Pazartesi, 13 Eki 2025
  • My Feed
  • My Interests
  • My Saves
  • History
  • Blog
Subscribe
Medya Günlüğü
  • Ana Sayfa
  • Yazarlar
  • Hakkımızda
  • İletişim
  • 🔥
  • MG Özel
  • Günlük
  • Serbest Kürsü
  • Köşe Yazıları
  • Beyaz Önlük
  • Mentor
Font ResizerAa
Medya GünlüğüMedya Günlüğü
  • MG Özel
  • Günlük
  • Serbest Kürsü
  • Köşe Yazıları
  • Beyaz Önlük
  • Mentor
Ara
  • Anasayfa
  • Yazarlar
  • Hakkımızda
  • İletişim
Bizi takip edin
© 2025 Medya Günlüğü. Her Hakkı Saklıdır.
Webmaster : Turan Mustak.
Günlük

Bugünkü köşe yazıları

Medya Günlüğü
Son güncelleme: 15 Temmuz 2025 19:48
Medya Günlüğü
Paylaş
Paylaş

Ekrem İmamoğlu’ndan mektup-Mustafa Balbay (Cumhuriyet)

“Bugün 15 Temmuz karanlık darbe girişiminin dokuzuncu yılı. 15 Temmuz 2016’nın gündüzü ve gecesi bütün boyutlarıyla aydınlatılmadığı için içeride ne kadar parça kaldı sorusu hâlâ çengelli.

Her şey bir yana bu konuda TBMM’de kurulan komisyonun raporu “kayıp”! Binlerce sayfalık rapor TBMM Genel Kurulu’nun gündemine getirilip oylanmadığı için resmi kayda geçmemiş oldu.

FETÖ’yle mücadele yargılamalarla, yeni soruşturmarla sürüyor gibi ama FETÖ’nün “operasyon dalgaları ruhu” devam ediyor!

İktidar 15 Temmuz sonrasında, “Aldatıldık, Rabb’im bizi affetsin” deyip kendini kenara çekti ama bugünkü benzer operasyonlar için aracı kullanmıyor! FETÖ sahte mahte delil uyduruyordu. Şimdi buna da gerek yok. Malını-mülkünü kaybetme korkusu saldığın bir iş insanı bul, itirafçı yap, “Bunlar kendi kendilerini ele veriyor” de!

Ekrem İmamoğlu, İstanbul Büyükşehir Belediye başkanı ve CHP’nin 15.5 milyon destekle belirlenmiş cumhurbaşkanı adayı olarak CHP’li belediyelere yönelik operasyonların sembolü haline geldi.

2011 yılından beri bütün siyasal süreçlerini tanıdığımız İmamoğlu’nu tutuklandıktan 10 gün sonra 3 Nisan’da Silivri’de ziyaret ettiğimizde bir öneride bulunduk:

– Yaşadığınız süreci yazmak gerek, ne dersiniz?

Yanıtı şu oldu:

– Sizin kaleminizden böyle bir kitap iyi olur, onur duyarım.

Halk Kitabevi’nce yayımlanan “Asla Vazgeçme-Ekrem İmamoğlu’nun Yolculuğu” başlığıyla kaleme aldığımız kitap artık okura ait. Kitabı ilk okuyanlardan olarak İmamoğlu’ndan bir mektup aldım. Paylaşmak isterim:

“Kitabınızı diğer kitaplarımdan biraz kısarak keyifle okudum. Çok büyük bir mücadelenin içinde olmanın, umudu ve cesareti örgütlemenin, her insanımıza geçmesini sağlamanın önemini, motivasyonunu, heyecanını bir kez daha yaşadım.

Sizin Silivri Cezaevi döneminizde gösterdiğiniz kararlılığı ve inancı ilk gördüğümde etkilenmiş, ideallerim için çok daha büyük bir mücadele vermem gerekir duygusunu derinden hissetmiştim. Şimdi yıllar sonra siz benimle ilgili bir kitap yazdınız, büyük onur duydum.“

CIA destekli FETÖ tekrar geri dönebilir mi?-İhsan Aktaş (Yeni Şafak)

“Fetullahçı Terör Örgütü tasfiye edildikten sonra, her bir seçim geldiğinde bu seçimde geri döneceklerini, Recep Tayyip Erdoğan’ın seçimi kaybedeceğini ve tekrar bu ülkenin bütün kurumlarına yerleşeceklerini düşündüler. Kanını emdikleri, bütün maddi ve idari tasarrufları ellerinde bulundurdukları günlere dönmeyi her zaman hayal etmişlerdir.

2014 yerel seçimlerinden başlamak kaydıyla, her seçim bittiğinde terör örgütü kendini revize etmiş ve hayallerini bir sonraki seçime ertelemeye devam etmiştir.

Mehdiyet hareketlerinde, genellikle Mehdi hayatını kaybettikten sonra -ki bu cümle başlı başına absürttür, çünkü mehdiyet veya mesihlik iddiasında bulunan birinin normal şartlarda ölmemesi beklenir- hareketin akıbeti meçhul bir hâl alır. Ancak bu mehdiyet ve mesihlik; mazlum, Müslüman milletleri ve FETÖ bağımlılarını manipüle etmek için kullanılan bir argümandır ve bunu dost-düşman herkes bilmektedir. Dolayısıyla mehdiyet hareketlerinde Mehdi öldükten sonra hareket zayıflar; fakat burada, hareketi kuran ve yöneten kişi sözde “kardinal” değil, yabancı istihbarat servisleridir. Bu nedenle, bu hareketi kuran yapılar Türkiye ve diğer İslâm ülkeleri aleyhine kullanmaya devam edeceklerdir.

CIA’nın dünya genelinde elbette başarılı ve başarısız operasyonları olmuştur. Ancak biliyoruz ki, Amerika Birleşik Devletleri’nin bu kurumunun efsaneleştirilen başarılarının dışında, çuvalladığı onlarca konu da vardır. Fakat bir istihbarat kuruluşunun başarısı açısından baktığımızda, dünyadaki bütün operasyonlar içinde belki de en başarılısı, bir terör örgütünün Türkiye Cumhuriyeti’nin damarlarına sızdırılıp devleti ele geçirme operasyonudur.

Bir terör örgütünün bir ülkeyi baştan sona nasıl kuşattığı meselesini ele alırken, Türkiye’de din ve Diyanet’e devletin bakışını da sorgulamadan geçemeyiz. Tek parti rejimi, özellikle İnönü döneminde, dindarları ötekileştiren uygulamalarla dikkat çeker. Bu durum, FETÖ’cülerin “iman kurtarmak” adına yürüttükleri faaliyetlerin meşru görülmesine neden oldu. Sözde tek parti rejimine karşıymış gibi görünen FETÖ hareketi, sureti haktan görünerek Müslümanların maslahatını değil, doğrudan İsrail’in ve ABD’nin çıkarlarını gözeten bir örgütlenme kurmuştur.

15 Temmuz darbe girişiminden sonra, terör örgütü etkisiz hale getirildi ve devlet, iradesini açıkça ortaya koydu. Türk halkı, o gün sokaklara dökülerek, bir işgal endişesiyle Diyarbakır’dan Edirne’ye kadar topyekûn bir seferberlikle FETÖ’cüleri geldikleri yere geri püskürttü. Bu, dünya tarihinde eşine az rastlanır bir darbe karşıtı duruştur ve Türk milletinin bu efsanevi tavrı kıyamete kadar anılacaktır.”

YPG, Öcalan’ı değil ABD’yi dinleyecek-Aytunç Erkin (Nefes)

“Emekli Tuğgeneral Ali Demir.

Aynı zamanda İYİ Parti Genel Başkan Başdanışmanı ve avukat.

30 PKK’lının silah bırakmasıyla ilgili 7 Ocak 2025 tarihinde NEFES’te yayımlanan söyleşimizde, “Silah bırakma kararını PKK değil ABD verecek” iddiasında bulunmuş ve şunları kaydetmişti:

“Yakın zamanda yayımlanan bir köşe yazısında, çözüm süreci döneminde, teröristbaşı Murat Karayılan’ın İmralı-Devlet ve Kandil arasında mesajları getirip götüren heyete iki faks metni göstermesini müteakip, (Biri CIA’in bizimle ilgili biriminin başındaki yetkiliden geliyor, diğeri ise Türkiye’deki bir gazeteciden geliyor. Ama ikisi de tıpatıp aynı) ifadesini kullanması ve mektupların içeriğini, (CIA yetkilisi de Türkiye’den gönderen gazeteci de aynı şeyi söylüyorlar. Amerika arada olmadan Türkiye ile müzakereleri doğrudan yürütmeyin. Türkiye sizi aldatır. Amerika sizin hukukunuzu korur. O nedenle müzakerelerde Amerika’nın varlığını şart koşun diyorlar) şeklinde açıklamada bulunulması sebebiyle, PKK/KCK/PYD/YPG/SDG terör örgütünün geleceğinin teröristbaşının yapacağı çağrıda değil, ABD’nin vereceği karara bağlı olduğu aşikardır.”

Şunu da hatırlatayım:

Ali Demir, bugün 9’uncu yılına giren NATO destekli FETÖ kalkışmasına karşı Jandarma’da direniş gösteren generallerden biri ve 2020 yılında emekli edildi. Demir, 11 Temmuz’da Süleymaniye’de yaşanan silah yakmayı “şov” diye nitelendiriyor ve iki gün öncesine dikkat çekiyor:

– SDG ÖZERKLİK İSTİYOR: PKK/KCK’nın Suriye kolu PYD/YPG/SDG’li teröristlerin ele başı ile Suriye Geçici Yönetim Başkanı arasındaki 10 Mart 2025 tarihli mutabakat metni gereğince, terörist başının ‘kendinizi feshedin’ çağrısına 27 Şubat 2025’de (Öcalan’ın çağrısı PKK’ya, bize değil) şeklinde karşılık vermesi sonrasında Suriye hükümetine katılması beklenen İçişleri Bakanlığımızca kırmızı renk kategorisinde aranan SDG’li Mazlum Abdi ile Ahmed el-Şara, ABD’nin Ankara Büyükelçisi Tom Barrack ve Fransız yetkilinin gözlemciliğinde 9 Temmuz 2025 tarihinde Şam’da görüştü. Mazlum Abdi isimli teröristin Şam merkezi yönetimine katılma yerine özerklik istediği ve kendisini tasfiye etmesi beklenen Irak’ın kuzeyindeki PKK terör örgütünün ise ağır silahları ile bazı teröristleri Suriye’nin kuzeyine aktarmaya devam ettiği iddia edildi.”

15 Temmuz’un yanıtlanmayan soruları-Mehmet Y. Yılmaz (T24)

“Kara Havacılık’ta görevli Binbaşı H.A., Ankara’da bir taksiden inip, MİT yerleşkesine girdiğinde tarih 15 Temmuz 2016, saat 14.45 idi.

O saatten, Genelkurmay Başkanı Org. Hulusi Akar’ın, Akıncı Üssü’ne götürülmek üzere derdest edildiği saat 21.00’e kadar geçen sürede yaşananların mantıklı bir açıklamasını hâlâ öğrenemedik.

Olayın iki baş kahramanı zamanın Genelkurmay Başkanı Org. Hulusi Akar ve zamanın MİT Müsteşarı Hakan Fidan, TBMM’de darbeyi araştırmak üzere kurulan komisyona gelip, soruları şahsen yanıtlamayı reddettikleri için de sorular sekiz yıldır ortada duruyor.

Bu soruları önce darbe girişimini izleyen günlerde sordum. Daha sonra darbe girişiminin yıldönümlerinde hatırlattım; aldığım yanıt sessizlikten ibaret.

Darbe girişiminin dokuzuncu yılında, 15 Temmuz 2016 günü şehit olan 251 vatandaşımızın bu soruların yanıtlarını hak ettiklerini bir kez daha hatırlatarak soracağım.

1–Kara Havacılık’ta görevli bir Binbaşı’nın “üç helikopterle MİT Müsteşarı kaçırılacak” ihbarı Org. Akar ve Müsteşar Fidan tarafından nasıl oldu da bir “darbe girişimi ihbarı” olarak değerlendirilmedi?

Bunun bir darbe girişimi olarak değerlendirilmediğini şuradan biliyoruz:

Bu ikilinin Genelkurmay’daki toplantısının ardından MİT Müsteşarı, zamanın Diyanet İşleri Başkanı ve Suriye Ulusal Koalisyonu eski başkanı Muaz Hatip ile akşam yemeğine gitti.

Darbe bekliyor olsaydı, her halde “aman çorbam soğumasın” diye 20.20’de koşturarak Genelkurmay’dan ayrılmazdı.

Genelkurmay Başkanı, saat 18.30’da MİT Müsteşarı’na “seni rahatlatalım” diyerek, birliklerine şu emirleri verdi:

* İkinci bir emre kadar Türk hava sahası askeri araçlara kapatılacaktır.

* Havada bulunan tüm uçaklar ve helikopterler derhal yere indirilecektir.

* Zırhlı birliklerin herhangi bir nedenle kışla dışına çıkışı yasaklanacaktır.

MİT Müsteşarı, neden endişe ediyordu ki “rahatlatılması” gerekti?

Bu kadar endişelendiyse neden çorba içmeye gitti?

Endişelendiyse neden Cumhurbaşkanı’nı, Başbakan’ı, İçişleri Bakanı’nı uyarmadı?

Fidan, bir darbe girişiminden kuşkulandıysa da Akar’ın bunu o kadar ciddiye almadığını, o ciddiye almayınca da Fidan’ın da “gideyim bari çorba soğumasın” diye düşündüğünü mü varsaymalıyız?

Zamanın Genelkurmay İkinci Başkanı Org. Ümit Dündar, TBMM komisyonundaki ifadesinde, “darbe ihbarı alınsaydı, Genelkurmay Başkanı’nın başka emirler de vererek, girişimi en başından engelleyebileceğini” söylemişti.

O tarihte Özel Kuvvetler Komutanı Korgeneral Zekai Aksakal da bu “başka emirlerin” ne olabileceğini şöyle anlatmıştı:

“Silahlı Kuvvetlerde kriz ve olağanüstü durumlarda haber alınır alınmaz ilk tedbir olarak ‘Personel kışlayı terk etmesin’ emri verilir. Birlik komutanları kışlalarında, mesaiye devam edilir. Her zaman uygulanan bu temel ve basit kural 15 Temmuz’da ilk haber alındığı zaman uygulanmamıştır. Uygulansaydı, darbe girişimi baştan açığa çıkardı.”

Nitekim Güvercinlik Üssünde darbe günü yaşananlar bu görüşü doğruluyor.

Darbeciler, nöbet çizelgelerini önceden değiştirerek, o gün mesai saatinden sonra üste sadece Fetullahçı subay ve astsubayların kalmasını sağlamışlardı.

O gün devlete ve kanunlara bağlı subaylar kışladan uzakta tutulmuştu ki darbe girişimini engellemeye kalkışmasınlar.

Genelkurmay Başkanı, gelen ihbarı bir darbeye kalkışılacağı yönünde değerlendirip “Kışlalar terk edilmeyecek” emrini vermiş olsaydı, Fetullahçıların darbe girişimi, askerler daha kışladayken engellenebilirdi.

Darbe girişimi kışlalarda bastırılmış olsaydı, bu kadar sivil vatandaşımız da hayatını kaybetmezdi.

Nitekim, Malatya’da, darbecilerin verdiği emri dinlemeyen Albay Hakan Keleş, helikopterlerin başına birer asker dikerek oradaki girişimi engelleyebilmişti. Kanunlara bağlı, emir-komuta zincirine sadık başka subaylar da başka kışlalardaki hareketleri önleyebilirler miydi?

Önleyebileceklerini biliyoruz.

Şehit Astsubay Ömer Halisdemir’in, Korgeneral Aksakallı’nın emriyle darbeci Semih Terzi’yi vurarak engellemesi ve bunun sonucundaki şehadeti de bir başka kanıt.

Öte yandan MİT’in, TBMM Araştırma Komisyonu’na gönderdiği raporda da H. A.’nın darbe ihbarında bulunmadığı, MİT Müsteşarı’na saldırı ihbarında bulunduğu belirtiliyor. Şöyle bir bölüm de var bu raporda: “MİT tarafından daha önce dış makamlarla paylaşılan notlarda, FETÖ/PDY’nin darbe girişiminde bulunabileceği bildirilmiş olmakla birlikte, TSK bünyesinde istihbarat toplanamadığından, darbe girişiminin tarihi konusunda net bir istihbara daha önceden ulaşılamamıştır.” “TSK bünyesinde istihbarat toplanamaması” konusu mazeret uydurmaktan ibaret.

MİT’in, üst düzey askerlerle ilişkili FETÖ’cüleri takibine bir engel yoktu ve bunların sivil giysili generallerle bir evde toplandıklarını bulması işten bile değildi.

Bunun takip edilmemiş olmasında MİT içinde yuvalanmış Fetullahçıların ne kadar rolü oldu, bilemiyorum. Ancak MİT’in sivil imamların kimliğini bilmemesinin mümkün olmadığından eminim.

Darbe girişimi ile ilgili kararlar da FETÖ’nün imamlarıyla, sivil giysili generallerin böyle bir toplantısında alınmıştı.

Şimdi cümlenin başına dikkatinizi çekmek istiyorum:

“MİT tarafından daha önce dış makamlarla paylaşılan notlarda, FETÖ/PDY’nin darbe girişiminde bulunabileceği bildirilmiş olmakla birlikte…”

Demek ki yetersiz bir istihbarat da olsa MİT, Fetullahçıların bir darbeye kalkışabileceği bilgisine sahip.

Bunu bilen MİT Müsteşarı, kendisinin kaçırılacağı ile ilgili ihbarı nasıl olup da bir “darbe girişiminin başlangıcı” olarak göremedi?

Akar ve Fidan, bunu darbe girişimi ihbarı olarak görmedilerse ne zannettiler?

Bazı askerler, helikopterleri de kullanarak Müsteşar’ı kaçıracaklar ve fidye isteyecekler diye mi düşündüler?

“Bazı askerler”, buna cüret edebilecekler ise bu, çok daha büyük başka bir planın işareti olarak görülmeliydi.

Akar ve Fidan, bu hatalı değerlendirmeyi hangi zihinsel süreçlerin sonunda yaptıklarını açıklamadılar, hatalarını da kabul etmediler.

Onların bu hatasının bedelini o gece hayatını kaybedenler ve yaralananlar ile bütün Türkiye ödedi.

İşin ilginci, bu darbe girişimi sırasında ailesi ile çok ciddi ölüm tehlikesi atlatan Cumhurbaşkanı da bunun hesabını sormadı.

Birini terfi ettirip önce Milli Savunma Bakanı, sonra milletvekili yaptı; diğeri uzun süre aynı görevde kaldı, şimdi Dışişleri Bakanı!”

Ümmet-millet tartışması-Taha Akyol (Karar)

“Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Türk Kürt Arap ittifakı” vurgulu konuşmasını, “vatandaşlık” kavramını vurgulayarak eleştirmek doğru olurdu. Çünkü Erdoğan partisinin lideri de olsa, Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı olarak politika açıklıyordu o konuşmasında… Bunun iç ve dış yankılanmalarının nasıl olabileceğini düşünmeliydi.

CHP lideri Özgür Özel’in Erdoğan’ı “ümmetçilik” yapmakla eleştirmesi ümmet-millet tartışmasına yol açtı. Özel’in “ümmet” polemiğinden sakınması, Cumhurbaşkanı’nı “vatandaşlık” kavramını esas alarak eleştirmesi gerekirdi.

Tabii Erdoğan hemen meseleyi itikadi açıdan ele aldı:

“Müslümanlar olarak Peygamber efendimizin buyurduğu gibi birbirimize kenetlenmemizin neresi yanlış be gafiller!..”

Tablo, artık aşmaya başladığımız dindar-laik kutuplaşmasının yeniden ortaya çıkmasıdır. Oysa bu kutuplaşma hem iki tarafın da kapsamlı ve analitik düşünmelerini frenlemiş, siyasetin değerler çatışmasını aşarak rasyonelleşmesini geciktirmiştir.

Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı sıfatıyla yaptığı “Türk Kürt Arap ittifakı” vurgulu konuşma, Arap dünyasında nasıl algılanır?…

2013-2020 arasında, Erdoğan’ın Suriye ve Mısır politikalarında kullandığı dil,

“Neo Osmanlı” gibi algılanmıştı. BAE Dışişleri Bakanı Bin Zayed’in, Medine’nin şanlı müdafii Fahrettin Paşa’yı “hırsız” diye suçlaması, Arap zihinlerindeki milliyetçiliğin Osmanlı’ya tepkisinin bir dışa vurumuydu. (19 Aralık 2017)

Böyle çok örnek vardır.

Dünya çapında saygın tarihçi Şükrü Hanioğlu, Türkiye’nin “Neo Osmanlı” imajından uzak durması gerektiğini defalarca yazdı.

PKK’nın silah bırakmasını anlatırken Erdoğan’ın “Türk Kürt Arap ittifakı” vurgusu yapmasını “Neo Osmanlı” diye niteleyen yazılar çıktı. İktidarın taraftarlarında bile “Türkiye imparatorluğu” gibi algılamalara yol açtı…

Cumhurbaşkanı’nın bundan sakınması gerekirdi.”

BOP’un küçük kardeşi KOP-Hayri Kozanoğlu (BirGün)

“Öncelikle, silahların susacağının, barışın geleceğinin ilan edilmesi elbette sevindirici. 40 yılı aşkın bir süredir her an gelebilecek acı haberlerin travmasını yaşamış bir toplum için varılan nokta haliyle küçümsenemez.

Erdoğan’ın PKK’nın sembolik silah bırakma töreni sonrası Kızılcahamam’daki AKP kampının kapanışındaki konuşmasında; “Biz üç parti olarak bu süreci sonuna kadar selametle götürmekte kararlıyız” cümlesinin iç ve dış politikalardaki dengelere yansıması kaçınılmaz olacaktır. Nitekim Erdoğan’ın “Yeni sürecin tüm siyasi partilere önemli mesuliyetler yüklediği” şeklindeki, özellikle DEM Parti ve CHP’ye yönelik açıklaması da bu kanıyı doğruluyor.

AKP-MHP’nin bel kemiğini oluşturduğu Cumhur İttifakı’nın artık ülkeyi yönetemediği, ortalama yurttaşın özlemlerini karşılayamadığı, giderek halk desteğini yitirdiği apaçık ortada. Onun için de 19 Mart’ta ivme kazanan bir biçimde toplum üzerinde zor ve baskı mekanizmalarını kullanıyor, ülkeyi tam bir hukuksuzluk ve adaletsizliğe sürüklüyorlar. Görüntüde Devlet Bahçeli’nin inisiyatifiyle başlayan yeni barış sürecinin de iktidarlarını korumaktan, Erdoğan’ın bir dönem daha Saray’da ikamet etmesini sağlamaktan öte, “halisane” bir amacı bulunduğunu düşünmek fazla iyimserlik olacaktır.

Hele, düne kadar Ahmet Özer, hâlâ Ekrem İmamoğlu, Resul Emrah Şahan gibi yerel yöneticiler; 2023 yerel seçimlerinde, CHP’li adayların DEM Parti seçmeninin oylarını almaya yönelik çabaları nedeniyle “İstanbul Uzlaşması veya Kent Uzlaşması” suçlamasıyla hapiste yatarken, sözde barış rüzgarlarının estirilmesinin toplumdaki inandırıcılığı haliyle iyice zayıflıyor.

Daha da evvel vurguladığımız gibi, Kürt sorununun barışçı çözümü ülkenin demokratikleşmesinin önemli ve ayrılmaz bir parçasıdır. Ancak mesnetsiz tutuklamalar devam eder, anti-demokratik uygulamalar yaygınlaşırken, tek bir alanda demokratikleşme yaşanacağına inanmak en yumuşak ifadeyle safdillik gibi görünüyor.

Öte yandan madem bu konu toplumun gündemine girdi, eşit yurttaşlık temelinde “Bir arada yaşam” anlayışımızı yaygınlaştırma fırsatını da küçümsememeliyiz. Her topluluğun kimliğini, kültürünü özgürce yaşaması; yerinden yönetimin yaygınlaşması; kendi geleceği ile ilgili kararları kendinin vermesi modelini ayrıntılandırabilmeli, yaygınlaştırabilmeliyiz. Demokratik bir toplumun olmazsa olmaz koşulları arasında laiklik ve eşitlikçiliğin de yeri bulunduğunu gösterebilmeliyiz.

Konuya bir “süreç ittifakı” olarak baktığını açıklayan DEM Parti’nin, açıkça söyleyelim işi kolay görünmüyor. Umudumuz Kürt dostlarımızın tarihsel mağduriyetlerini, aşırı tavizler vermek, iktidarın otoriterleşmesi yolundaki hamlelerini mazur göstermek için mazeret olarak sunmamaları. Başta CHP gelmek üzere toplumsal muhalefetin diğer bileşenlerine de; Kürt muhalefetini yalnızlaştırmamak, onları demokrasi blokundan koparmamak, gerektiğinde eleştirilerini dostça bir dil ve tonda dile getirmek için büyük sorumluluk düşüyor.”

Not: Başlıkları tıklayarak yazıların tamamına ulaşabilirsiniz.

***

Medya Günlüğü sosyal medya hesapları:

X

Bluesky

Facebook

Instagram

EtiketlendiMedya
Bu yazıyı paylaşın
Facebook Email Bağlantıyı Kopyala Print
Önceki Makale Kimlik gölgesinde siyaset
Sonraki Makale Pınar Kür hayatını kaybetti

Medya Günlüğü
bağımsız medya eleştiri ve fikir sitesi!

Medya Günlüğü, Türkiye'nin gündemini dakika dakika izleyen bir haber sitesinden çok medya eleştirisine ve fikir yazılarına öncelik veren bir sitedir.
Medya Günlüğü, bağımsızlığını göstermek amacıyla reklam almama kararını kuruluşundan bu yana ödünsüz uyguluyor.
FacebookBeğen
XTakip et
InstagramTakip et
BlueskyTakip et

Bunları da beğenebilirsiniz...

EditörGünlük

Schengen’de yeni sistem

Medya Günlüğü
13 Ekim 2025
GünlükManşet

Bugünkü köşe yazıları

Medya Günlüğü
13 Ekim 2025
GünlükManşet

Gökyüzünden İHA yağıyor

Medya Günlüğü
13 Ekim 2025
GünlükManşet

“Menemen enflasyonu”

Medya Günlüğü
13 Ekim 2025
Medya Günlüğü
Facebook X-twitter Instagram Cloud

Hakkımızda

Medya Günlüğü: Medya eleştirisine odaklanan, özel habere ve söyleşilere önem veren, medyanın ve gazetecilerin sorunlarını ve geleceğini tartışmak isteyenlere kapısı açık, kâr amacı taşımayan bir site.

Kategoriler
  • MG Özel
  • Günlük
  • Köşe Yazıları
  • Serbest Kürsü
  • Beyaz Önlük
Gerekli Linkler
  • İletişim
  • Hakkımızda
  • Telif Hakkı
  • Gizlilik Sözleşmesi

© 2025 Medya Günlüğü.
Her Hakkı Saklıdır.
Webmaster : Turan Mustak

Welcome Back!

Sign in to your account

Username or Email Address
Password

Lost your password?