Özlem Çerçioğlu ve itirafçının ifadesi-Murat Ağırel (Cumhuriyet)
“Aziz İhsan Aktaş ve Baki Nugay…
Bu iki ismin verdiği ifadeler neticesinde seçilmiş belediye başkanları ve bürokratlar tutuklandı. Operasyon üstüne operasyon yapıldı.
İki isim de itirafçı.
Kendi iddialarına göre bu iki isim, belediyelerden ihale almış; aldıkları ihale bedelini tahsil edebilmek için de belediye başkanlarına, bürokratlara rüşvetler vermiş, araçlar tahsis etmiş, ihaleleri organize etmiş.
En ince ayrıntısına kadar araştırılsın ve bu suça bulaşan kim varsa yargılansın. Bunun aksini kimse iddia etmez. Ancak bu olay öç alma için bir kaldıraç gibi kullanılırsa bunun adı yargılama olmaz, siyasi yargılama olur.
Baki Nugay…
Beşiktaş iddianamesinde de adı sıklıkla geçiyor.
İddianamede yer alan 16 Haziran 2025 tarihli ifadesine göre, AKP yönetimindeki Seyhan Belediyesi’nden ihale almış; Zeydan Karalar Seyhan Belediye başkanı seçilince, iddiasına göre başkan ile görüşmüş ve düzenli ödeme alabilmesi için her ay belli bir miktarı vermesi gerektiğini, bu organizasyonu da Özcan Zengerler ile yapmasını söylediğini belirtmiş. Bu olaylar 2019 yılında gerçekleşmiş. Aslında 2016 yılında devrettiği şirketinin işleri devam ettiği için bu olayları takip ediyormuş.
Baki Nugay, çalışanı Tekin Sönmez aracılığıyla Özcan Zengerler’e elden para vermiş, hatta Adana’ya gidip elden para verdiğini iddia etmiş. İddia bu şekilde.
Adana Büyükşehir Belediye Başkanı Zeydan Karalar ve Özcan Zengerler ise iddiaları reddedip aksine deliller sunmalarına rağmen tutuklandılar.
Bunu defalarca okumuşsunuzdur. İlginç olan şu:
Baki Nugay’ın 16 Mayıs 2025 tarihli ifadesine tekrar dönelim.
Beşiktaş iddianamesinde yer alan ifadesi, aslında verdiği ifadenin sadece bir kısmı. Diğer kısmı iddianamede yer almıyor ve o kısım ile ilgili nasıl bir aksiyon alındığını bilmiyoruz.
Peki, o kısımda ne yazıyor?
Aynen şöyle belirtmiş Baki Nugay: “Aydın Büyükşehir Belediyesi ile ilgili olarak belediyenin 2016/514875 kayıt numaralı ihalesini Bilginay ve Akdeniz Ltd. Şti. almıştı. Berka firması olarak Bilginay firmasına 15 araç vermiştik. 2019/311662 kayıt numaralı ihaleyi ise Bilginay firması ve Barka firmam ortak iş olarak aldı. İhalenin konusu araç kiralama ve temizlik işiydi. İşi aldıktan sonra bana ve yetkililerimize ‘Hak edişlerinizi zamanında almak istiyorsanız istediğimiz ödemeleri yapacaksınız’ dendi. Bu görüşme, firmamızın bütün projelerinin koordinatörü Tekin Sönmez ile Aydın Büyükşehir Belediyesi Çevre Koruma Daire Başkanı İbrahim Gürdal arasında yaşanmıştır. Aydın Büyükşehir Belediye Başkanı Özlem Çerçioğlu’nun talimatı ile Aydınspor 1923 Derneği’ne ve başkan için anket araştırması yapan Bupar anket firmasına para yatırmamız gerektiğini söyledi. Bu talepleri karşılamazsak ödemelerimizin geciktirileceğini bildiğim için talebi kabul etmek zorunda kaldım.”
Bir isim dikkatinizi çekti mi?
Evet, Zeydan Karalar’ın tutuklanmasına neden olan ifadenin diğer kısmında aslında Aydın Büyükşehir Belediye Başkanı Özlem Çerçioğlu’nun da adı geçiyor.”
Mutsuz insanlar ülkesi!-Ümit Zileli (Nefes)
“Nisan 1961 Paris…
Büyük Şair Nazım Hikmet, kısa bir süre önce evlendiği sevgili eşi Vera Tulyakova ve yakın arkadaşı ressam Abidin Dino ile Sen Nehri kıyısında bir otelin en üst katında kalıyorlardı. Bu gezi, henüz birkaç ay önce evlenen Nazım ve Vera için aynı zamanda “balayı” niteliğindeydi…
O gece, Vera uyurken, Nazım kağıt kalemi aldı, pencerenin önüne oturdu ve Sen Nehri karşısında Vera’ya ithafen o güzelim “Saman Sarısı” şiirini yazdı… Aynı sırada Dino da kendi penceresinin önünde bir şeyler çiziyordu; Nazım şiirinde Dino’yu şu sözcüklerle
-Abidin uçsuz bucaksız hızın renklerini döktürüyor…
Nazım, o çok uzun şiirin bir bölümünde çok sevdiği arkadaşına şöyle seslenmişti:
-Sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin?
İşin kolayına kaçmadan ama
Gül yanaklı bebesini emziren melek yüzlü anneciğin resmini değil
Ne de ak örtüde elmaların
Ne de akvaryumda su kabarcıklarının arasında dolanan kırmızı balığınkini
Sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin?
Soru müthiş, soru muhteşemdi… Büyük ressam da bu soruya fırçasıyla değil, yine bir şiirle yanıt verdi. Çünkü Dino da biliyordu Nazım’ın sorusunun cevabının olmadığını. Mutluluğun resminin tuvallere sığmayacağını… “Mutluluğun Resmi” adını verdiği şiirinde sürgünlerin sona erdiği, Nazım’ın “Memleketimden İnsan Manzaraları” şiirine konu olan, buram buram özlem kokan o güzel memleketi adım adım dolaştıkları o güzelim Türkiye’yi anlattıktan sonra şu yanıtla bitirmişti:
-Yattığımız yerler müze olmuş,
Sürgün şehirler cennet.
İşte o zaman Nazım,
Yapardım mutluluğun resmini
Buna da ne tuval yeterdi;
ne boya…
Nazım, yalnızca 2 yıl sonra sonsuzluğa karışacaktı…
Peki, ben bu yüreğe dokunan ve de trajik hatıratı niçin yazdım?
Abidin Dino, cevabını vermişti; mutluluğun resmine boya da tuval de yetmezdi, ancak mutsuzluğun resmi yapılabilirdi!
Özellikle de asırlar boyu mutsuzlukla kavrulmuş Anadolu topraklarında mutsuzluğun binlerce resimde ağıtta şekillendiği, öykülerin kara yazgıları anlattığı gibi…
Yüzyıllar boyu acı çekmiş, umutsuzluğu, baskıyı paylaşmayı öğrenmiş, erinçten, mutluluktan ise hiç mi hiç payını alamamış Anadolu’nun çilekeş insanları, biraz olsun yüzlerinin güldüğü, mutluluğu tanıdığı 100 yıllık Cumhuriyet’in son yıllarında yine mutsuzluğun dibine demirlemiş vaziyette!”
Haklısınız, “işçi sınıfı” ölüyor!-Umur Talu (T24)
Bir önceki yazı “Sınıf mücadelesi öldü mi, işçi sınıfı kaldı mu” başlığını taşıyordu.
“Hayır” diyor ve anlatıyordum. Yıllarca, kuvvetli cereyanlara rağmen de “hayır” demiş ve kendimce anlatmışım.
Ama haklısınız: “İşçi sınıfı ölüyor!” Canlıyken, çalışırken, ekmek parası peşindeyken, istismarın, baskının, hayata tutunma zorluklarının pençesindeyken “yok” sayılanlar, hatta kendini öyle saymayanlar bile; ölünce “işçi sınıfı” oluyor.
Öyle kadın erkek ayrımı yok; öyle büyük çocuk ayrımı yok; öyle yaşlı genç ayrımı yok; öyle etnik köken ayrımı yok; öyle memleket neresi ayrımı yok; öyle başörtülü başörtüsüz ayrımı yok! İşçi sınıfı ölüyor ve sınıf mücadelesi biraz da bu işte!
Dilovası’nda parfüm yangını… Kokular sürelim, koklaşalım diye barışık kalmaya çalıştığımız bir düzenin “parfüm”ü yangın olup ikisi 18 yaşın altında, yani “çocuk işçi” altı kadının daha canını aldı. Bakan bile “emekçi kardeşlerimiz” demek zorunda kaldı.
Öyle işte “emekçi kardeşleriniz.” Ama o işyeri CİMER’e şikâyet edilmiş, kimse bakmamış bile, yangın merdiveni bile mi yok, yuh diye. O işyerinin komşusu İŞKUR denen kurum. Başındaki şahıs, şimdi usulen gözaltında ama iktidarın gözbebeğiymiş; en tepeden eteklerine kadar. Ama en fazla o ve diğer yerel bürokratlar sorumlu tutulur. En fazla ama ne kadar fazla!
Daha yeni “otel yangını” davası bitti değil mi? Çoluk çocuk onca canı geri getirmeyecek elbette. Ama oteli denetlemekten sorumlu bakan aynı zamanda o oteli kendi turizm şirketiyle yangın akşamı bile pazarlamış olan patron. O iktidar katında ve servet iktidarını gözlere sokan yatında!
“Sınıf mücadelesi” bitmiyor çünkü bir sınıfın başka sınıflar üstündeki tahakkümü sürüyor. Açlıkla, işsizlikle, endişelerle, hayat gailesiyle ve bazen inançla, kimlikle köleleştiriyor; sonra yakıyor, boğuyor, havaya uçuruyor, parçalıyor, yüksekten atıp betona çakıyor, madene gömüyor.
“İşçi sınıfı ölüyor” ve bir “ölü işçi sınıfı” her yıl, çoluk çocuk, kadın erkek 2 binden fazla ölü, öldürülen, katledilen işçiyle birlikte büyüyor işte!
Dilovası parfümünün ölü işçi kadınları, 15’inde Nisanur ve Cansu, 18’inde Tuğba, 317inde Esma, 55’inde Şengül, 65’inde Hanım; belki kendileri bile demiyordu ki “Biz işçi sınıfıyız” ama ne olursa olsun artık “ölü-öldürülen işçi sınıfı” saflarında. Cenazelerinde utanmadan saf tutan iktidar mensupları bile “emekçi kardeşlerimiz” demek zorunda!
Dilovası “parfüm yangınının ölü işçi kadınları” yılarca yazdığım işçi kadınların, misal Bursa’da bir atölyede “kaytarmasınlar” diye üstlerine kapı kilitlenmişken 15’inde Ayşe,18’inde Sadife, 21’inde Gülden, 27’sinde Necla, 32’sinde Sevgi ve karnındaki bebeğinin yanında saf tuttu artık.
Aynı safta, yine yıllarca yazıp durduğum, Ceylanpınar “babasının” çiftliğinde üç kuruş paraya süt sağdırılırken, kamyonet kasasından Çırpı Deresi’ne düşürülüp öldürülen çoğu çocuk yaşta “süt kızlar” var: Fida, Hacer, Naile, Halise, Zehra, Emine, Hatun ve Fatma. Tam orada Balıkesir mühimmat patlamasında öldürülen 11 işçiden sekiz kadın işçi var.
Onların hem yanında, “ölü işçi sınıfının ölü kadın işçileri safı”nda kamyon kasasında yanan, kamyon kasasında “kaza” denen bir felakette onar onar ölen tarım işçisi kadınlar var. Hemen orada, İstanbul’u sel götürdüğü bir gün, köle gibi çalışsınlar diye bir minibüse hapsedilip zorla işyerine getirilmek üzere istiflenmişken boğulan kadın işçiler var.
Kadın-erkek ayırmıyorlar ya öldürürken, yakarken, ölüme sürüklerken; “ölü işçi sınıfının erkek işçileri” de orada: Ostim’in, Soma’nın, Davutpaşa’nın işçiler Esenyurt AVM inşaatının naylon çadırda kül olan işçileri var. Tam orada işte, “iktidarın en tepeden kankası” bir “torun”un Ali Sami Yen yerine diktiği gökdelen inşaatında, asansörle betona çakılan 10 işçi var. Tuzla tersanelerinin filika denemesinin canlı kobayları olarak denize fırlatılmış işçileri de orada.
Sadece “sivil işçi sınıfı” değil; “ordu proletaryası” da işte orada: İzmir Alaybey tersanesinin ölü askerleri, Afyon cephaneliğinin zorla, acemiliklere de bakılmadan patlayıcı deposuna sokulmuş, infilak sonunda ailelerinin DNA’larını taştan topraktan kazıdığı 25 asker, 25 genç de var.
Her yıl çocuk, kadın, genç, yaşlı… İşçi sınıfından düşerek, yanarak, boğularak, göçükte kalarak, havaya uçarak ölü işçi sınıfı safına katılmış binlerce binlerce insan var. İşte bir de bu yüzden “işçi sınıfı” var, “sınıf mücadelesi” var.”
Yasadışı bahis soruşturması şikeye döndü-İsmail Saymaz (halktv.com.tr)
“Futbol dünyasını sarsan yasadışı bahis skandalı Türkiye Futbol Federasyonu (TFF) Başkanı Başkanı İbrahim Hacıosmanoğlu’nun 27 Ekim’de yaptığı açıklamayla gün yüzüne çıktı. Hacıosmanoğlu, 371 hakemin bahis hesabının olduğunu, 152’sinin aktif şekilde bahis oynadığını söyledi. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, aynı gün Antalya’da başlatılan yasadışı bahis soruşturması ile elindeki dosyayı birleştirdi.
İlk operasyon 7 Kasım’da gerçekleştirildi.
Eyüpspor Başkanı Murat Özkaya, Kasımpaşaspor eski Başkanı Mehmet Fatih Saraç, bu klübün eski başkanı Turgay Ciner ile 17 hakem ve bir gazeteci hakkında gözaltı kararı çıkarıldı.
Saraç, Emniyet’te ifadesi alınıp bırakıldı.
Ciner, İngiltere’de ve firari.
Özkaya ile altı hakem 6222 sayılı Sporda Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair Kanun’un ‘Şike ve teşvik primi’ başlıklı 11. maddesine göre müsabaka sonucunu etkilemek suçundan, gazeteci Umut Eken ise manipülatif paylaşımlar yaptığı gerekçesiyle yanıltıcı bilgiyi yaymaktan tutuklandı. 11 hakem ise adli kontrolle serbest bırakıldı.
İlk dalgada tutuklanan en kritik isim, Eyüpspor Başkanı Murat Özkaya oldu.
Özkaya, dün çıkarıldığı İstanbul 11. Sulh Ceza Hakimliği’ndeki sorgusunda, “Bu insanları ben şikayet ettim, federasyona bildirdim” diyerek kendisini savundu.
Avukatı Muhammed Baki Özkara, Özkaya hakkındaki soruşturmanın hakemlerden ayrı olduğuna dikkat çekti.
Avukatı Hasan Arslan da “Müvekkilin kendisi ihbarcı olmuştur ve mağdur olan kendisidir. Bahsi geçen hakemlerle iletişimi yoktur. Bir tweet konu edilmiştir. İtibar suikasti söz konusudur” dedi.
Avukat Muhammet Ömer Tunç ise gazeteci Murat Ağırel’in haberi üzerine Özkaya’ya soru yöneltildiğini iddia etti. Özkaya’nın hangi müsabakada sonucu etkilediğinin belli olmadığını ileri sürdü. 2023 yılındaki bir haberde Gençlerbirliği kalecisinin Özkaya ile iletişime geçme girişiminden söz edildiğini belirterek, şöyle dedi:
“Gençlerbirliği kalecisinin şike teklif ettiğine dair itham vardır. Ancak hangi maçla ilgili olduğu bile belli değildir. Para transferi veya HTS kaydından bahsedilmemektedir.”
Özkaya’nın açık kaynak araştırması raporuna göre müsabaka sonucunu etkilemek adına teklif aldığının anlaşıldığı iddia ediliyor. Yakalandığında telefon şifresini vermemesi, müsabaka sonucunu etkilemeye yönelik eylemlerde bulunmak diye değerlendiriliyor.”
Gülümsemeyi unuttuk; siyasiler unutturdular-Fehmi Koru (Karar)
“Bizde son yıllarda siyasi alanda meydana gelen gelişmeler uzak-yakın coğrafyalarda taklit ediliyor; hiç değilse bana öyle geliyor. ABD’de Donald Trump tarafından benimsenen politikalar sözgelimi, şu yakınlarda bizde yaşananlara benziyor…
İşte bu tespite bakarak şu soruyu sormadan edemiyorum: Acaba ABD’de yaşananlara orada alınan tepkiler, bizim muhalif siyasiler tarafından mercek altına alınıp değerlendiriliyor mudur?
Son belediye başkanlığı seçiminde ipi göğüsleyen Zohran Mamdani, birkaç ay öncesine kadar ismini kimsenin bilmediği sıradan biriydi; herhangi bir alanda başarısıyla sivrilmiş bir kişiliği yoktu. Doğrusu, belirgin bir işi olduğu bile söylenemezdi. Deneyimsizdi.
ABD’nin en kalabalık ve en zengin kenti, dünyanın finans merkezi olan New York’ta, göçmen, siyah tenli, üstelik müslüman kimliğine sahip ve kendisinin ‘sosyalist’ olduğunu her fırsatta ifade eden biri, yerleşik düzeni hakkıyla temsil eden iki adaya karşı yarıştığı seçimden New York belediye başkanı seçilerek çıkabildi.
Yarım yüzyıl boyunca gerçekleşmemiş yüksek bir katılımla hem de…
Virginia ve New Jersey eyaletlerinde de, Trump’ın seçilmelerinin oralarda yaşayan halka pahalıya mal olacağını ilan ettiği, Demokrat Parti tarafından aday gösterilmiş iki genç kadın da vali seçilmeyi başardı.
Oysa, sadece bir yıl önce, kendisini “Allah’ın Amerikan halkına en büyük lütfu” olarak tanıtarak ABD başkanlığını kazanabilmişti Donald Trump…
Nasıl oldu da oldu bu son gelişme?
Eksantrik tavırlarının, ekonomisini derinden olumsuz etkilediği hemen fark edilen gümrük tarifelerinin ve Gazze’yi yerle bir eden, Filistin halkına ‘soykırım’ uygulayan Netanyahu ile verdiği ‘kanka’ pozlarının Trump’a büyük destek kaybettirdiği bir gerçek ve o gerçek seçim sonuçlarına da bir biçimde mutlaka yansımıştır.
Ancak çok daha başka sebepler aranmasına engel değil bu ihtimal.
CHP’liler sözgelimi, ABD’de yaşananın nasıl olabildiğini düşünüyorlar mı?
DEVA, Gelecek, Yeniden Refah partilerinin, İYİ Parti’nin yönetimleri aynı soru üzerinde görüş oluşturuyorlar mı?
Bana bu soruyu düşündüren, Pazar günkü İngiliz ‘Observer’ gazetesinde karşıma çıkan bir fotoğraf oldu.
New York’a belediye başkanı seçilen Zohran Mamdani ile Virginia ve New Jersey eyaleti valiliklerine seçilen Abigail Spanberger ve Mikie Sherrill’in fotoğrafları…
Gazete üç ayrı fotoğrafı yan yana kullanmış…
Fotoğraflarında üçü de gülümsüyorlar…
Zafer kazanma gülüşü deyip geçebilirsiniz; ancak kampanyası bütün dünyada yakından izlenen Mamdani’nin gülümsemediği tek bir fotoğrafını bulamadım.
Rakipleriyle çıktığı siyasi münazaralarda bile gülümsüyordu genç adam…
Yukarıda adlarını saydığım bizdeki partilerin liderleri ve TV’de onları temsil eden yöneticileri ise hep asık suratlılar…
Asık suratlı olmak zorundaymışlar gibi…”
Not: Başlıklara tıklayarak yazıların tamamına ulaşabilirsiniz.
***
Medya Günlüğü sosyal medya hesapları:
