Tahran izlenimleri-Mehmet Ali Güller (Cumhuriyet)
“İran-Siyaset ve Uluslararası Çalışmalar Enstitüsü’nün (IPIS) düzenlediği “Saldırı Altında Uluslararası Hukuk” konferansı nedeniyle Yeni Dünya Araştırmaları Merkezi (YDAM) koordinatörü ve Cumhuriyet gazetesi yazarı olarak Tahran’dayım.
İlk kez geldiğim Tahran’da iki zorlukla karşılaştım: Birincisi sabahın 5’indeki trafik nedeniyle otele 1.5 saatte ulaşmam, ikincisi de otelde karşılaştığım pasaport kuralı!
Ülkeye girenlerin pasaportları, İran’daki kurallar gereği otelden ayrılana kadar otelde kalıyormuş! Haliyle itiraz ettim, gerekli bilgilerin fotokopisini çekip pasaportumu vermelerini istedim, gün içinde Tahran’da pasaportsuz gezmenin doğuracağı riskler olacağını iddia ettim. Küçük çaplı bir kriz yaşadık ve İran dışişleri bakanlığı görevlilerinin de yardımıyla sorunu çözdük, pasaportumu aldım.
Bunu şundan anlatıyorum: Daha sonra İranlı bir gazeteci, benzerinin Türkiye’de de uygulandığını söyledi. Bir süre önce gittiği Van’da, ayrılana kadar pasaportunun otelde tutulduğunu söyledi.
İyi komşuluğa yakışmıyor. İlk kimin başlattığı bir kenara bırakılarak Ankara ve Tahran’ın bu uygulamayı terk etmesinde yarar var.
Tahran sokaklarında ilk dikkatimi çeken başörtüsüz kadınların varlığıydı. İranlı kadınların başörtülerini, Türkiye’de türban kullananlardan farklı olarak saçını gösteren, başının yarısını dışarıda bırakan şekilde taktıklarını biliyordum. Ama artık dileyen tümden çıkarıyor.
İranlı gazetecilerle bu değişimi konuştum. Söylediklerini birleştirirsem bunun üç önemli nedeni olduğu anlaşılıyor.
İlki Mahsa Amini’nin ölümüyle kadınların başlattığı özgürlük mücadelesiydi. Evet, kadınlar mücadele ede ede, bedel ödeye ödeye bu kazanımı elde etmişti esas olarak.
İkincisi ise Mesud Pezeşkiyan’ın cumhurbaşkanlığıyla siyasal iklimin yumuşamasıydı. O iklim, “ahlak polisinin” elini tutmuş ve böylesi bir birimi gereksizleştirmiş, fiilen sahadan da çekmiş.
Bir üçüncü etken olarak da İsrail saldırısını gösterdiler! Bana ilginç geldi. Yorum şöyle: Halk kabaca rejim yanlıları ve reformistler diye ikiye bölünmüş olmasına rağmen, İsrail saldırısında İran halkının tek yumruk olması, Netanyahu’nun “kalkışma çağrılarına” birlik yanıtı verilmesi, rejimin “özgürlüklere” bakışında bir ölçüde yumuşama sağlamış. ABD ve İsrail tehdidi altında, rejim nezdinde özgürlükçülerin talepleri tehdit olmaktan çıkmış.”
Kurultay CHP’yi o dar koridordan çıkaracak mı?-Deniz Zeyrek (Nefes)
“ATATÜRK’ün “en büyük eserim” dediği CHP, zorlu bir yılı geride bırakıyor.
CHP, Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer’in 30 Ekim 2024 günü tutuklanmasından bu yana, yargı üzerinden ciddi bir iktidar baskısıyla karşı karşıya kalmıştı.
Özer, bir yılı cezaevinde geçirdikten sonra tahliye edildi ama halihazırda Ekrem İmamoğlu, Zeydan Karalar, Muhittin Böcek gibi büyükşehir belediye başkanlarının yanı sıra Beşiktaş, Beykoz, Şişli, Beylikdüzü, Büyükçekmece, Gaziosmanpaşa, Avcılar, Ceyhan, Seyhan ilçe belediye başkanları ve çok sayıda meclis üyesi, belediye bürokratı cezaevinde tutuluyor.
Yargının CHP’li belediyelere yönelik kıskacı, iktidarın CHP’ye baskısı geçmiş dönemlerde HDP’ye yönelik uygulamalardan pek de farklı değil.
Gerek Beşiktaş gerekse İBB iddianamelerindeki bazı içerikler, yargının bu uygulamalarının siyasi temellerinin de olduğunu ortaya koydu.
Özellikle İBB iddianamesindeki “CHP’ye kapatma davası” talebi, bu operasyonların CHP’nin tüzel kişiliğini hedef aldığının da kanıtı gibiydi.
CHP’nin tüzel kişiliğine yönelik yargı kıskacı bununla da sınırlı değildi. İstanbul’daki kayyum ataması ve Ankara’daki butlan davası CHP’nin yönetimlerinin mahkeme kararıyla belirlenmesi girişimleriydi.
İstanbul’da YSK yeni seçilen CHP İstanbul İl Başkanı’na mazbatasını verdiği halde mahkeme hâlâ atadığı kayyumu CHP binasında tutmakta direniyor.
İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin Anayasa Mahkemesi’nin kararını tanımaması neyse, İstanbul 45. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin ve İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi’nin YSK’nın kararını tanımaması aynı anlama geliyor.
Devletin anayasal kurumlarının Anayasa’ya göre uygulanması zorunlu olan kararları bizzat yerel mahkemeler tarafından uygulanmıyor. (Bu anayasal bir suç olsa gerek).
CHP lideri Özgür Özel, partisine yönelik bu baskıları kendisinden beklenin ötesinde bir kapasiteyle karşıladı.
Altmıştan fazla miting yaptı. Belediye başkanlarının (Manavgat hariç) tamamına ayırt etmeksizin sahip çıktı.
Parti tabanını bu davaların hukuki değil siyasi olduğuna ikna etti.
Özel’in mitingleri, Silivri ziyaretleri ve TBMM’deki grup konuşmaları, sadece CHP’nin değil, toplumun önemli bir kesiminin bu davaların siyasi davalar olduğuna inanmasına katkıda bulundu.
Özel’in baskılara rağmen dik duruşu ve iktidara karşı koyma cesareti hem tabanını büyüttü hem merkezdeki muhalefet seçmeninin CHP’de toplanmasını sağladı. Bu sayede uzun zamandır anketlerde CHP hep birinci parti.”
“Necati Özkan, ikisi de İBB soruşturması kapsamında tutuklanana kadar Ekrem İmamoğlu’nun iletişimini ve kampanyalarını yürüten ekibin en kritik ismiydi diyebiliriz. İmamoğlu ile 19 Mart’ta gözaltına alındı, dört gün sonra, 23 Mart’ta tutuklandı. 13 Nisan’da ise ailesine de avukatlarına da haber verilmeden Silivri’den Kandıra F Tipi Cezaevi’ne sevk edildi. Muhtemeldir ki ayrı hücrelerde olsa dahi İmamoğlu ile aynı çatı altında olması tercih edilmedi. Toplamda 105 kişinin tutuklandığı soruşturmadan tutuklanmış olması sürecin mimarisini takip edenler açısından çok da şaşırtıcı değildi ama asıl şok birkaç hafta önce geldi. Zaten cezaevinde olan Özkan, bir kez daha İmamoğlu ile birlikte tutuklandı, bu kez de ‘casusluk’ suçlamasıyla.
Gazeteci Merdan Yanardağ ve o güne kadar kamuoyunun ismini dahi duymadığı Hüseyin Gün isimli kişiyle birlikte Özkan’ın uçtan uca şifreli gizli mesajlaşma uygulamaları ile yurt dışında bulunan kişilere bilgi aktardığı ileri sürülüyordu. Ve tüm bunları ‘örgüt lideri’ Ekrem İmamoğlu’nun bilgisi dahilinde ya da talimatıyla yapmıştı. İddia buydu. Bu yeni soruşturmanın da bir tür ‘işaret fişeği’ olduğunu düşünenler yanılmadı. Nitekim 12 Kasım’da aylar süren bekleyişin ardından nihayet açıklanan İBB iddianamesinde Necati Özkan, İstanbul Başsavcılığı tarafından ‘Ekrem İmamoğlu Suç Örgütü’ olarak sunulan yapıda ‘örgüt yöneticisi’ olarak tanımlanan Hüseyin Gün’e bağlı çalışıyor gibi gösterilmişti. Zaten Özkan’a göre sadece bu bile iddianamenin tümünü berhava edecek ölçüde bir “tutarsızlık.”
40 yıldır sayamayacağımız kadar çok ulusal ve uluslararası markanın kampanyasının yanında Türkiye, Kazakistan, Kırgızistan, KKTC, Gürcistan ve Macaristan’da seçim kampanyaları yürütmüş bir iletişimci olan Necati Özkan’ın tanıdığı çok gazeteci var doğaldır ki. Ben onlardan biri değilim. Hatta bir kez telefonlaştığım ya da görüşmüşlüğüm dahi yoktur. Bu söyleşiyi casusluk soruşturması açıldıktan sonra mesleki bir merakla talep edince, eşi Pelin Özkan ve avukatları soruları kendisine ulaştırmamı sağladı. Kendisi el yazısıyla günlerce düşünerek yanıtları yazıp bitirmişti ki İBB iddianamesi gündeme düştü. Verdiği yanıtların bende uyandırdığı yeni sorular ve iddianameye ilişkin ayrıntılar üzerinden ikinci bir tur soru-cevap daha yaptık.
Verdiği yanıtların hukuki açıdan ne anlama geleceğini elbette ancak mahkeme sürecinde anlayabileceğiz. Ancak hukuki argümanlarından arındırdığımızda dahi her satırı bana kalırsa Necati Özkan’ın ne kadar sağlam bir iletişimci olduğunu hatırlatan bir üsluba sahip. Yeni deliller çıkar çıkmaz, var olduğu iddia edilenler çürütülür çürütülmez…Onu bilemiyoruz. Şu aşamada kendi adıma söyleyebileceğim tek şey şu; gazetecilik hayatım boyunca Hüseyin Gün’ün iddia ettiği “seçim kazandırma” önerilerini ciddiye alıp kampanyanın merkezine oturtacak tek bir iyi iletişimci tanımadım. Dahası, reklam- pazarlama dünyası açısından standart şeyleri “acayip bir teknoloji” gibi satmaya çalışarak hayli de komik duruma düşmüş.
Necati Özkan, İBB iddianamesini 19 Mart 2019’daki İstanbul seçimlerinin iptaline benzetiyor. Özkan’ın bu son süreçteki düğümlerin de demokratik siyasetle çözüleceğine inancını paylaşabilecek gelişmeler görmek umuduyla…”
Kendi yaptığınla muhalefeti suçlama yeteneği-İbrahim Kahveci (Karar)
“Yazmıştım ama tekrar ediyorum: Bir AK Partili ile pardon veya Reisci ile tartışıyordum. Bana ne diyorsa aynı hitabı alıp “sensin …” deyip tam olarak geri söylüyordum. Kendime ait tek bir cümle dahi kurmadan sadece ve sadece onun söylediklerini ona iade ediyordum: Sonra dayanamayıp bana döndü ve “sen ne kadar terbiyesiz, ahlaksız adamsın” demişti.
Bir başka örnek:
2023 seçimlerine giderken 2021 yılından itibaren “muhalifseniz teröristsiniz” suçlaması ile mücadelemiz başlamıştı. Köyümde olsun şehirde olsun tüm “İktidar İttifakçıları” siz terörist veya en azından terörist destekçisiniz” diye suçluyorlardı: ‘6’lı masanın altında HDP varmış ve muhalefet gelirse Selahattin Demirtaş’ı çıkartıp HDP ile görüşülecekmiş.’ Formülleri çok basitti: HDP=PKK; CHP+HDP= PKK ve SP, DEVA, Gelecek ve İYİ P +CHP+HDP= PKK…Ülkenin yarısını terörist ve terör destekçisi ilan eden bir iktidar gücü ile kitlesi vardı.
Örnekleri çoğaltacak o kadar çok şey var ki…
Şimdiye gelelim.
“CHP düşman çünkü İmamoğlu yüzyılın hırsızlığını yaptı” diyorlar. Kısaca PKK dost olurken CHP milli düşman ilan edildi. Sanırsınız ki 2023 seçimlerinde oyları alırken tam tersini başkaları söylemişti. (Bu nedenle iktidar meşruiyetini kaybetti diyorum)
Önce yakın çevremden bir davranışsal durum tespiti yapayım: Konu iktidarın ihalelerine gelince 1,5 milyar dolarlık köprüye verilen 15 milyar dolarlık Hazine garantisi bile normalleşebiliyor. Ve birden bu yatırım soygun yerine “ülkeye hizmet aşkı” olarak içselleştirilip kabulleniliyor.
Muhalefetin asır öncesi gaz kaçırmasını bile hatırlayan zihinler, iktidarın pisletmesini “bahar kokusu” diye sunabiliyor.
Ortada müthiş bir ilkesel duruşları var!”
“lk dokuz ayda doğrudan yatırım, portföy yatırımı, mevduat ve kredi olarak yabancılardan Türkiye’ye toplam 41,7 milyar dolar sermaye girişi, Türklerden de dışarıya 25,8 milyar dolarlık çıkış yaşandı; net sermaye girişi 15,9 milyar dolar.
Türkiye’ye doğrudan yatırım ve portföy yatırımı yapan, Türkiye’de mevduat hesabı açan ve Türk kamu ve özel sektörüne kredi kullandıran yabancılar yılın ilk dokuz ayında bu alanlardan elde ettiği toplam 21,7 milyar liralık kârı yurt dışına transfer etti.
Merkez Bankası’nın ödemeler dengesi veri setine göre ocak-eylül döneminde söz konusu alanlarda Türkiye’ye toplam 41 milyar 651 milyon dolar yabancı sermaye girişi yaşanırken, Türk girişimciler de 25 milyar 755 milyon dolarlık bir sermayeyi yatırım için yurt dışına çıkardı. Böylece dokuz aylık dönemde Türkiye’ye toplam net sermaye girişi 15 milyar 896 milyon dolar oldu. Geçen yıl aynı dönemde net bazda Türkiye’den 6 milyar 426 milyarlık bir çıkış yaşanmıştı. Buna göre sermaye hareketleri geçen yıla göre daha pozitif seyretti.
Ödemeler dengesi tablosunda yer alan “birincil gelir dengesi” verilerine göre ise bu yıl ilk dokuz ayda yabancılar, ücret ödemeleri, doğrudan yatırımlardan elde edilen karlar, portföy yatırımı kazançları, mevduat ve kredilerden elde ettikleri faiz geliri olmak üzere toplam 21 milyar 705 milyon dolarlık bir getiriyi yurt dışına transfer etti. Türk sermayesinin aynı tür yatırım alanlarından elde ederek yurda aktardığı tutar ise 8 milyar 295 milyon dolar oldu. Yabancıların yurt dışına kâr transferi yüzde 17,6, Türklerin yurt dışından Türkiye’ye transferleri yüzde 21,9 arttı.
Ocak-eylül döneminde Türkiye’ye yabancı sermaye girişinin 21 milyar 192 milyon dolarla en büyük bölümü, ödemeler dengesinde “diğer yatırımlar” başlığı altında yer alan, dış krediler ile yabancıların Türk bankalarındaki efektif ve mevduatlarındaki toplam yükümlülük oluşumundan kaynaklandı. Bunun da 19 milyar 407 milyon doları yeni kredilerden geldi. Aynı dönemde Türk sermayesinin aynı tür yatırımları ise 9 milyar 270 milyon dolar oldu ve bu alanda net sermaye girişi 11 milyar 922 milyon dolar olarak gerçekleşti.”
Not: Başlıklara tıklayarak yazıların tamamına ulaşabilirsiniz.
***
Medya Günlüğü sosyal medya hesapları:
