Hiçbir felakette hesap vermeyen bir iktidar-Çiğdem Toker (T24)
“Neredeyse çeyrek yüzyıl olacak.
Hiçbir felaket, hiçbir yıkım, devletin apaçık kusurlu olduğu yıkıcı hiçbir tekil/kitlesel kayıp karşısında hesap vermeyen bir iktidar tarafından yönetiliyoruz.
Çocuklar, o güzelim çocuklar tatile diye güle oynaya gittiği otelde, diri diri yanıyor, devrilen trenin altında, yanan, patlayan işletmelerde, kömür madenlerinde yitip gidiyor çocuklar, insanlar. Gerekli ekipler doğru zamanda seferber edilse yaşayacak bebeğiyle, kadınıyla, genciyle erkeğiyle binlerce yurttaş günlerce enkaz altında can çekişerek yaşamlarını kaybediyor.
Tarikata taşere edilen yurtta kız çocukları ölüyor.
Çocuklar, kadınlar, erkekler sokak ortasında katlediliyor.
Maskeli, riyalı, üzüntülü gibi görünen kısa açıklamalar. Hepsi o kadar.
Sonrası upuzun ve uzunluğunca kahırlı, bürokratik/ yargısal maratonlar…
Yas tutmaya ayrılması gereken zaman, süre, algı, enerjiyi hak aramaya ayırmakla geçen yıpratıcı günler haftalar ve aylar.
Sizin canınızdan can gitmişken; falanca bakanlığın, filanca genel müdürlüğünün, feşmekan daireleri, başkanlıkları arasında kayıtsızca seken, kasten “çürütülen” raporları öğrene öğrene, mahkemelerin koridorlarına moleküller halinde dağılıp unufak olan o “sorumluluğun” dönüştüğü sorumsuzluğa şahit ola olan her gün her saat defalarca ölmeniz…
İhmalden kaynaklanan ve elbette insan olarak birer karşılığı olması gereken o sorumluluk bir hayalete dönüşerek bürokrasinin çarklarında unufak olurken, soruşturulmasına izin vermeyenlerin aylıklarının, refah düzeylerinin , yeni atamalar, yeni seçimler yeni “huzur hakları”yla durmaksızın artması
İktidarın ve onun atadığı insanlar tarafından yönetilen kamu kurum ve kuruluşlarının bu hesap vermeme hali, bu sorumsuzluk, vurdumduymazlık sürdükçe, milyonların acısı, mutsuzluğu derinleşiyor ve bu iktidarın zerre kadar umurunda değil.
Umurunda olmadığı gibi simbiyotik ilişkiyle içiçe geçtiği inşaat, enerji şirketleri karlarını büyütsün diye doğayı talan etmelerini kolaylaştıracak kanunları dikte ede ede TBMM’den geçirtiyor. Bunu yaparken, gerçekte şirketlerin aşağıdah yukarıya talepleriyle pişirilen, yine şirketlerin yazımına katkıda bulunduğu o kanun teklifi metinlerine “kamu yararı” yazarak üstelik.
Binlerce talanda, doğa işgalinde, hak ihlalinde akla gelmeyen, yıllardır unutulmuş bir kavram olan “kamu yararı”nın söz gücünü aniden fark edip daha doğrusu söz konusu olan santral kuracak işletecek şirketler, maden çıkaracak şirketler olunca ansızın hatırlayarak.
Eskişehir Seyitgazi’de yangınla mücadele ederken hayatlarını kaybeden orman işçileri ve AKUT gönüllülerinin naaşları DNA testi için Adli Tıbba getirildiği gün, yani dün, içinde zeytinliklerin talana açılması maddesinin de yer aldığı Enerji Maden torbasının yürürlüğe girmesiydi.
Enerji ve maden şirketleri, “Süper İzin” mekanizması olarak andıkları bu kanunun yürürlüğünü coşkuyla karşıladı. Herkesin ortak varlığı olan doğayı, şirketlerin emrine biraz daha amade kılacak maddeler hediye gibi parlıyordu Resmi Gazete sayfasında.”
Suriye’de yeni faz: Ankara masaya silah koydu-Yahya Bostan (Yeni Şafak)
“Milli Savunma Bakanlığı dedi ki… “Suriye, Türkiye’den (savunma ve terörle mücadele kapsamında) resmi destek talep etti.”
Suriye’de yeni bir aşamayı işaret eden bu önemli açıklamanın değinilmesi gereken birden fazla boyutu var… Suriye’nin destek talebini -öğrendiğim kadarıyla- Birleşmiş Milletler (BM) üzerinden iletmesi ayrı… Ankara’nın, yeni durumda diplomasiyi sert güçle destekleyeceği mesajı ayrı… Suriye’ye verilecek askeri desteğin niteliği ayrı… Terörle mücadele ve İsrail konusu ayrı ayrı irdelenmeyi hak ediyor. Değineceğim. Ama önce bir çerçeve çizmem gerekiyor.
Bir. Esad düştükten sonra Ankara dikkatli bir politika izledi. Yaklaşımını ABD, Avrupa ve bölge ülkeleriyle senkronize etti. Amaç, kimsenin dışlanmadığı bir denklem kurmak, Suriye’nin istikrar kazanmasını, uluslararası sisteme entegre olmasını sağlamaktı. SDG’ye Şam’la konuşması, anlaşması için diplomatik kapı açıldı. Bu faz, diplomasi fazıydı. Bir hayli yol alındı da denebilir. Şam’a yaptırımlar kaldırıldı. HTŞ terör listesinden çıktı. Önceki gün Suudi işadamları Suriye’de yatırım görüşmeleri yaptı.
İki. ABD Başkanı Trump dedi ki… “Suriye’nin anahtarı Türkiye’nin elinde.” Bu kapsamda Ankara-Şam güvenlik anlaşması beklentisi vardı. Hatta İsrail, Suriye’nin güneyinde, Türkiye’nin askeri üs kuracağını ileri sürerek, Suriye ordusuna ait üsleri bombalamıştı. Netanyahu’nun Washington’a giderek Trump’la görüştüğünü, Türkiye’nin Suriye’de artan nüfuzundan endişesini dile getirdiğini, ABD Başkanı’nın da buna karşılık “Makul ol” uyarısı yaptığını hatırlıyorsunuz. Şam’la güvenlik anlaşması beklentisi vardı ancak talep Suriye’den gelmeliydi. Şam ise kendi göbeğini kesebileceği düşüncesindeydi (İsrail Şam’ı vururken bir dostum “Hâlâ Ankara’dan yardım istememelerine şaşırdım” demişti.)
Üç. Daha önce yazdık. İsrail, zayıf komşular ister. Bu kapsamda, Suriye’yi dört nüfuz alanına bölmek istiyor. Kendi payına Suriye’nin güneyi düşecekti. Dürzilerin hamiliğine soyunarak bölgenin silahsızlandırılmasını istiyordu. Daha önce bazı denemeler yaptı. Ancak ABD’nin baskısıyla karşılaştı. Ve Şam’la masaya oturdu (Umman, Bakü görüşmeleri.) Ama bu stratejisinden hiç vaz geçmedi.
Son günlerde yaşananlar hassas dengelerde kırılmaya yol açtı:
Bir. 30 PKK’lı silah yaktıktan sadece üç gün sonra Süveyda karıştı. İsrail saldırıları nedeniyle Şam, ülkenin güneyine asker sokamadı. Bölge silahsızlandı. Süveyda’nın Şam’a hangi düzlemde entegre olacağı belirsiz. Bu SDG’nin iştahını kabartıyor.
İki. SDG, ayrılıkçı gündemini sürdürüyor. Kendilerini Terörsüz Türkiye sürecinin dışında tutuyorlar.”
Cezasızlık kural olunca-Fikret Bila (haktv.com.tr)
“Felaket üstüne felaket yaşıyoruz.
Bazı felaketler ise her yıl tekrarlanıyor.
Örneğin orman yangınları.
Yaz aylarında yayılan orman yangınlarında ölümle sonuçlanan felaketler yaşıyoruz.
Son olarak Eskişehir’deki orman yangınında 5’i orman işçisi, 5’li AKUT gönüllüsü 10 vatandaşımız yaşamını yitirdi.
“Orman yangınıyla mücadele ederken şehit oldular” diyerek konu kapatılmamalı.
CHP Lideri Özgür Özel, 100 yıldır Avrupa’da madenlerde veya orman yangılarında can kaybı olmadığını açıkladı.
Bunun nedeni bu ülkelerin gerekli önlemleri almalarıdır.
Bir orman yangında 10 kişi yanarak yaşamını yitiriyorsa bunun nedenleri üzerinde durulmalı, sorumluları ortaya çıkarılmalıdır.
Her yıl orman yangını faciası yaşayan Türkiye’de iktidar yangın söndürme uçaklarını satmaya çalışıyor.
Oysa tam aksine Türk Hava Kurumu’nun yangın uçağı filosu güçlendirilmeli, belediyelere de bu konuda yetki verilmelidir.
Son yıllarda Soma faciasında da yaşadığımız gibi kamu görevlileriyle ilgili bir sorumluluk, cezalandırma veya istifa görmüyoruz.
Cezasızlık kural haline geldi.”
Erdoğan’ın mekanizması-Soner Yalçın (Nefes)
“Şuna tanık oldum:
Sosyal medyada bazı protestocular, kendileri gibi tepkisel olmayan sanatçılara boykot uyguluyor, takibi bırakıyor…
Kimileri de, bu tür paylaşımlara karşı çıkıyor, bu tavrı abartılı buluyor…
Peki:
Kim haklı? Bu soruyu Fransız düşünür Michel Foucault düşüncesi üzerinden yanıtlayayım:
Foucault, modern iktidar anlayışını klasik baskıcı modelden farklı tanımladı: İktidar, sadece “yasak koyan” ve “cezalandıran” mekanizma değildi. Baskılamayı daha incelikli, daha görünmez biçimde de işliyordu!
Yani:
İktidar, kamuoyuna sezdirmeden, bireyleri şekillendiriyor, normalleştiriyor ve etkisiz hale getirerek hegemonyasını/egemenliğini güçlendiriyordu…
Foucault’un bu yaklaşımı, Erdoğan iktidarını anlamamıza yardımcı olur mu? Evet…
Erdoğan iktidarı, sadece yasaklar ve cezalar üzerinden değil, gündelik yaşamı düzenleyen normlar, söylemler ve kurumlar aracılığıyla ülkeyi “disipline” ediyor!
Erdoğan yönetimi, belirli bir yaşam tarzını “normal” olarak kodlarken, alternatif yaşam biçimlerini marjinalleştiriyor!
Böylece iktidar, sadece yasaklar ile değil, normlar ve değerler üzerinden baskılıyor…
Yazımın girişiyle bunun ne ilgisi var? Ne demek istediğime gelmeden önce konuyu biraz daha açayım:
Erdoğan, “bu kuraldır” diyor…
Erdoğan, “bu yasaya uygun” diyor…
Erdoğan, “bu ilkedir, bu gelenektir, bu görenektir” diyor…
Erdoğan, “bu…” diyor, “bu…” diyor
Yani Erdoğan, topluma kendi normunu dayatıyor. Muhafazakâr değerleri/ideolojik aygıtları öne çıkararak, kültürel kodları kendince yeniden şekillendiriyor…
Gülşen’in sahne kıyafeti veya televizyondaki maskeli yarışma gibi nelere karışmadı/karışmıyor ki?”
“Müdahale” İsrail’i kapsar mı?-Ahmet Taşgetiren (Karar)
“Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın “Müdahale ederiz” ifadesinin bölgeyi hareketlendirmesi tabii.
Türkiye’nin İsrail’in bölgede yaptıklarından rahatsız olduğu biliniyor. Gazze zaten 7 Ekim 2023’ten beri bitmeyen bir gündem. İsrail, küçücük bir toprak parçasında yaşayan insanlara insanlığı utandıracak acılar yaşatıyor. Bütün dünyada sokaklar “Olmaz bu” dlyor ama bu Nazi bozması vahşet devletine dur diyebilen de olmadı.
Bir ara Devlet Bahçeli kurdu, “Gazze’de olan bitenler Türkiye için de tehdit” cümlesini.
İsrail’in “Türkiye için de tehdit oluşturduğu” değerlendirmesi ise Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan Bahçeli’ye ülkeyi yöneten siyasi kadronun ortak yaklaşımı durumunda…
Biz de soruyoruz “Peki böyle bir tehdit değerlendirmesi varsa İsrail nasıl durdurulacak?”
Hani bir de “Ülkeye yönelik tehdidi bulunduğu yerde etkisiz hale getirme” yönünde güvenlik konseptimiz var ya…
İsrail Türkiye’ye saldırmış değil, bu durumda “İsrail tehdidi” nasıl somutlaştırılacak da onu ortadan kaldırmak için harekete geçilecek? İsrail’in arkasında duranların varlığı da bilinirken…
Bütün bunlar dikkate alındığı için olmalı, bugüne kadar “İsrail’in Türkiye’ye yönelik tehdidi”nden bahsedildi ama buna karşı “sözden öte” ne yapılacağına dair bir şey ortaya konmadı.
Ama şu söylenebilir ki, müdahale safhası gerçekleşsin gerçekleşmesin Türkiye’nin aklında bir “potansiyel İsrail tehdidi” bulunuyor.
Bakan Fidan’ın Suriye bağlamında seslendirdiği “Müdahale ederiz” ifadesi, belli ki sadece Suriye’yi kapsamıyor.
Fidan, El Salvador Dışişleri Bakanı Alexandra Hill ile ortak basın toplantısında önce İsrail’in Suriye’deki hedefinin istikrarsızlık olduğunu, Dürzi isyancı El Hicri’nin “Tel Aviv güdümünde” hareket ettiğini söylüyor. YPG’nin ve Suriye’deki “İsrail güdümlü ayrılıkçı gruplar”ın “Kaostan bağımsızlık çıkarmak istediklerini” vurguluyor. Sonra da “Uyarıyoruz hiçbir grup Suriye’yi parçalamaya girişmesin. Müdahale ederiz” diyor.
Şu ifadeler de Fidan’ın Suriye meselesini doğrudan İsrail bağlantılı gördüğünün işareti:
“İsrail, kendi bölgesini gittikçe güçsüzleştirip kaosta tutmaya çalışan bir politika izliyor. Suriye’de son olan gelişmeler de bunun bir yansımasıdır. Hiçbir grup parçalamaya yönelik hareket içine geçmesin.
“Bölünme dışında ne konuşuyorsanız konuşun. Ne talepleriniz varsa yapın. Biz bu konuda nasıl yardımcı olacaksak olalım ama bunun ötesine geçtiğiniz zaman biz kendimizi tehdit altında tutmayız.”
Esed devrildiğinden bu yana İsrail’in bir eli Suriye’nin içinde… En başta Suriye’nin bütün askeri varlığını imhaya yönelik operasyonlar yaptı. Bir bölgeyi işgal etti ve bu arada bazı Dürzi gruplar üzerinden iç kargaşalar çıkarmaya yöneldi.
Türkiye’nin Şara yönetimine destek verdiğini görüyor ve belli ki Türkiye’nin etkin olduğu bir Suriye istemiyor. Şara’nın eski HTŞ bağlantısından yola çıkarak dünyaya şu anda “Suriye’de cihadist bir yönetim kurulduğu” propagandasını satıyor.
Bu noktada Amerika’nın tavrı ne olacak? ABD’nin Türkiye Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Thomas Barrack oldukça faal. Konuşuyor, temas kuruyor… Konuşmaları yeni tartışmalara yol açıyor. Acaba ABD’nin bölgedeki iki ana ayağını oluşturan “Türkiye ile İsrail’in sıcak karşılaşması”ndan endişe ettiği ve bunu önlemeye çalıştığı söylenebilir mi?”
“ABD’nin İsrail ile birlikte hayata geçirmeye çalıştığı kanlı dönüşüm şimdiden Ortadoğu’da kalıcı sonuçlar üretmeye başladı. Filistin, Lübnan, Suriye silah zoruyla dizayn edilirken tüm bölgede taşlar yeniden diziliyor. Ömrünü uzatmak için Trump politikalarına sarılan siyasal İslamcı rejim ise bir taraftan bu dönüşüme omuz verirken diğer taraftan da ortaya çıkan sonuçları “beka” sorunu olarak pazarlamanın gayretinde.
ABD ve İsrail’in kendi çıkarları perspektifinde dönüştürmek için harekete geçtiği Ortadoğu’da AKP de ömrünü uzatma hedefiyle Trump politikalarına sarılmış durumda. Büyük Ortadoğu Projesi’nin eşbaşkanlığını yapan, 7 Ekim sonrasının mıntıka temizliğini yapan siyasal İslamcı iktidar efelense de kendisine biçilen çemberin dışına taşacak cürette değil.
MİT Başkanı İbrahim Kalın parti turuna çıkarken Dışişleri Bakanı Hakan Fidan gerekirse Suriye’ye müdahale edeceklerini açıklayarak SDG başta olmak üzere bu ülkedeki gruplara gözdağı verdi. Erdoğan da bir taraftan “Türk, Kürt, Arap ittifakı” ile yeni Ortadoğu’da yer kapmaya çalışırken diğer taraftan da iktidar bileşenleriyle birlikte ağız birliğiyle ülkenin karşı karşıya olduğu tehlikelerden bahsediyor. Erdoğan ABD Elçisi Tom Barrack’ın Osmanlı güzellemesi sonrasında Kürt, Türk ve Arap ittifakından dem vurdu.
Suriye ve Ortadoğu gerçekleştirilmeye çalışılan dizayn siyasal İslamcılarla emperyalizm arasındaki tarihsel bağı bir kez daha gözler önüne serdi. Yeşil Kuşak’tan Ilımlı İslamcılığa uzanan hatta Amerikan emperyalizminin İslamcılara biçtiği roller biçim değiştirse de özü aynı kalarak bugünlere evirildi. Türkiye’nin adım adım siyasal İslamcı aktörler üzerinden ABD’nin politikalarına uyumlu hale getirilmesi birden bire olmadı. Ülkenin laik ve ilerici tüm değerlerinden arındırılarak, Ortadoğu’da bir “ılımlı İslamcı” merkez olarak konumlandırılmasının tarihsel bir geçmişi var.
Bugünlere gelinen süreç ABD’nin Sovyetlere karşı geliştirdiği Yeşil Kuşak projesine dayanır. Projenin mimarı 1977-81 yılları arasında başkanlık yapan Jimmy Carter’ın ulusal güvenlik danışmanı Zbigniev Brzezinski. Sovyetler’i çevreleme stratejisi olan Yeşil Kuşak projesi ile İran’dan Türkiye’ye, Afganistan’dan Pakistan ve Körfez ülkelerine bütün her yerdeki İslamcılar sistematik olarak desteklendi. Komünist tehlikeye karşı İslamcılık kalkan olarak kullanıldı. CIA bölgede “Mücahitler” olarak adlandırdığı ve SSCB’ye karşı direniş gösteren çok sayıda silahlı dini örgüte para, istihbarat ve silah yardımı yaptı ve uluslararası medyada bu grupları “özgürlük savaşçıları” olarak küresel kamuoyuna sundu.”
Not: Başlıkları tıklayarak yazıların tamamına ulaşabilirsiniz.
***
Medya Günlüğü sosyal medya hesapları: