Yeni Şafak’ın dokunulmazlığı-Barış Pehlivan (Cumhuriyet)
“Furkan Karabay…
Sosyal medya paylaşımlarında, savcıların isimlerini yazmış.
Aynı paylaşımlarda savcıların fotoğraflarını da yayımlamış.
Böylece o savcıları toplum içerisinde teşhir etmiş ve terör örgütlerine hedef göstermiş.
6 aydır cezaevinde olan Furkan’ın “suçu” böyle özetleniyor iddianamede.
“O savcıların isimlerini ve fotoğraflarını bilmeyen mi var” ya da “Sabah gazetesi yayımlayınca alkış alıyor da Furkan’a neden hapislik düşüyor” diye sormayacağım.
“Eylemin ne olduğu değil o eylemi kimin yaptığı, suç olup olmadığını belirler” hukukuna dair güncel başka bir örnek vereceğim. Yeni Şafak-Abdullah Yaman kavgasını izliyor musunuz? Bakıyorum, son 10 günde Yargıtay 11. Daire Başkanı Abdullah Yaman’a dair 6 ayrı habere imza attı Yeni Şafak. Hepsinde de Yaman’ın fotoğrafı yayımlandı, hepsinde de yüksek hâkime ağır ithamlarda bulunuldu. Öyle ki, Abdullah Yaman’ın kendisi de gazeteye “çete” dedi.
Gelin görün ki kimse Yeni Şafak’a operasyon yapmıyor. İyi güzel de şu soru yanıt bekliyor: Hangi yargı mensubu hakkında hangi yayın organında nasıl haber yapacağını bilememesi mi, yoksa bizzat varlığı mı suç Furkan’ın?
Bahçeli’nin açıklamasındaki ince detay-Deniz Zeyrek (Nefes)
“Türkiye çok ilginç bir dönem yaşıyor.
MHP lideri Devlet Bahçeli hepimizi şaşırtmaya, hatta şok etmeye ve siyasette ön almaya devam ediyor.
Terörsüz Türkiye Projesi konusundaki net duruşu zaten şaşırtıcıydı.
Selahattin Demirtaş’la ilgili Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararının kesinleşmesinin ardından herkes sus pusken yaptığı cesur açıklama da konuyla başta ittifak ortağı AK Partililer olmak üzere tüm siyasetçilere ders niteliğindeydi.
Önce Bahçeli’nin Demirtaş’la ilgili soruya verdiği yanıtı aktarayım:
“Sayın Selahattin Demirtaş hukuki yollardan sonuca ulaşmıştır. Tahliyesi Türkiye için hayırlara vesile olacaktır.” İki cümlelik bu açıklamaya bir hukukçu titizliğiyle yerleştirilmiş detaya dikkatinizi çekmek istiyorum: Bahçeli, bu açıklamayı Demirtaş’ın başvurusuyla ilgili AİHM sürecinin tamamen sonuçlanmasının ardından yaptı. Açıklamasının ilk cümlesindeki “hukuki yollardan sonuca ulaşmıştır” detayı tam da bunu ifade ediyor.
Normal şartlarda süreci yakından takip eden bir gazeteci olarak Bahçeli’ye “daha önce niye tavrınız farklı olmuştu” diye sorabilirdim. Ancak bunu şimdi yapmıyorum, zira “AİHM kararı şimdi neticelendi” gibi bir yanıt alacağımı biliyorum. Bahçeli’nin açıklamasındaki “sonuca ulaşmıştır” vurgusu biraz önce yazdığım soruya peşin peşin verilmiş bir yanıt gibi duruyor.
Bahçeli, açıklamasındaki bu detay sayesinde bir taşla iki kuş vurmuş:
1) Olası bir “Demirtaş serbest kalırsa hukuki olarak hak ettiği için değil, Terörsüz Türkiye sürecinin yarattığı konjonktür sayesinde serbest kalmış olacak” yorumunun önünü kesmiş.
2) Türkiye’nin imza attığı Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’yle bu sözleşmeyi referans alan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararlarını önünde sonunda uygulayacağını göstermiş.
Sayın Bahçeli’nin Demirtaş konusundaki bu net tavrı, başka insan hakları ihlalleri konusunda AİHM’in verdiği kararlarda da sergilemesi halinde, Demirtaş’la ilgili tavrının konjonktürel olmadığı algısı pekişecektir.”
AİHM kararı lütufla mı uygulanacak?-Çiğdem Toker (T24)
“3 Kasım, AKP’yi iktidara getiren seçimlerin 23. yılıydı. Hatırlayanlar, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin 3 Kasım 2002 erken seçimindeki rolünün kritik olduğunu bilir. O dönem Anasol-M olarak anılan Bülent Ecevit başbakanlığındaki ANAP-DSP-MHP koalisyon hükümetinde başbakan yardımcısı olan Bahçeli, erken seçim çağrısı yaptığında, genel seçimlere neredeyse iki yıla yakın bir süre vardı.
O seçim ülkenin kaderini değiştirdi.
Sonrasında yüzde 10 barajı nedeniyle, milyonlarca oyun çöpe gittiği, AKP’nin yüzde 34 oy oranıyla iktidar olduğu bir seçim gerçekleşti. IMF’nin ağır koşullar içeren stand-by anlaşması eşliğinde olsa dahi Kemal Derviş öncülüğünde hazırlanan ve AB müktesebatı doğrultusunda hazırlanan bir çok yasa yürürlüğe girmiş ya da girmek üzereydi. Seçimin ertesinde, 2001 ekonomik krizinden çıkış programının olumlu sonuçlarının AKP’nin kazanç hanesine yazıldığı yıllar başladı.
3 Kasım 2002 erken seçimi, ülkenin kaderini değiştiren bir kavşaktır.
3 Kasım’ın ertesi günü, 9 yıldır cezaevinde tutuklu bulunan eski HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın tahliyesinin hayırlı olacağı yönündeki açıklaması, Bahçeli’nin siyasetteki tayin edici rolü konusunda bilinenlere bir köşe taşı daha eklemiş oldu.
4 Kasım ise HDP’nin eş genel başkanları, grup başkanvekilleri, milletvekilleri ve belediye eş başkanlarının tutuklandığı tarihin dokuzuncu yılıydı.
MHP Genel Başkanı Bahçeli, Demirtaş hakkındaki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin ihlal kararını kesinleşmesinden hemen sonra “Tahliyesi Türkiye için hayırlara vesile olacaktır” dedi.
Özgürlüğün değil bir gününün, tek bir saniyesinin bile çok değerli olduğunu bilmemiz, evrensel hukuk kurallarını unutmak anlamına gelmiyor. Beş yıl önce verilmiş AİHM kararına rağmen, tahliye edilmeyen Demirtaş, insan ömrünün çok önemli bir süresi olan 9 yıldır cezaevinde.
Kimin ne zaman ve hangi koşullar altında “terörist” olarak niteleneceğine, bu kurallardan, yasalardan, yargı kararlarından bağımsız olarak, gücü elinde bulunduranların karar vermesini normal mi karşılayacağız?
İç hukuk ve uluslararası hukuk normlarına göre olması gereken; AİHM kararını ilgili mahkemenin, yani Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 22. Ceza Dairesi’nin doğrudan uygulaması değil midir? Asıl hukuk dışı olan Demirtaş ile diğer siyasi kişiliklerin zaten hemen tahliye edilmeleri gerekirken, Cumhur İttifakı bileşeninin icazetine ihtiyaç olması değil midir?”
Bahçeli haklı: Ok yaydan çıktı bir kere-Elif Çakır (Karar)
“Dün bütün dikkatler MHP’nin grup toplantısındaydı; gözler, 29 Ekim resepsiyonuna katılmayan ve Kıbrıs’taki seçimlere ilişkin tutumuyla tartışma yaratan Devlet Bahçeli’nin ne söyleyeceğine çevrilmişti.
Beklentiyi bu kadar yükselten asıl neden, MHP’ye yakın TÜRKGÜN gazetesinin rutin bir grup toplantısını bu kez ‘MHP lideri Devlet Bahçeli TBMM’de önemli açıklamalarda bulunacak’ başlığıyla manşete taşımasıydı.
Nitekim ben de doğal olarak pür dikkat MHP’nin grup toplantısına kilitlendim.
Ve günlerdir kamuoyunun gündemini meşgul eden “Cumhur İttifakında çatlak” iddialarının ardından MHP lideri Bahçeli konuştu. Yine doğal olarak bir yandan konuşmasını dinlerken bir yandan da Bahçeli’nin konuşmasının alt metnine gizlediği enigmayı çözmeye odaklandık. Çünkü Bahçeli kelimelerden ziyade işaretlerle, sembollerle muhatabına mektup yazmayı, mesaj vermeyi seviyor.
Meşhur yüzüklerinden biriyle yaptı konuşmasını; içinde “Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billahi’l-aliyyi’l-azim” yazılı yüzüğünü yakasındaki rozetle tamamlamıştı.
Zorluk, sıkıntı, çaresizlik, öfke, kötü bir haber duyulduğunda, iç sıkıntısı, kaygı ya da umutsuzluk anlarında kalben rahatlamak için “sabır” için söylenen bir duadır. Elbette aynı zamanda bir teslimiyet ifadesi olarak da dile getirilir.
Sayın Bahçeli’nin zor bir göreve talip olduğu muhakkak. Bütün kalbimle, samimiyetimle ifade etmek isterim ki; bütün siyasi kariyerini, savunduğu ilkeleri, değerleri ve politikacı kimliğini bir kenara koyarak devlet adamı ciddiyetiyle ülkemizin iç cephesini güçlendirmek için başlattığı “Terörsüz Türkiye” sürecini başarıyla neticelendirirken sabrı bol olsun, Allah yardımcısı olsun.
Cumhur İttifakı’nda çatlak yokmuş yoluna devam edecekmiş. MHP ve AK Parti iki ayrı parti, aralarında zaman zaman fikir ayrılıklarının olması doğal, doğal olmayan fikir ayrılıklarının olmamasıdır.
Nitekim Sayın Bahçeli her ne kadar “Cumhur İttifakı arasında ‘Terörsüz Türkiye’ hedefi etrafında ne bir görüş ayrılığı ne de siyasi bir ihtilaf asla, kat’a söz konusu değildir” dese de aralarında bir görüş ayrılığı, meseleye yaklaşım farklılığı var.”
Türk Lirası’nda reel değerlenme-Naki Bakır (Dünya)
“Döviz kurlarında spekülatif yükselişlerin yaşandığı 2023 ortalarından bu yana, özellikle yeni ekonomik program döneminde Türk Lirası’nda dövizlere karşı başlayan reel değerlenme, bu yıl eylül ayında da devam etti.
Merkez Bankası’nın açıkladığı Tüketici Fiyatları (TÜFE) bazlı Reel Kur Endeksi’ne göre eylül ayında TL, döviz sepeti karşısında önceki aya göre yüzde 1,3 değer kazandı. TL’de gelişmekte olan ülke paralarına karşı aylık reel değer kazanımı yüzde 1,6, dolar, euro gibi gelişmiş ülke paralarına karşı aylık reel değerlenme ise yüzde 0,9 oldu.
Türk Lirası’nın satın alma gücündeki değişimleri daha gerçekçi olarak ortaya koyan bir veri olan, Türkiye ile ticaret yaptığı ülkelerin enflasyonlarından arındırılarak her ay düzenli hesaplanan ve 2003 yılı ortalama değeri 100 kabul edilen endeksin artması TL’nin değer kazandığını, düşmesi ise değer yitirdiğini gösteriyor. TÜFE bazlı endekse göre TL’nin reel değeri bir yıl önceye göre de yüzde 4,8 daha yüksek. Ancak TL’nin döviz sepeti karşısındaki reel değeri, 2024 sonu düzeyinin ise yüzde 2,1 ve baz yılı olan 2003 değerinin de yüzde 29,2 altında.
TL’nin reel değeri sadece teknik bir ekonomi tartışmasından öte, ekonomideki aktörlerin yönelimleriyle yakından ilişkili bir politik-ekonomik konu niteliği taşıyor. Bazı kesimler TL’nin reel değerinin aşırı yüksek olduğunu, bazıları ise tersini savunuyor.
İhracatçılar, döviz kazandırıcı sanayiciler, turizmciler ve yurt dışı müteahhitlik firmaları, kalkınmacı–sanayici iktisat çevreleri, üretim ekonomisi yanlısı politik gruplar TL’nin fazla değerlendiğini savunarak devalüasyon talebini dillendirirken, ithalatçı ve tüketim odaklı sektörler, mali kesim ve finans çevreleri, enflasyonla mücadele önceliğini savunan para politikası çevreleri bunun karşısında yer alıyor. TL’nin satın alma gücü paritesine göre diğer para birimlerine karşı “fazla güçlü” olduğu, dolayısıyla ihracatı pahalı, ithalatı ucuz hale getirdiğini öne süren kesim, bundan hareketle devalüasyonun ihracatı ve üretimi teşvik edeceği görüşünü dile getiriyor.
Bu kesimin başında, ihracatçıların ağırlıkta olduğu sanayi odaları, tekstil, otomotiv, makine gibi döviz kazandırıcı sektör birlikleri geliyor. Döviz gelirleri TL’ye çevrildiğinde daha fazla TL elde etmek teme motivasyonu; aşırı değerli TL durumunda üreticinin dövize erişememesi, rekabet gücünün zayıflaması ise temel argümanı oluşturuyor.
Bir kesim ise döviz kurlarının yüksek olmasını yerli üretimi teşvik eden bir koruma kalkanı olarak görüyor. Özellikle gıda, kimya, yapı malzemeleri, elektronik montaj gibi sektörlerde bu eğilim öne çıkıyor. Ancak bu gruplar, ithal girdiye bağımlı olduklarından kontrollü bir devalüasyon istiyorlar; ani kur şoklarından değil, öngörülebilir zayıf TL politikasından yanalar.
Özellikle otelcilik ve ihracata çalışan hizmet üreticileri başta turizm sektörü, yurt dışı dövizli kontratları olan müteahhit ve taşeron firmalar gibi kesimler ise TL’nin zayıf olmasını doğrudan kâr marjını artırıcı bir faktör olarak görüyor.”
Not: Başlıklara tıklayarak yazıların tamamına ulaşabilirsiniz.
***
Medya Günlüğü sosyal medya hesapları:
