Cuma, 31 Eki 2025
  • My Feed
  • My Interests
  • My Saves
  • History
  • Blog
Subscribe
Medya Günlüğü
  • Ana Sayfa
  • Yazarlar
  • Hakkımızda
  • İletişim
  • 🔥
  • MG Özel
  • Günlük
  • Serbest Kürsü
  • Köşe Yazıları
  • Beyaz Önlük
  • Mentor
Font ResizerAa
Medya GünlüğüMedya Günlüğü
  • MG Özel
  • Günlük
  • Serbest Kürsü
  • Köşe Yazıları
  • Beyaz Önlük
  • Mentor
Ara
  • Anasayfa
  • Yazarlar
  • Hakkımızda
  • İletişim
Bizi takip edin
© 2025 Medya Günlüğü. Her Hakkı Saklıdır.
Webmaster : Turan Mustak.
EditörGünlük

Bugünkü köşe yazıları

Medya Günlüğü
Son güncelleme: 31 Ekim 2025 14:38
Medya Günlüğü
Paylaş
Paylaş

Ne yapacaksınız bu casusu?-Ahmet Tan (Cumhuriyet)

“Akıl sağlığıyla ilgili çeşitli iddialar bulunan bir kişinin başvurusu ile başladı süreç. Geçtiğimiz mart ayının başında… 

Hüseyin Gün Türkiye’de değildi, döner dönmez gözaltına alındı üç gün hiçbir şey yapılmadan tutuldu. Sonra ifadeleri alındı, dijital verilerin çözülmesi üzerine yeniden ifadesi alındı ve İmamoğlu hedefe kondu. İktidarın kontrolündeki gazetelere o başlıkları kim attırıyor, insan merakla izliyor: “Kampanyayı casuslar hazırlamış.” Nereden çıkarıyorsunuz bunu? E baksanıza Hüseyin Gün’ün telefon defterine. Hep casuslarla iç içe. Tam böyle deniyordu ki… Manzaranın başka boyutları ortaya çıkmaya başladı. Kamuoyuna “casus” diye sunulan Hüseyin Gün’ün İmamoğlu’nun danışmanı Necati Özkan ile 12 gün yazıştığı iddia ediliyor. Ancak aynı kişi, şu an devletin üst kademelerinde yer alan çok sayıda AKP’li, Emniyet Genel Müdürlüğü, Londra Büyükelçiliği ile de görüşmüş. Şimdi soru şu, Necati Özkan veya İmamoğlu’nun “casus avcısı” olması beklenebilir mi? Gün ile 7 dakika görüşen İmamoğlu onun casus olup olmadığını nasıl anlayacak? İnsaf… Ama büyükelçilik görevlilerinden, Emniyet Genel Müdürlüğü’nden ve hatta devletin istihbarat bürokrasisinin üst katlarına yükselen kişilerden casus avcılığı beklemek en doğal olanı…

Hüseyin Gün’le ilgili bütün ifadeleri okuduk. Öyle ki Gün, yıllarca bir yığın şey yapmış, Necati Özkan’la görüşünce “casus” oluvermiş.

İfadelerden anladığımız, eğer yeni kanıtlar ortaya konamazsa, buradan bir şey çıkmaz. El yükseltmek İmamoğlu’na siyaseten zarar verir mi, emin misiniz? Bir örnek verelim. İmamoğlu’na, “CIA bağlantılı bir kişiden muhafazakâr kitlelere nasıl davranacağı konusunda öneri alıp almadığı” soruluyor. İmamoğlu’nun yanıtı siyaseten “cuk” oturmuş: “6 yaşında Kuranıkerim okumayı bilen bir şahıs olarak CIA çalışanı olduğu belirtilen Aarron Barr isimli şahsın bana muhafazakârlara nasıl davranmam ile alakalı tavsiyelerde bulunması akla mantığa uygun değildir.”

Eve dönüş olur mu? İktidarı kurtarır mı?-Deniz Zeyrek (Nefes)

“Son zamanlarda DEVA Partisi lideri Ali Babacan ve Gelecek Partisi lideri Ahmet Davutoğlu’nu çok fazla Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın ve Sarayın etrafında görmeye başladık.

Önce TBMM’deki fotoğraf, ardından Saraydaki Cumhuriyet Resepsiyonundan gelen kareler, herkeste özellikle de muhalefet cephesinde “Eve dönecekler” algısı yarattı.

Babacan’ın “Ali Babacan dönecek ve AK Parti’nin Erdoğan sonrası Cumhurbaşkanı adayı olacak” dedikodusundan sonra bu algı iyice pekişti.

Babacan’ın eski mesai arkadaşı Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’le samimi sohbeti de “eve dönüş süreci tam gaz sürüyor” dedirten cinstendi.

Benzer sinyaller “Devletin kılcallarını bir ben bilirim bir Cumhurbaşkanı” diyen Davutoğlu cephesinden de geliyordu.

Bu somut gelişmelere bakınca insan ister istemez bu meseleye odaklanıyor.

Ben de öyle yaptım.

Öncelikle “dönerler mi” sorusuna yanıt vereyim:

Hem Babacan hem Davutoğlu fırsat bulursa döner.

Hem de “hava döndü, parti fabrika ayarlarına dönüyor” gibi basit bir gerekçeyle dönerler.

Neden böyle düşündüğümü de arz edeyim:

– DEVA Partisi de Gelecek Partisi de arzuladıkları siyasi sonuçları elde edemediler. Babacan, Millî Görüş mahallesine hapsolmak istemedi, ANAP gibi bir merkez partisi kurmaya çalıştı ama bu durum DEVA’nın çıkış sentezinde sorunlar yarattı. Babacan’a destek veren kıdemli ve deneyimli milli görüşçü siyasetler süreçten dışlandı. Parti kendini bir siyasal hat üzerine konumlandıramadığından istediği büyümeyi sağlayamadı. CHP’nin dinamo olmaya çalıştığı Altılı Masa süreci de DEVA için ters tepti.

– Gelecek Partisi’ni “Saadet Partisi’nden ya da Yeniden Refah Partisi’nden neyi farklı” sorusundan kurtaramadı. Millî Görüş koridoruna sıkışınca da Millî Görüş kökenli beş ayrı parti olduğu gerçeği elini kolunu bağladı. Haliyle Gelecek de DEVA gibi mevcut koşullarda büyüme umudunu biraz da Millî Görüş çizgisinde birleşmeye bağladı.”

Ankara’da milli bayram kutlamalarındaki “sarı kamyon” utancı ve Beşiktaş iddianamesindeki isim!-Tolga Şardan (T24)

“Cumhuriyet’in kuruluşunun 102. yıldönümü ülke genelinde heyecanla kutlandı.

Sosyal medyada pek çok güzel paylaşım vardı. Atatürk ve silah arkadaşlarına minnet duyulan mesajları görmek mümkündü.

Tokat’ta beş çocuğun kendi aralarında oluşturdukları kortejle Cumhuriyet’in kuruluşunu kutlamaları en çok beğeni alan paylaşımlar arasındaydı.

Ankara’daki kutlamaların merkezi öncelikle Anıtkabir’di. Sabahın erken saatlerinden itibaren ziyaretçiler, Anıttepe ve Tandoğan Kapısı’nın önünde toplandı.

Bu satırların yazarı da sabah erken saatlerden itibaren Anıttepe bölgesinde gelişmeleri yerinde izledi.

Resmi kutlamanın tamamlanıp alanın boşalmasıyla birlikte binlerce ziyaretçi Anıtkabir’e giriş yaptı.

Ellerinde Türk bayrakları, üzerinde Atatürk’ün resminin yer aldığı afişlerin yanı sıra Atatürk fotoğrafı bulunan kıyafetleriyle ziyaretçiler Anıtkabir’e akın etti.

Her kesimden ziyaretçi vardı. Anneler-babalar küçüklerin ellerinden tutup getirmişlerdi Atatürk’ü ziyaret amacıyla. Genci yaşlısı, kadını erkeği, çocuk arabasıyla ya da kucakta getirilen bebekler. Hatta engelli aracıyla gelenler bile vardı.

Mütedeyyin kesimden de epeyce misafirini görmek mümkündü. Bazılarının ellerinde Türk bayrağı, Atatürk’ü ve Cumhuriyet’i anımsatan kıyafetlerle sabahın erken saatlerinde giriş sırasındalardı.

Resmi törenin ardından Anıtkabir’e giren ziyaretçiler sık sık “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” sloganını İzmir Marşı ve Öğrenci Andı eşliğinde seslendirdi.

Anıtkabir Komutanlığı’nın resmi verilerine göre, 2023’te yerli ve yabancı ziyaretçi sayısı 6 milyondan biraz fazlayken 2024’te 6 milyon 550 bin dolayında. Bu yılın sekiz ayında yaklaşık 4 milyon 150 bin ziyaretçi Anıtkabir’deydi.

Anıtkabir, 2025’te en çok ziyaretçiyi 30 Ağustos Zafer Bayramı’nın kutlandığı geçen ağustosta ağırladı. Yerli ve yabancı bir milyon 50 bin kişi Atatürk ve İsmet İnönü’nün ziyaretçisiydi. Pazartesi itibarıyla ekim ayının ziyaretçisi belli olacak sanırım. Yeni sayı, 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’ndaki ziyaretçi rakamını ortaya koyacak.

Ankara’da önceki gün Cumhuriyet Bayramı’na özgü güzel atmosferi bozan yegâne görüntü, güvenlik önlemlerinde kullanılan “sarı hafriyat kamyonları”ydı hiç şüphesiz.

Anıtkabir’e açılan çevre yollara yerleştirilen Ankara Büyükşehir Belediyesi’ne ait çift dingilli sarı hafriyat kamyonları fazlasıyla görüntü kirliliği yaratıyor artık.

15 Temmuz’dan bu yana neredeyse tüm milli bayramların kutlamalarında sokaklarda görmeye devam ediyoruz “sarı hafriyat kamyonları”nı.

AKP’nin iktidarda beraber yol yürüyüp sonrasında bağı kopardığı Gülen cemaatinin merkezinde yer aldığı 15 Temmuz’daki “kamu güvenliği tehdidi”nin ortadan kaldırmak amacıyla kullanılan kamyonları hele ki milli bayramlarda “kapama noktaları”nda görmek rahatsız edici hale geldi.”

“Toplu iğnesizlik” anıları-Uğur Ergan (halktv.com.tr)

“O sözü duyunca, doğup büyüdüğüm İstanbul-Çamlıca’daki çocukluğum film şeridi gibi gözlerimin önünden geçmeye başladı.

Babamı erken yaşta kaybettiğimiz için rahmetli annem ne çileli günler geçirdi. Hele bayram günleri çok zor zamanlardı annem için.

Bana ve kız kardeşime bayramlık hazırlayacak ama ne kumaş var, ne iplik ortada. Kumaş ve iplik bulsak, durum yine de vahim.

Çünkü ne iki parça kumaşı tutturacak toplu iğne var, ne de dikecek iğne.

Bayram öncesi önce Kısıklı’dan Büyük Çamlıca tepesine doğru çıkan yolun hemen başındaki tepe bakkala giderdik, acaba elinde boş şeker çuvalı var mı diye.

Tepe bakkalda bulamayınca salardık kendimizi aşağıya Bulgurlu’daki Nizam Bakkal’a doğru. Çoğunlukla Nizam amcada bulurduk boş şeker çuvalını. Nizam amca vicdanlı ve düşünceli bir adamdı. Anneleri çocuklara bayramlık yapsın diye biriktirirdi şeker çuvallarını.

Hayran hayran bakardık şeker çuvallarına.

Ağız kısımları açık, üç bir yanı dikili. Amerikan bezinden yapıldığı söylenirdi.

O zamanlar Amerika’da olup, bizde olmayan ne müthiş bir dikiş teknolojisi varsa, bu çuvalların üç bir yanından nasıl dikildiğine kafa yorup dururduk ama bir türlü işin içinden çıkamazdık.

Neyse dönelim konumuza.

Çuvalı bulduk ama üstümüze nasıl giyeceğiz?

Makas da yok ki o zaman, kesip biçip üstümüze bayramlık kıyafet diye geçirelim.

Mecburen taş arardı annem. İki taş gerekirdi, biri yassı, diğerinin ucu sivri.

Canım annem, iki taşı dikiş makinesi gibi kullanırdı. Çuvalın dip tarafını tam ortasından, iki yanlarını da üst kısmından, sivri taşla ağaçkakan gibi vura vura keserdi vallahi.

Çuvalın dip tarafını başımızdan geçirir, kollarımızı da iki yanından çıkarırdık.

Bildiğiniz Fred Çakmaktaş gibi olurduk.

Çuvalı bakkaldan aldığımız rengiyle giyecek halimiz yok.

Küçük Çamlıca tarafındaki koruya gider, bir yandan kuzu kulağı, diğer yandan boya salacak ağaç kökleri toplardık.

Kuru ağaçlar birbirine sürtülerek ateş yakılır (Kibrit ve çakmak da üretilemiyor o zamanlar), biriktirilen yağmur suyuna renk verecek ağaç kökleri ile birlikte çuval giysiler kara kazana atılır, böylece bayramlıklarımız renklenirdi.

Bayrak yapacak kumaş da yok.

Çuvaldan yapsak, bayrak yasasına aykırı.

Allah’tan 29 Ekim sonbahara denk geliyor da ağaçlardan dökülen kırmızımsı büyük yaprakları çaktırmadan bayrak niyetine elimizde sallar, dururduk.

Bir toplu iğne olsa, bir şeyler daha düzgün şekilde tutturulup giyilecek hale getirilirdi herhalde.

Hele bir de dikiş iğnesi ve makas olsa, kestiğin provaları toplu iğneyle tuttur, sonra dikiş iğnesiyle dik.

E üretilmeyince iğne, ne yapsın annem?

Vallahi ne yalan söyleyeyim şimdi hiç hatırlamıyorum otobüs, minibüs, dolmuş filan var mıydı okula gitmek için, ne yiyip, ne içiyorduk, defter, kalem silgi falan var mıydı?..”

Siyasette kim kiminle yürür?-Ahmet Taşgetiren (Karar)

“Türkiye’de yaşanan her olay bir yönüyle gelecekteki seçimle bağlantılanıyor. “Terörsüz Türkiye” söylemiyle bağlantılı gelişmeler de öyle, Ana muhalefete yönelik yargı operasyonları da öyle, Ana muhalefetin operasyonlara karşı geliştirdiği toplumsal eylemler de, muhalefet partilerinin ilişkilerinin seyri de öyle…

İktidar, süreci, önce Erdoğan’ın yeniden seçilebilmesinin yolunu açmak, sonra da seçtirebilmek için kurguluyor, muhalefet de, özellikle muhalefetin ana damarı olarak CHP de, iktidarı değiştirebilmenin koordinatlarını oluşturmaya çaba sarf ediyor.

Her iki taraf için zorluklar var, imkânlar var.

İktidar cenahında ana aktör tabii ki Erdoğan. Bir yandan transferlerle, karşı aday eliminasyonu ile, ana muhalefeti yargı kıskacına alarak, diğer yandan DEM ile ilişkiler geliştirerek ve AK Parti’den kopanları (DEVA ve Gelecek) yanında göstererek toparlayıcı rol sergilemeye çalışıyor.

Her halükârda ittifak kaçınılmaz. Bunun için MHP desteğini de ihmal etmemesi lâzım.

Kritik alan muhalefet alanı. Bu alanın başat rolü CHP’de. Mahalli seçimlerde birinci parti oldu, ama oylar hâlâ yüzde 30’larda… Yani yüzde 50 artı 1’e epey mesafe var.

İşin ilginci, diğer muhalefet partileri, milliyetçi – muhafazakâr diye tanımlandıklarına göre genelde “Sağ”da bilinenler. Bu partilerin CHP ile ittifakının “6’lı masa” örneği seçimi alamadı, seçime sancılı girdi, sonrasında da sancılar ortaya çıktı.

Şimdi yeniden bir “İttifak” olur mu?

Meselâ DEVA ve Gelecek, bir ittifak söz konusu olduğunda eski partilerine mi yakınlar, yoksa muhalif rol icabı CHP’ye mi?

CHP cenahı, özellikle bu iki parti ile ilgili iktidarla her ilişkiyi “derin kuşku” ile karşılıyor, sanki onların gözlerinin orada olduğu, bir işaret bekledikleri gibi biraz da aşağılayıcı bir yaklaşımla görüyorlar.

Bir söz, bir duruş, bir fotoğraf…. Bu derin kuşkuyu tazelemek için kâfi geliyor.

Bunun son örneği, Babacan’ın Akit tv’de, Davutoğlu’nun Now’da söylediği sözler oldu.”

Hepsini tek tek geri alacağız-Zafer Arapkirli (BirGün)

“İnsanların en temel haklarından biri olan iletişim, bilgilenme, haber alma ve kendini ifade edebilme haklarını gasp etmenin yeni yeni yollarını bulmak için çırpınan bir rejim var karşımızda.

Bağımsız habercilik ve yayıncılık yapan kim varsa, hangi kurum halkın ilgisine mazhar oluyorsa, anında “boğabilmek” için fırsat kolluyorlar.

Neresinden tutulsa tel tel dökülmeye mahkûm, artık çoktan kabak tadı veren bu “kumpas hikâyeleri dizisinin” son derece kalitesiz ve ucuz bir bölümü niteliğindeki “casusluk dosyasını” bahane ederek meslektaşım, dostum Merdan Yanardağ’a ve yönettiği TELE1 TV’ye yapılan operasyon da bunun yeni ve pespaye bir örneği. Merdan’dan hayali bir “casusluk faaliyetinin bir bileşeni” yaratmak gibi zalimce ve akıl almaz bir girişime bağlı olarak tamamen hukuksuz biçimde çöktüler TELE1’e. Kuruluşundan bu yana, dişle-tırnakla mücadele ve özveriyle yeşertilip büyütülen bir bağımsız “yayıncılık vahası” televizyon kanalına zaten çoktandır dikmişlerdi gözlerini.

Kimi zaman Merdan üzerinden, kimi zaman da programlarda ya da haber bültenlerinde dillendirilen söylemlerden yola çıkarak ceza üstüne ceza yağdırdılar. Merdan’ı kim bilir kaç kez içeri attılar. Sürekli tehditlerle “Kapatırım ha!” sopasını sallıyorlardı yıllardır.

Sonunda bu son olayı bahane ederek aniden gelip fişini çektiler canım kanalın.

Öylesine büyük bir telaş ve panik içinde yaptılar ki bunu, Cumhuriyet Bayramı etkinliklerini bile en azından tarafsız ve yorumsuz biçimde ekrana getirmek üzere hiç olmazsa Anadolu Ajansı “feed”ini, yani yayın görüntülerini bile kullanmayı akıl edemediler. Geçen cuma gününden beri arşivden -çekmecelerden- raflardan kasetleri oynatarak ekranı dolduruyorlar.

Çalışanları, gelecek kaygısı içinde boşlukta bırakacak şekilde, ortalık yerde bıraktılar.

Ama bağımsız ve kimseden emir almayan gazetecilik adına yola çıkmış bizim gibilerin kararlılığını unutuyorlar.

O hakkımızı, yani özgürce haber alma ve halka haber verme hakkımızı geri alma mücadelemizi sürdüreceğimizi bilmeleri gerek. Bu azimli mücadeleden zerre kadar ödün vermeyeceğimizi de…

Bizlerden çaldıkları her şeyi geri alacağız.

Bir hastaneye gidip, ödediğimiz vergiler karşılığında parasız muayene ve tetkik yaptırma, derdimize derman isteme ve sağlıklı bir şekilde hayatımıza devam edebilme hakkımızı da elbet bir gün geri alacağız.”

Not: Başlıklara tıklayarak yazıların tamamına ulaşabilirsiniz.

***

Medya Günlüğü sosyal medya hesapları:

X

Bluesky

Facebook

Instagram

EtiketlendiMedya
Bu yazıyı paylaşın
Facebook Email Bağlantıyı Kopyala Print
Önceki Makale ‘Cumhuriyetçiyiz’ diyebilmek
Sonraki Makale Tele1 çalışanları istifa etti

Medya Günlüğü
bağımsız medya eleştiri ve fikir sitesi!

Medya Günlüğü, Türkiye'nin gündemini dakika dakika izleyen bir haber sitesinden çok medya eleştirisine ve fikir yazılarına öncelik veren bir sitedir.
Medya Günlüğü, bağımsızlığını göstermek amacıyla reklam almama kararını kuruluşundan bu yana ödünsüz uyguluyor.
FacebookBeğen
XTakip et
InstagramTakip et
BlueskyTakip et

Bunları da beğenebilirsiniz...

GünlükManşet

Tele1 çalışanları istifa etti

Medya Günlüğü
31 Ekim 2025

Mehmet Şüküroğlu çiziyor

Mehmet Şüküroğlu
31 Ekim 2025
EditörMentor

Bahis gerçekleri ortaya çıksın

Mentor
31 Ekim 2025
Günlük

Bugünkü köşe yazıları

Medya Günlüğü
30 Ekim 2025
Medya Günlüğü
Facebook X-twitter Instagram Cloud

Hakkımızda

Medya Günlüğü: Medya eleştirisine odaklanan, özel habere ve söyleşilere önem veren, medyanın ve gazetecilerin sorunlarını ve geleceğini tartışmak isteyenlere kapısı açık, kâr amacı taşımayan bir site.

Kategoriler
  • MG Özel
  • Günlük
  • Köşe Yazıları
  • Serbest Kürsü
  • Beyaz Önlük
Gerekli Linkler
  • İletişim
  • Hakkımızda
  • Telif Hakkı
  • Gizlilik Sözleşmesi

© 2025 Medya Günlüğü.
Her Hakkı Saklıdır.
Webmaster : Turan Mustak

Welcome Back!

Sign in to your account

Username or Email Address
Password

Lost your password?