Katilleri yakalama “samimiyeti”-Gökçer Tahincioğlu (T24)
“Kaç süslü lafla, 12 yaşında bir çocuğun öldürülmesinin üzeri kapanır?
Türkiye, bir ezberler ülkesidir.
Hemen her felaketle ilgili sandıkta bekletilen, hazır tutulan, nesilden nesle aktarılan cümleler vardır.
“İşkence yoktur, münferittir”, “Merdivenden düşmüştür”, “Güvenlik güçlerimize saldırdığı anda etkisiz hale getirilmiştir”, “İhtiyacınız olduğu anda ararsınız tabii.”
Bunlarla sınırlı değil elbette.
“Hukuk devleti”, “hesap soracağız”, “demokrasi”, “millet”… uzayıp gidiyor kavramlar.
Sırtınızı şöyle iyice ezberlere dayayıp bir de hamaset yapmayı öğrenirseniz, bu memlekette hayat sizin için çok kolaylaşır. Ne yaparsanız yapın suçlu ilan edilmediğiniz gibi bir de adalet peşinde koşanları hainlikle, teröristlikle itham edebilirsiniz kolayca.
Şimdi de ortalık alışılmış kavramlarla dolu.
Barışın peşinde samimiyetle koşan, barışı samimiyetle isteyen insanların bedel ödeye ödeye verdikleri çabayı bütünüyle gölgede bırakacak “kahramanlar” hemen ortalığa saçıldı.
O bedeli ödeyenleri bile kolaylıkla samimiyetsizlikle itham edebilen, ayağına taş değmemiş, kirpiği yere düşmemiş narinlikte bir grup insan, “samimiyeti kanıtlayın” diye diye ortalıkta dolanıyor.
Ama samimiyet testinin bin bir yolu var.
Katilleri yakalamak, korumamak bunlardan biri…”
“Yaparsa Bahçeli yapar”-Ahmet Taşgetiren (Karar)
“Bir ara Ak Parti’nin sloganı idi bu: “Yaparsa Ak Parti yapar” gibi. Sorunlar vardı, toplumun Ak Parti’ye yönelik heyecanı düşmüştü, muhalefet sorunları çatır çatır dile getiriyor ve “ümit olma”ya çalışıyordu. İşte orada “Başkasına yönelmeyin, yaparsa yine Ak parti yapar” gibi bir slogan üretildi ve bir miktar karşılık da buldu.
Bugün öyle bir sloganın karşılık bulması zor gibi geliyor bana. Hele hukuk – adalet alanında…
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın grup konuşması “hukuk reformu” beklentisi içinde olanlar için ümit kırıcı idi. “Otokrat” vs gibi sıfatlar rahat kullanılıyordu.
O konuşmada Cumhurbaşkanı hüviyeti ile İmamoğlu etrafında yürüyen soruşturma için sarsıcı ön yargıları seslendirmişti. Şöyle diyordu:
“İstanbul’da yürüyen soruşturma bu çarpık tablonun en bariz ve belki de Cumhuriyet tarihinin eşi benzeri görülmemiş bir suç örgütü örneğidir. Öyle ki, yapılan işlerin yolsuzluk ve haraç boyutuyla ilişkili organize suç vasfını aşarak ülke güvenliğini tehdit edecek boyutlara ulaştığı anlaşılıyor. Çünkü bu karanlık organizasyon İstanbul’la sınırlı kalmamış, ülkedeki pek çok belediyeyi, kurumu, kişiyi içine alan, kolları çok farklı yerlere uzanan, hatta uluslararası ayağı da olan bir ahtapota dönüşmüştür. Önceleri sadece kimi siyasi partileri ve siyasetçileri kapsadığı düşünülen çarpık ilişkiler ağının bürokrasiden iş dünyasına ve medyaya, kimi cemaatlerden istihbarat kuruluşlarına kadar uzandığı ortaya çıkıyor.”
Bir çıkmaz sokakta yeniden iktidar arayışı-Orhan Bursalı (Cumhuriyet)
“Salı günkü yazımı “Bir şeyler kotarılıyor. O şeyin adı, alelacele hazırlanacak bir anayasayı Meclis’te 400 oy ile seçimden önce yasalaştırmak. İçinde iktidarlarının sürekliliğini de öngören. Çünkü başka hiçbir çıkış yolları yok” cümlesiyle bitirmiştim.
Ellerinde emaneten duran iktidara nasıl yeniden sahip olacaklar? Herhalde herkesin merak ettiği soru bu. Emaneten diyorum çünkü yarın seçim yapılsa muhalefet hem cumhurbaşkanlığını hem de Meclis’te çoğunluğu alacak durumda.
İktidar böyle bir olasılığı ölüm gibi görüyor. Bu çıkmazdan kurtulmak için iki yol belirledi.
Birincisi İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne, cumhurbaşkanlığına en büyük rakip Ekrem İmamoğlu ve arkadaşlarına yönelen çok yönlü operasyon.
İkincisi ise İmralı’nın zamanlaması mükemmel çağrısına verdikleri yanıtla, Terörsüz Türkiye başlığı altında barış sürecine evet demeleri. Şimdi bu kotarılıyor. PKK’nin kendini feshetme kararıyla açıkladığı bildiriye sokulan “soykırım”, “Lozan” gibi olgular, aslında kozların kimin elinde olduğunu resmen gösteriyor. PKK bu nedenle yüksekten konuşuyor. Silahları bırakma ve örgütü feshetme kararlarının tamamen kendi inisiyatiflerinde olduğu bir sürecin bilincindeler.
Bir sürü tepki var bu ifadelere fakat iktidarın iki muhatabından ise ne soykırım suçlamasına ne de Lozan’ı örgütün reddetmesi karşısında, en hafifinden, “Böyle kavramlarla konuşursanız barışı tehlikeye sokarsınız” biçiminde bir “serzenişleri” bile olamamış.”
Ben bunu mecburiyetlerine veriyorum.”
Türkiye’de milyoner olmak-Öner Günçavdı (Dünya)
“Zaman zaman Türk sağı kalkınmayı ülkedeki zengin sayısında artış gibi maddi birtakım göstergelere indirgemeye çalışmıştır. Bunun doğal bir sonucu olarak da kendi iktidarları döneminde zenginleşenlerin sayısı üzerinden ekonomik bir başarı ölçütü geliştirmişlerdir.
Bu kalkınmayı son derecede maddeci ve para ile ölçmeye çalışan, sığ bir yaklaşımdır.
Elbette kalkınmanın parasal imkânların artışı ile ve zenginleşmeyle ilgisi var. Ama bunlardan çok daha önemlisi toplumun sahip olduğu imkânlardaki artışlarla olan ilişkisidir. Hukuka, özgürlüklere, eğitime, sağlığa, istihdama ve gıdaya erişilebilirlik ve bunun sağlayacak örgütsel yapının oluşturulması da geniş tanımlı kalkınma tanımı içinde yer alır.
Bundan yaklaşık yetmiş yıl önceleri, bugünkü iktidarın yaptıklarından da pek faklı olmayan uygulamalar yapmış olan Demokrat Parti (DP) döneminde, Menderes’in halk ağızıyla kalkınmayı “mahallelerdeki milyoner” sayısına indirgemesi Türk sağının kalkınmaya yönelik bu yaklaşımının güzel bir örneğidir.
Menderes o yıllarda “her mahallede bir milyoner yaratmak istediğini” söyleyerek seçim meydanlarında kamuoyuna seslenmiştir.
Dikkat edilirse kimsenin derdi “bölüşüm” de adalet olmamış.
İddia edilen milyonluk zenginlikler TL cinsinden; yani dolar değil. Zaten o günlerin kurumsal yapısı içinde dolar cinsinden zenginliği telaffuz edebilmek de pek mümkün değildi.”
***
Medya Günlüğü sosyal medya hesapları: