme tehlikesini gören Erdoğan, İstanbul savcılığı eliyle düğmeye bastı.”
İşte o yazıdan sonra, bir dostum, “Bir de Yapı Merkezi’ne bak” uyarısında bulundu. Okudukça, “İşte bu” dedim.
Şöyle anlatayım…
Yapı Merkezi, 1965 yılında İTÜ’lü mühendis Ersin Arıoğlu tarafından kurulmuş bir şirket. İsim tanıdık geliyor olabilir. Zira Arıoğlu, 2002’de, Baykal döneminde, CHP’den milletvekili seçilmişti. Şirket, Ersin Arıoğlu’nun ölümünün ardından üç çocuğu tarafından yönetiliyor. Yapı Merkezi, zaman içinde raylı sistemler ve inşaat üzerine yoğunlaşmış. Türkiye’de çok sayıda taşımacılık ve inşaat ihalesini onlar almış. Örnek olsun, iktidarın propaganda çalışmalarında kullandığı Avrasya Tüneli, Çanakkale Köprüsü ve TOGG Gemlik fabrikası, Yapı Merkezi’nin işleri.
Gelgelelim…
Şirketi yöneten üç kardeş birden İBB operasyonunda gözaltına alınıp tutuklandı. İfadelerden; şirketin 2019-2025 aralığında iki ihaleye girdiği, birini kaybettiği, birini kazandığı halde iptal edildiği anlaşılıyor. Tutuklanma gerekçesi de kazandıkları halde iptal olan Kirazlı-Halkalı-Üniversite Metrosu ihalesi.
Savcılık soruşturmaya gelen bir ihbarla başlamış. Pazarlık usulü ile yapılan ihalede şirket tarafından yaklaşık maliyetin önceden bilindiği, bu bilgiyle en uygun teklifin verildiği, ayrıca belgelerinde de eksiklikler olduğu iddia ediliyor. Savcılık bu ihbar mektubunun ardından ihaleyi bir bilirkişiye inceletmiş. Bu rapora dayanarak da üç kardeşi tutuklamaya sevk etmiş.
Arıoğlu kardeşler ise kendilerini şöyle savunmuş: “Teklifimiz en uygun teklif olmasına rağmen yeterli rekabet koşulları oluşmadığı gerekçesiyle idarece (İBB) iptal edildi. Daha sonra Yapı Merkezi ve Limak ortaklığıyla teklif vermemize rağmen ihaleyi kaybettik.” (Özge Arıoğlu-24 Mayıs tarihli ifade)
Özetle Yapı Merkezi diyor ki: Rüşvet verip ihale alsak neden aldığımız ihale iptal edilsin ve başkasına verilsin?”
Trump sonrasına hazırlanmak-Süleyman Seyfi Öğün (Yeni Şafak)
“Trump, iktidârının henüz çok başlarında. Beyaz Saray’daki koltuğuna yedi ay evvel oturdu. Dünyâ devletleri , Biden devrinde tâkip ettikleri siyâsetleri gözden geçirmeye çoktan başlamışlardı. Trump ,kendisinden beklenenleri hızla icraata geçirmeye koyuldu. Herkes Trump’ın sıkı gümrük siyâsetlerini devreye sokacağını bekliyordu. Şaşırtıcı olan , bu jeoekonomik tedbirlerin hayâta geçirilmesinde Trump’ın hızı ve yoğunluğuydu.. Başta Ukrayna-Rusya savaşı olmak üzere dünyâdaki savaşları sona erdireceğini vaad eden Trump, bir başka savaşı , ekonomik savaşları başlatıyordu. Kısa bir zaman zarfında,bu hesapsız meydan okumanın ABD’ye de zarar vereceğini gördü ve geri adımlar atmaya başladı.
Trump, seçim kampanyası esnâsında yaptığı konuşmalarda ABD’yi kendi içine kapatacağı ve üretken bir ABD’yi inşâ etmeye başlayacağını iddia ediyordu. Savaş ekonomisini ABD ekonomisinin belini büken bir yük olarak görüyordu. Savaşlara karşı çıkışı ve bir barış havârisi gibi gözükmesinin arkasında yatan fikir buydu. Yâni ABD’nin dünyâ jandarmalığını fuzûli bir masraf kapısı olarak nitelendiriyordu. Onun savaş eleştirileri insânî değil tamâmen ekonomik mahreçliydi. Değilse, “Parasını veren istediği gibi savaşır” zihniyetindeydi. NATO’ya getirdiği ağır eleştiriler ilkesel değil, yine ekonomik temelliydi. Rusya-Ukrayna savaşı ABD’nin masraflarını büyütüyordu. Savaşa soğuk bakıyor, Ukrayna’yı ve ve Ukrayna’ya destek veren Avrupa devletlerini yalnız bırakıyordu. Bu aynı zamanda Angloamerikan ittifakta bir çatlak doğuruyordu. Çünkü İngiltere başta olmak üzere Avrupa’nın ağır topları Rusya’yı dağıtmayı ve Avrasya’da, Karadeniz ve Hazar coğrafyasını tam kontrol altına almayı kafalarına koymuş, bundan da geri adım atmayan siyâsî elitler tarafından kontrol ediliyordu.
Trump’ın ABD’yi denklemden çıkarması Avrupa’nın kendi askerî özerkliğini inşâ etmek gibi mecbûriyeti doğurmaktaydı. Toplantı üzerine toplanti yaptılar. Bu toplantılardan olağanüstü hacimlerde yatırım kararları çıktı. Ama, önlerinde bir kaç ciddî mâni vardı. Yatırımların askerîleşmesi, Avrupa toplumlarının alışık olduğu refah devletlerine has sosyal yatırımların kısılması manâsına geliyordu. Bu şimdiki mevcut siyâsî elitleri tehdit eden aşırı sağı iktidâra biraz daha yakınlaştıracak bir potansiyeli ifâde ediyor. Yâni bu dönüşümün karârını alanlar büyük ihtimâlle onun altında kalacaklardır. İkinci olarak uzun senelerdir askerlikten kopmuş olan , üstelik nüfuslar içinde oranı eriyen gençleri savaşa iknâ etmek gibi bir dert önlerinde duruyor. Bu geçiş esnâsında hâla ABD’nin desteğine ve ondan yüklü miktarlarda alım yapmaya ihtiyaçları devâm edecek. Son NATO Zirvesinde M.Rutte’nin sırf Trump’ın gazâbını çekmemek için attığı sayısız takla dikkat çekiciydi. İngiltere-Fransa-Almanya arasında çarnâçar kurulmuş zimnî bir ittifak mevcut. Ama bu ittifak içinde de gizli bir liderlik mücâdelesi devâm ediyor. Ve aşağıda bir çıktısına işâret edeceğim üzere her zaman tutarlı bir siyâset çıkmayabiliyor.”
Park etmiş beyaz Toroslar-Fikret İlkiz (T24)
“Renault marka beyaz renkli Toros’lar…
“…özellikle izlemeyi beyaz renkli Toros marka araçların yaptığını…”
“…köprü altında tepe lambaları yanar vaziyette polis otosu görüntüsü verilmiş Renault Toros marka araca bindirilerek olay yerinden götürüldükleri…”
Beyaz renkli Toroslar ve faili meçhul siyasal cinayetlerle yüzleşilemedi. Yargılamaların cezasızlıkla sonuçlandığı faili meçhullerin ve işlenmiş siyasal cinayetlerin peşini bıraktık…
Ama Beyaz Toroslar peşimizi bırakmıyor…
32 yıl geçti, gitti!
Ülkemizin Çeşitli Yörelerinde İşlenmiş Faili Meçhul Siyasal Cinayetler Konusunda Meclis Araştırma Komisyonu kurulması 9 Şubat 1993 tarihinde Meclis Genel Kurulu’nun 65 inci birleşiminde 217 Nolu Meclis kararı ile kabul edilmişti…
Komisyon 16 Mart 1993 tarihinde göreve başlamış ve 27 resmi toplantı yapmıştı.
“Faili Meçhul Siyasal Cinayetler” “hakkındaki 12 Ekim 1995 tarihli “Ülkemizin Çeşitli Yörelerinde İşlenmiş Faili Meçhul Siyasal Cinayetler Konusunda Meclis Araştırma Komisyonu (10/90) Raporu” TBMM Başkanlığına sunulmuştu.
Rapor sekiz ayrı bölümdür ve faili meçhul “siyasal” cinayetlerin dökümü yapılmıştır.
Hafızalardan silindi gitti…
12 Şubat 2001…
İstanbul 6 Nolu Devlet Güvenlik Mahkemesi, 1997/180 esas, 2001/36 Karar ve 12 Şubat 2001 günlü hükümle “Susurluk” kazasında ortaya çıkan çete hakkında mahkûmiyet kararı vermişti. Mahkeme; devlet içinde yuvalanmış “çetenin” varlığını gerekçesinde şöyle açıklıyordu:
“Cürüm işlemek için oluşturulan silahlı teşekkülün yukarıdan aşağıya emir komuta doğrultusunda; Anayasa ve Yasaların vermediği yetki ve görevleri kullanarak ya da verilen yasal yetki ve görevler aşılıp dışına çıkılarak veya kendi menfaatlerine göre hareket edilerek halk arasında korku, endişe, panik yaratacak ammenin selameti aleyhine adam öldürme, adam kaldırma, yağma, ruhsatsız silah taşıma, suikast silahlarını taşıma, sahte kimlik belgesi kullanma, kullandırma, firari cinayet sanıklarının ve kumarhane işletmecilerini kullanma, saklama ve çetesel faaliyetlerine iştirak ettirme şeklinde gayri muayyen suçların işlenmesi amacının güdüldüğü, bu yönde suçların işlendiği anlaşılmıştır.”
Bu karar Yargıtay 8. Ceza Dairesinin 2001/16176-125 sayılı ve 15 Ocak 2001 günlü ilamı ile onanmıştı. Onama gerekçesinde “çete” tarifini şöyle yapıyordu:
“…haklarında mahkumiyet hükmü kurulan sanıklar dışındaki kimi görevliler ile bunlara yardım edenlerin yargı önüne çıkarılmaları görevi devletin yetkili organlarında olmakla birlikte emniyet teşkilatında görevli olup haklarında kamu davası açılan sanıkların terörle mücadele adı altında yola çıkıp bir süre sonra yasaların kendilerine verdiği yetkileri tam bir sorumsuzluk içinde ve kendi çıkarlarını gözeterek her türlü yasa dışılığı meşru sayıp amaçlarına ulaşmak için her yöntemi uygun yöntem olarak benimseyerek yanlarına kamu görevlisi olmayan kumarhane işleticisi, uyuşturucu kaçakçısı ile katliam sanığı ve hükümlüsü de alarak tam bir dayanışma ve iş birliği içinde hareket edip çeteleşme sürecine girmeleriyle eylemlerinin suç tarihi itibariyle (eski) TCK’nin 313.maddesindeki” cürüm işlemek için teşekkül oluşturmak suçudur; yani çetedir.
Yargıtay 8. Ceza Dairesine göre çete; mevcut durum ve eylemlerin suç oluşturmasının ötesinde Anayasanın 6. maddesindeki ” Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir devlet yetkisini kullanamaz” hükmüne karşın bir örgütlenme ve yetki kullanımı yoluna gittiklerinin görüldüğünü saptamıştır. Bunun hukuk devleti kuralları içinde savunulur yerinin olamayacağı, terörle mücadele adı altında da olsa “hukuk dışı bir örgütlenme ile devletin meşru güçleri gibi güç kullanarak yürürlükteki yasalar yerine kendi güç ve kuralları ile sözde yasalar oluşturmanın” devleti, hukuk devleti olmaktan çıkaracağı kanaatindedir.
Bu koşullarda yurttaş-devlet ilişkisinde hukuk kuralları yerine korku ve kaygının geçerli olacağı, bunun da bir anayasa ve Yasa ihlalinin ötesinde tam bir hukuk ihlali niteliği taşıyacağı görüşüyle İstanbul 6. Devlet Güvenlik Mahkemesinin “çete” hakkındaki mahkûmiyet kararı onanmış ve karar kesinleşmiştir.
Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından JİTEM ile ilgili bir davada (2014/163 Esas, 2019/583 Karar ve 13.12.2019) beraat kararı verilmişti. Karar Ankara Bölge Adliye Mahkemesi tarafından bozuldu.
Yeniden görülmeye başlandı ama 2023 yılında sonuç değişmedi…”
CHP’nin ‘Terörsüz Türkiye’ için kırmızı çizgileri-İsmail Saymaz (halktv.com.tr)
“TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş, mecliste grubu ve milletvekili bulunan partilere yazı yazarak, 31 Temmuz’a dek ‘Terörsüz Türkiye Komisyonu’na isim bildirmelerini istedi.
Komisyon 51 üyeden oluşacak.
AK Parti’ye 21, CHP’ye 10, DEM ve MHP’ye 4’er, İyi Parti ve Yeni Yol’a 3’er koltuk ayrıldı.
Diğer altı partinin birer temsilcisi olacak.
En erken isim bildiren, komisyon fikrinin babası MHP oldu.
İyi Parti ise sürece açıktan itiraz ediyor. Komisyona üye vermeyeceklerini duyurdular. 3 Ağustos’ta Bursa’dan başlayarak, süreç karşıtı mitingler yapacaklar.
Bu arada, komisyon ağustos başında çalışmalarına başlayacak.
‘Bizim olmamızı çok arzuluyorlar’
Şimdi gözler CHP lideri Özel’in üzerinde.
Cumhur İttifakı, ‘Terörsüz Türkiye’yi toplumsallaştırmak için CHP’nin komisyona katılmasını istiyor. Çünkü CHP, muhalefet ettiği takdirde toplumun en az yüzde 50’sinin rızası alınmamış olacak. Yalnızca AK Parti, MHP ve DEM’in sahiplendiği bir girişim ölü doğmuş sayılır.
MİT Başkanı İbrahim Kalın’ın geçen hafta ziyaret ettiği partiler arasında en uzun süreyi CHP’ye ayırması, heyetler arası toplantıdan önce Özel ile baş başa yarım saat görüşmesi devletin de bu gerçeğin ayırdında olduğunu gösteriyor.
CHP’liler Kalın’ın yaklaşımını şöyle değerlendiriyor:
“Bizim sürecin içinde olmamızı çok arzuladıkları izlenimi verdiler. Sanki diğer partilerin ziyaretin amacı, CHP’yi ziyaretti ve CHP’nin komisyonda yer almasıydı.”
CHP, bir ay önce Kurtulmuş’a ‘TBMM çatısı altında kurulacak olan komisyonun temel ilkeleri ve çalışma yöntemine dair öneriler’ başlıklı 16 sayfalık bir metin sundu.
Metnin giriş paragrafı şu şekilde:
“Toplumsal barışın, adaletin ve demokratik uzlaşmanın tesisi, yalnızca bir siyasi hedef değil, tüm yurttaşlarımızın ortak geleceğini şekillendirecek temel bir ihtiyaçtır. Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılına adım attığımız bu dönemde, farklılıklarımızı zenginlik sayan, sorunlarımızı birlikte çözen ve toplumun tüm kesimlerinin iradesini güçlendiren bir anlayışla hareket etmek milletimize ve geleceğimize olan ortak sorumluluğumuzdur. TBMM milletimizin ortak iradesinin tecelligâhı olarak; karşılıklı anlayışı, katılımcılığı ve sağduyuyu esas alan bir çalışma anlayışıyla bu sorumluluğu yerine getirmelidir. TBMM çatısı altında kurulması öngörülen komisyonun kuruluşu yasallık, çalışması katılımcılık ve saydamlık, kararları demokratik meşruiyet ve mutabakat ilkeleri üzerine inşa edilmelidir.”
28 Şubat’ın şimdiki akrabaları bizden teşekkür beklemesin-Mehmet Ocaktan (Karar)
Galiba bu ülkenin genlerine musallat olan yasakçı zihniyet hiç değişmeyecek. Osmanlı’nın yıkılışından sonra kurulan Cumhuriyet, hepimiz için yeni bir umut ve yepyeni bir başlangıçtı. Çünkü Cumhuriyet’in kazanımlarıyla birlikte millet, geleceğe artık daha bir güvenle bakıyordu.
Ancak yolun bir yerinde başlayan kutsallaştırmalar ve tabular, birtakım yasakları ve baskıları da beraberinde getirdi. Özellikle ‘tek parti’ dönemindeki uygulamalar, toplumun önemli bir kesiminde Cumhuriyet’e karşı bir memnuniyetsizlik duygusu yarattığını belirtmek gerekiyor.
Bu uygulamalar, kuruluş döneminin olağan üstü şartları dikkate alındığında, daha toleransla değerlendirilmesi gerektiği söylenebilir elbette. Ama bir gerçek var ki ‘tek parti’ döneminin yarattığı o yasakçı gelenek, çok partili hayata geçtikten sonra da yer yer işlemeye devam etti.
Bu arada her on yılda bir gelenek haline gelen klasik ve portmodern darbeler, hem siyasetin zeminini tahrip etti hem de ‘yasakçı’ anlayışı adeta yasal bir zemine kavuşturdu.
Düşünün 12 Eylül cuntacıları siyasi partileri kapattı, siyasetçileri hapse attı hem düşünsel hem de insani planda kıyımların altına imza attı. 28 Şubat postmodern darbesi ise, siyasete ve toplumun önemli bir kesimine ‘vesayet kelepçesi’ taktı, üniversitelerde ‘ikna odaları’ kurarak genç insanların hayatlarını kararttı.
İşin en kolay yanı bütün darbelerin, nesebi gayri sahih bir zihniyet tarafından gerçekleştirildiğini söyleyip geçebiliyoruz. Ama mesele bu tanımlama ile halledilmiş olmuyor ki… Darbeleri geride bırakıp sivil siyasetle yeni yolculuğa çıktığımızda ve de “Bütün vesayet dönemlerini çöpe attık” diye övünmeye başladığımızda, o ‘vesayet virüsü’ şekil değiştirerek umutlarımızı bir kez daha yok etmeyi başarıyor.
Neden durup dururken 28 Şubat’ın o karanlık günlerini yeniden hatırlattığımı eminim merak ediyorsunuzdur. Mesele şu; 1992 yılında dönemin başbakanı Turgut Özal tarafından, yeni kurulan Kırıkkale Üniversitesi rektörlüğüne atanan Prof. Dr. Beşir Atalay’a yapılan vefasızlık… Kırıkkale Üniversitesi Senatosu, “Kırıkkale Üniversitesi Prof. Dr. Beşir Atalay Kampüsü” ismini iptal ederek üniversiteden sildi. Demek ki mevcut üniversite yönetimi, bu üniversiteyi kuran, ona akademik bir hüviyet kazandıran Beşir Hoca’yı kelepirden Prof. ünvanı kazanan hocalar sınıfından görmemiş, doğrusu iyi de yapmış… Çünkü üniversitelerimizde artık liyakat değil, “bizimkiler” anlayışı hakim hale geldiği için liyakatli olmak makbul bir meziyet olmaktan çıkmış bulunuyor.
Kırıkkale Üniversitesi Senatosu’nun bu kabalığını sükunetle değerlendirmekte zorluk çekiyorum. Ve 28 Şubat’a özenen yasakçı senato üyelerinin, bu ülkenin değerlerine karşı nasıl bir öfke beslediklerini de ayrıca çok merak ediyorum.
Beşir Hoca ki 12 Eylül cunta döneminde, Erzurum Üniversitesi’nde doçentken gözaltına alınmış ve eziyet görmüş bir bilim insanı. Beşir Hoca “Dünden Bugüne Anılar” kitabında, 12 Eylül’ün bıçağının keskin olduğu günlerde dekanın odasına çağrıldığı anları şöyle anlatıyor: “Bir grup sivil insan odadaydı, sorgulama için beni almaya gelmişlerdi. Önce yakındaki üniversite karakoluna gittik, baktım bizim gençleri toplamışlar. Sonra evde arama yapacaklarını söylediler. Evde küçük ikiz kızlarım vardı, köşe bucak aradılar. Kasetleri karıştırıyorlardı, plakları tarıyorlardı, kitaplar, mektuplar her şey… Sonra kızlarımı kucakladım ve evden ayrıldım, bir minibüse bindik. Gözleriniz artık bağlı olacak dediler ve siyah bir bezle bağladılar. Bir ifadeden sonra döneceksiniz dediler. Dönmemiz ise yaklaşık bir ay sürdü.”
Sayın Meloni’ye bir rica-Selçuk Candansayar (BirGün)
“Sayın Meloni, sizinle çok ama çok farklı politik görüşlere ve kimliklere sahibiz. Ancak, iki gün önce ayrıntılarını, sevgili Murat Yetkin’in “Yetkinreport” haber sitesinde okuduğum, bence “politik eyleminizi” duyunca size açık bir mektupla hem teşekkür etmek ve hem de ricada bulunmak istedim.
25 Temmuz tarihinde Senatonuz, hükümetinizin hazırladığı kadın cinayetlerine yönelik yönelik yasa tasarısını “oybirliğiyle” kabul etmiş. Senatonun sağdan sola 161 üyesinin tümü yasa tasarısını en küçük bir çekince duymadan onaylamış. Filiz Aslan’ın haberine göre, Yasa, kadına yönelik nefret, kontrol, ayrımcılık veya tahakküm saikiyle işlenen cinayetleri özel bir suç tipi olarak tanıyor ve Ceza Kanunu’na şu hükmü ekliyor; “Kadının öldürülmesi, eğer bu fiil nefret, ayrımcılık, kontrol, tahakküm veya onun bireysel özgürlüğünü kısıtlama amacıyla işlenmişse, faile ömür boyu hapis cezası uygulanır.”
Hükümetiniz yasa tasarısını geçtiğimiz “8 Mart’ta” Senatoya sunmuş. 5 ay içinde gündeme gelmiş ve oy birliğiyle kabul edilmiş. Yasa için sizi harekete geçiren geçtiğimiz yıl İtalya’da 113 kadının, sadece kadın oldukları için öldürülmüş olmasıymış.
Sayın Meloni, biliyor musunuz Türkiye’de 2024 yılında 394 kadın, sadece kadın oldukları için öldürüldüler. Üstelik ölüm kayıtlarına intihar, kaza, yüksekten düşme vs gibi giren şüpheli kadın ölümleri ve kayıp kadınlar bu sayıya dahil değil. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun verisine göre 2024 yılında 394 kadın cinayetinin yanı sıra en az 259 şüpheli kadın ölümü var.
Sizin ülkenizdeki kadın cinayetlerinin işleniş şekillerini bilmiyorum. Ama bizim ülkemizdeki kadınlar gerçekten insanlık dışı yöntemlerle öldürülüyorlar. Katillerin çok büyük bölümü eşi, eski eşi, kardeşi, babası, sevgilisi olan erkekler; yakından tanıdıkları kadınları yüksekten atıyor, boğuyor, delik deşik ediyor, parçalıyor, varile koyup yakıyorlar. Öldürdükleri kadınlara dair hisleri için “nefret” kavramı bile yeterli gelmiyor maalesef. Ülkemizde hemcinsiniz kadınların hiçbirinin can güvenliği yok.”
Not: Başlıkları tıklayarak yazıların tamamına ulaşabilirsiniz.
***
Medya Günlüğü sosyal medya hesapları: