Dolmabahçe sendromu-Mehmet Ali Güller (Cumhuriyet)
“Bahçeli’nin “Yeter ki terör bitsin, varsın sonumuz darağacı olsun” sözleri size de tuhaf gelmedi mi? Hani Bahçeli “Yeter ki terör bitsin, Nobel Barış Ödülü almasam da olur” dese, bunda bir mantık var. Zira 50 yıllık terör sorununu çözebilmek, evet, Türkiye’nin ve dünyanın en değerli barış ödüllerine layıktır.
Peki akla neden barış ödülü değil de darağacı geliyor? Terörü bitirmenin, barışı getirmenin sonucunun neden darağacı olabileceği düşünülüyor? Salt muhalefetin tepkisi nedeniyle mi?
Bahçeli’nin sözlerini işitince, “Bu acaba bir Dolmabahçe sendromu mu” diye düşündüm kendi kendime. (Üstelik Erdoğan’ın Bahçeli’nin üç adım gerisinden yürüdüğü düşünülürse.)
Anımsayın, AKP ve DEM (HDP) yöneticileri, bir önceki açılımda “Dolmabahçe mutabakatı” imzalamış ve gururla kameralara poz vermişlerdi. Sonra ne oldu? Erdoğan “Dolmabahçe’deki o kare yanlış bir kareydi” dedi, “Dolmabahçe’yi yanlış buldum” dedi ve açılımı kapattı. Sonrasında hendek savaşı geldi. 793 güvenlik görevlisi şehit oldu, TİHV raporuna göre 310 sivil ile sayısı net bilinmeyen PKK’li öldü.
Dolmabahçe’den hendek savaşına dönüşümün esas nedeni neydi? PKK’nin Suriye’nin kuzeydoğusunda egemen olmaya başlamasıydı. Peki bugünkü açılımda ne konuşuluyor? PKK/ SDG devlete ve orduya nasıl entegre olacak, blok halinde mi, tek tek mi? Bu fiilen PKK’nin Suriye’nin kuzeydoğusundaki yapısına nasıl pozisyon alacağını belirleyecek.
Sizce de bugün yeniden açılım yapan aynı aktörlerin, Dolmabahçe ve hendek savaşı konularında, önce topluma bir özür ve özeleştiri borçları yok mu?”
Yüzde 40+1 yine pişiriliyor-Can Ataklı (Nefes)
“Artık AKP’liler dahil herkes farkında, yapılacak ilk seçimlerde Erdoğan’ın yüzde 50+1 alarak cumhurbaşkanı seçilmesi neredeyse olanaksız.
Bütün anketler bunu gösteriyor.
Bu nedenle Erdoğan’ın önünde iki yol var.
BİRİNCİSİ: 2028’e kadar yerinde kalıp, bu süreçte devri sabık yaratılmasının önünü keserek kendi hayatına dönmek.
İKİNCİSİ: Yeniden seçilmenin ve daha uzun süre iktidarda kalmanın çaresini bulmak.
Erdoğan’ın bu açmazdan kurtuluş yollarından biri “demokratik sisteme dönmek” ama eğer AKP birinci parti olarak çıkamaz ve iktidarda tutunamazsa sonuç kendi açısından hoş olmayacak.
Böyle bir endişe olunca iki yıl önce gündeme gelen, sonra da unutulan “cumhurbaşkanı yüzde 40+1 oyla seçilsin” formülü gündeme gelmiş.
Tüm anketlerin ortalamasına bakınca Erdoğan’ın oyu yüzde 50+1 oranına çıkamıyor ama yüzde 40+1 mümkün.
Üstelik yapılacak bir anayasa değişikliği ile bu “yeni sistem” olarak kabul edileceği için tıpkı 2023’teki gibi Erdoğan hak kazanmış olacak.
Bu konuda DEM desteği sağlanırsa 400 oya ulaşmak da çok zor değil.
Apo’ya gidilmesi ve çözüm sürecinin arkasında durulması muhtemelen bu nedenle.
Çözüm mü?
O da DEM’in bu konuda vereceği destek ve Erdoğan’ın yeniden seçilmesinden sonra elbette.”
“Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin, eski HDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş hakkında verdiği kararın üzerinden 24 gün geçti.
Aslında bu kararın beklenmesi bile başlı başına hukuksuzluktu.
AİHM, daha önce iki kez daha Demirtaş’ın tutuklanmasının ve hakkındaki dosyanın “siyasi amaçlı” olduğunu karar altına almıştı.
Ama hukukumuz gayet yaratıcı!
Önce Demirtaş ile ilgili mükerrer bir dosya hazırlanarak, Kobani davası açıldı ve sanki yeni bir dosya söz konusuymuş gibi, AİHM’ye, “Sizin karar yerine getirildi, bu başka bir dosya” denildi.
Ardından, AİHM kararlarının kesinleştikten sonra uygulanacağı gibi bir söylem inşa edildi.
Artık bahane de kalmadı.
Hızla Kobani davasının bitirilerek Demirtaş’ın hükümlü hale getirilmesi dışında yol yok.
Olağan koşullarda bu da çok mümkün değil.
Ancak olağan koşullar söz konusu değil.
Burası garip bir ülke… MHP lideri Devlet Bahçeli bile Demirtaş’ın tahliyesinin yararlı olacağını söylerken, birileri hâlâ “Demirtaş şu kadar kişinin katili, şiddet eylemlerinden sorumlu” diye televizyonlarda şov yapıyor.
Mahkeme bile o kadar arayıp tarayıp ölümlerle Demirtaş arasında bağ bulamamışken, Kobani davasındaki cezaları sadece konuşmaları nedeniyle vermişken ve açıkça “Ölümlerle ilgisi yok” kaydını düşmüşken, ezbere laflarla prim yapılabiliyor.
Olan başta Demirtaş’a, cezaevinde hukuksuz biçimde tutulan insanlara oluyor.
Şimdi bu listeye yenileri de eklendi.
Gazeteci Fatih Altaylı hakkındaki dava da hukuk tarihine geçecek nitelikte.
Altaylı’nın programındaki tek bir sözünden yola çıkılarak bir hukuk yolu geliştirildi ve birileri rahat nefes aldı.
Artık hukukumuzda sadece konuşarak, ima yoluyla Cumhurbaşkanı’nı tehdit gibi bir suç da var. Böyle bir suçun olması aslında mevcut yasalara göre olanaksız ancak Altaylı bu nedenle 4 yıl 2 ay hapis cezası aldı.
Daha önce tutuklamanın bir peşin cezalandırma yöntemi olarak kullanıldığını defalarca söyledik. Ancak artık yeni bir aşamaya geçildiği anlaşılıyor.
Tutuklamaların meşru sayılması, mahkemelerin de suçlamaları yerinde bulmasıyla mümkün gibi bir değerlendirme yapılmış anlaşılan.
Daha önce benzer dosyalarda beraat ve tahliye kararları veren mahkemeler de savcılıkların görüşünü paylaşıyor ve ceza veriyor.
Altaylı dosyası vahim örneklerden.
Demirtaş, Osman Kavala gibi isimler için geliştirilen hukuktan sonra şimdi de ceza yasası maddelerinin birleştirilip birlikte yorumlanmasıyla yeni bir ceza maddesi üzerinden işlem yapmak yolu açıldı.
Artık buradan dönüş de çok mümkün değil…”
Altaylı kararı gazetecilere tehdit, muhaliflere gözdağı-İsmail Saymaz (halktv.com.tr)
“Halk TV’de, yorumcusu olduğum ‘Para Siyaset’ programı dün biter bitmez arabama atlayıp Silivri’ye gittim.
Fatih Altaylı’nın karar duruşması vardı.
Bir buçuk saatlik yolculuğun ardından Marmara F Tipi Kapalı Cezaevi’ne ulaştım. Duruşma salonu, cezaevi kampüsü içindeki adliye binasının eksi ikinci katındaydı.
Ben gelmeden önce Altaylı ve avukatları savunmasını yapmış, savcılık esas hakkındaki mütalaasını açıklamış, mahkeme heyeti kararını görüşmek üzere ara vermişti.
Koridorda kararı bekleyen herkes Altaylı’nın tahliye edileceği görüşündeydi. Ben de yattığına mahsuben birkaç yıl hapis cezası verilerek, bırakılacağını düşünüyordum.
Yalnızca ben mi?
Birkaç hafta önceki cezaevi ziyaretimizde Altaylı’yı da iyimser ve ümitli görmüş, “Sık dişini abi nihayet bitiyor” diye vedalaşmıştık.
Derken…
Salonun kapısı açıldı.
İçeri girdik.
Fatih Altaylı’yı içeri getirdiler.
Selamlaştık, birbirimize gülümsedik.
Mahkeme heyeti geldi, karar için ayağa kalkmamızı istedi, biz de kalktık. Mahkeme Başkanı, Altaylı’ya Cumhurbaşkanına fiili saldırı suçundan dört yıl iki ay hapis cezası verildiğini açıkladıktan sonra, biz tahliye edildiğini söylemesini beklerken, “ceza süresi”, “ceza miktarı” ve “kaçma şüphesi” ifadelerini sıralayınca içimden “Eyvah!” dedim.
Başkan cümlesini “Hükmen tutuklanmasına” diye bitirdiğinde salon dondu kaldı.
Hayat birkaç saniyeliğine durdu sanki.
Kimse bu merhametsizliğe anlam veremedi.
Saniyeler sonra bağırışlar, hıçkırık sesleri ve yuhalamalar duyuldu.
Altaylı, çaresizce etrafına bakındı.
Salondan ayrılırken, elinde tuttuğu, savunmasını içeren notları havaya fırlattı. Kağıt yığını sanıklara ayrılan bölümdeki sandalyelere düştü ve saçıldı.
Altaylı, yaşayarak gördü ki savunma yapmanın bir hükmü yok.
Hukuk zaten yoktu, malum…
Artık merhamet de yok.”
APO anıtı yontuluyor-Ahmet Taşgetiren (Karar)
“Terörist başı – bebek katili” idi…
“Kurucu önder” oldu. İmza Devlet Bahçeli.
Şimdi sadece “kurucu önder” değil, “yarı Tanrı muamelesi gören ideolog”, “PKK’daki bütün farklı fikirlerin karşısında anlamsızlaştığı önderlik” oldu.
“Eeee?” diyorsunuz ister istemez. Bundan sonra?
“Bölgede yakın tarihin en büyük altüst oluşu yaşanırken….. Türkiye’de milyonlarca taraftarı bulunan bir örgütün olduğu malumken Öcalan’la diyalog kurulmasına karşı çıkanların vizyonsuzluğu ve küçük dünyası insanı ürpertecek türden”miş.
Öcalan’la diyalog kuruldu ve her şey sütliman oldu… Öyle mi?
Öcalan ile 1999 yılından beri diyalog halinde zaten devlet. Hani demişti yakalandıktan sonra “Türkiye’ye hizmet etmeye hazırım.”
1999’dan beri hizmet alınmadı mı Öcalan’dan?
Bütün iş, Meclis Komisyonu’nun Öcalan’ı dinlemesine mi kaldı?
Öcalan da, kendisini ziyaret eden üç milletvekilinin hatırına, Suriye’deki bütün stratejisini “Türkiye lehine” çevirecek.
Ziyaret edilmeseydi yanmıştı Türkiye… Mazlum Abdi almış başını gitmişti.
Washington’da Şara, Trump, Witkof, Barrack, Fidan, Rubio bir şey görüşmediler… İsrail devrede değil.
Öcalan bütün Suriye işini şipşak çözecek…
Yeter ki “örgüt nezdindeki tanrısal ideolog” hüviyeti Türkiye tarafından da onaylansın.
Milyonlarca destekçisi var ya örgütün, meselâ tam da Kürtlerden milyonlarca karşıtının da bulunmasını dikkate almayacaksın.
Evet, açık söylüyorum bir “APO anıtı yontuluyor.”
Not: Başlıklara tıklayarak yazıların tamamına ulaşabilirsiniz.
***
Medya Günlüğü sosyal medya hesapları:
