Hedeftekiler-Altan Öymen (Cumhuriyet)
“Önce subaylar hedefteydi. Görevdekileri, emeklileri dahil, albayları, generalleriyle bir kısmı hakkında soruşturmalar başlatıldı. Gözaltına alınmalar, tutuklamalar uygulandı. İddianameler hazırlandı. Açılan davaların duruşmaları başladı.
Tutuklananların hapishanesi de davalarının görüldüğü yer de Silivri tesisleriydi. Tesislerin etrafında duvarlarla çevrili araziye giriş kapısının üzerindeki yazı şöyleydi:
“TC Adalet Bakanlığı Silivri Ceza infaz Kurumları Kampüsü”
(Not: Aslında bu ifade gerçeği yansıtmıyordu. Çünkü oraya getirilen zanlı veya sanıkların pek çoğu hakkında mahkemelerce verilmiş ve kesinleşmiş bir “ceza” kararı yoktu. Yatanların büyük kısmının orada tutulması, bir “cezanın infazı” olamazdı. Orada bulunması, bir “cezasız infaz” işlemi diye adlandırılabilirdi. Eğer hapishane ilgilileri, anayasaya ve yasalara aykırı olan o durumu bir de levhayla ilan etmek istemiyorlarsa, oraya, içeride tutulan zanlı veya sanıkların durumlarını da kapsayacak bir deyim oluşturmalıydılar.)”
Şekerli dönem-Melih Aşık (Milliyet)
“Şeker sektöründe işçiler mutsuzmuş…
Peki bu sektörde işçilerin mutlu olduğu bir dönem var mıdır? Vardır…
Rahmetli Prof. İlhan Başgöz (1921 – 2021) Turhal Şeker Fabrikası’nda 1940 yılında iki ay staj yapar. Başgöz gözlemlerini “Gemerek Nire Bloomington Nire” adlı kitabında anlatır:
“Turhal’da, başka adaylarla beraber iki ay şeker fabrikasının lojmanlarında kaldık; ahır temizledik, inek sağdık ve bir güzel beslendik. Kahvaltıda tereyağı, süt, reçel, zeytin, peynir… Bunlar benim soframı tek tek ziyaret eden yiyeceklerdi. Her hafta fabrika sinemasında bir film, bedava. Bu şeker fabrikasını görene kadar devlet fabrikalarının ne olduğunu bilmezdim. Fabrikanın bütün işçileri, sıcak sulu, merkezden ısıtmalı evlerde yaşıyorlardı. Fabrikanın büyük bir çiftliği vardı. Çalışanlara süt, yoğurt, tereyağı, sebze ve meyve çok ucuza bu çiftlikten geliyordu. Bir spor kulübü, bir sinema salonu, bir de sağlık kliniği vardı. O klinikte Dr. Ceyhun Atıf Kansu doktor olarak çalışıyordu. Aklımda yanlış kalmamışsa bir de işçiler için ilkokulu vardı. Bütün bunlardan başka, fabrika işçilerine bir paso verilirdi. Bununla senede 20 gün devlet demir yollarında bedava seyahat edebiliyorlardı. Bu, devletin sosyal politikasıydı. Onun için şeker herhalde biraz pahalıya mal oluyordu…”
İmamoğlu’nu kim kullanıp harcadı-Hüseyin Likoğlu (Sabah)
“İstanbul’da yüzyılın soygunu diyeceğimiz bir yolsuzluk soruşturması yürüyor. Liderliğini eski İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun yaptığı bir şebekenin yarım trilyonu aşkın bir yolsuzluğa imza attığı belirtiliyor. Belediyeler çok kritik yerlerdir. Yolsuzluğa bulaşma riski yüksek yönetim yerleridir. Onun için belediyeler hakkında şu ifade meşhurdur: “Belediyeler bir para basamaz, bir de adam asamaz. Onun dışında her şey yaparlar.”
Bu yüzden yerel yöneticilerle ilgili soruşturmalar hiç eksik olmaz. Belediyelerle ilgili iddialar her zaman kamuoyunda tartışma konusu olur. Nihayetinde siyasetin yerel kısmı belediyeler üzerinden yürür. Soruşturmalar zaman zaman iddianameye dönüşür, mahkûmiyet veya beraatla neticelenir. Zaman zaman da kovuşturmaya gerek kalmadan savcılık aşamasında son bulur.
İstanbul’da daha önce hiç duymadığımız, örneği olmayan bir durumla karşı karşıyayız. Belediyenin imkanları, sadece haksız kazanç uğruna kullanılmadı. Bu imkanlarla koskoca CHP satın alındı. Siyaset dizayn edildi!..”
Yedi gazeteci arkadaşımızın başına gelenler yeni bir eşik!Candan Yıldız (T24)
“Temel hak ve özgürlüklerin tırpanlanması konusunda iktidarın sürekli olarak el yükselttiğini biliyoruz.
Özellikle de yargı eliyle…
Güvenlik politikalarıyla…
Bu kadar da olmaz dediğimiz her şey oldu. Olabilmesinin nedeni de iktidarın bunu yapabilmesi…
Hatırlatalım…
Emniyet Genel Müdürlüğü 2021’de bir genelge yayımlamış ve polisten kamusal alanda görevlerini yaparken ses ve görüntü kaydı alanların engellenmesini istemişti.
Son yıllarda toplumsal olaylarda, eylemlerde görüntü çekmesi zaten engellenen gazetecilere bir engel daha getirilmişti.
Gazetecinin görevi ses ve görüntüdür… Belgelemektir. Ama ‘olamaz’ denilen şey olmuştu. Sonrasında Danıştay genelgeyi iptal etmişti.
Şimdi de Şaraçhane eylemlerini takip eden gazetecilerin gazetecilik yaptıklarını ‘tespit edemeyen’ bir yargı var.
‘Olmaz’ denilen şey bir kez daha oldu. Haber için alanda olan gazetecilere adeta kumpas kuruldu ve gazetecilerin belden yukarı fotoğrafları dosyaya konuldu.
Gazetecilerin ekipmanlarıyla fotoğrafları çekilmedi.
Gazetecilerin bülten bağlantılarındaki cümleleri propaganda olarak yorumlandı.
İstanbul polisinin sürekli olarak sahada gördüğü gazeteciler Bülent Kılıç, Kurtuluş Arı, Yasin Akgül, Zeynep Kuray, Gökhan Kam, Ali Onur Tosun ve Hayri Tunç bu muameleye maruz kalan gazeteciler.”
Çalınan Dikkat-Soner Yalçın (Nefes)
“Biz yetişkinlerin, eylem yapan lise öğrencilerinden çıkaracak dersi yok mu?
Dikkat becerisinin gitgide azalması sadece çocukların kişisel hatası mı? Ya biz? Yetişkinlerde ekran bağımlılığı sorunu yok mu? Sosyal medyada ne kadar zaman geçiriyorsunuz?
Ortada sistematik problem var.
Mesela: Sosyal medya, dikkat aralığını kırmak için tasarlanıp, “özgürlük” masalıyla yaygınlaştırılmış olabilir mi?
Özellikle de eve kapanılmayı zorunlu kılan pandemiyle “ekran virüsü” bağımlılık haline getirildi! Yine göremediğimiz, anlamadığımız ve anlamamıza izin verilmeyen bir virüsle karşı karşıya bırakıldık: Ekranlara gömülmemiz sağlandı.
Zihinlerimiz ile bizi kendine esir/köle yapan “gözetim kapitalizmi” deniyor buna; her anımız-adımımız kontrol altında!
Keza:
Her türlü kolektif mücadelenin önüne set çekiyor bu bireyci sistem, demokrasiyi yozlaştırıyor. Sorunlara çözüm arayan, bulan ve siyasi sorumlulardan hesap soran anayasal hak eylemliliğini suç kapsamına sokuyor.”
***
Medya Günlüğü sosyal medya hesapları: