İngilizcilik meselesi-Mehmet Ali Güller (Cumhuriyet)
“İktidarın muhaliflerini İngiliz casusluğu ile suçladığı, İngiliz casuslarının başının İstanbul’da casus platformu tanıtarak muhbirlere çağrı yaptığı, iktidarın İngiltere’yle savaş uçağı anlaşması imzaladığı, muhaliflerin ise İngiliz iktidar partisinden dayanışma beklediği şu günler, hakikaten de tuhaf zamanlar değil mi?
Ve tüm bunlar tam da İngilizlerin iki yıl ömür biçtiği Cumhuriyetimizin 102. yıldönümünde yaşanıyor. Üstelik 102 yıldır Mustafa Kemal, Cumhuriyet ve devrim karşıtlarınca “İngilizci” diye suçlanıyor. Çünkü 102 yıldır bu ülkede İngilizciler ile İngiliz karşıtları çarpışıyor ve 102 yıldır İngilizciler, İngiliz karşıtlarını İngilizci diye suçlayarak İngilizcilik yapıyor.
İngiliz İşçi Partisi lideri ve İngiltere Başbakanı Keir Starmer Türkiye’deydi. Starmer ve Erdoğan, Eurofighter savaş uçağı satışı anlaşması imzaladı.
CHP ise bir süredir İngiliz İşçi Partisi’ne kızgın. Özgür Özel, Avrupa Sosyalist Partisi zemininde dayanışma göstermemesi nedeniyle İngiliz İşçi Partisini eleştiriyor. CHP, İngiliz İşçi Partisi’nden ve diğer Avrupalı sosyal demokrat partilerden, kendilerine uygulanan hukuksuzluk karşısında dayanışma bekliyor.
Buraya döneceğiz ama önce imzalanan anlaşmanın siyasi mesajına bakalım. Evet, Türkiye ile İngiltere’nin imzaladığı Eurofighter savaş uçağı alımı anlaşması kime ya da kimlere mesaj anlamına geliyor? Yeni Şafak yazarı Nedret Ersanel, dün köşesinde bu anlamlı soruya yanıt için bir çözümleme yaptı ve anlaşmanın mesajının sırasıyla Rusya, İran ve Çin’e olduğunu belirtti, bence de doğrudur (Yeni Şafak, 29.10.2025).
Anlaşmanın, Erdoğan’ın baş rakibi İmamoğlu’nun İngiliz casusu ilan edilmeye çalışıldığı şu günlerde imzalanması, başta da belirttik, her haliyle tuhaf. Ama meseleyi daha tuhaf yapan kısmı şu:
İmamoğlu’nu İngiliz casusu ilan edebilmek için İmamoğlu’nun seçim kampanyası direktörü Necati Özkan’a yanaşan Hüseyin Gün üzerinden ilerlemeye çalışıyorlar. Gün’ün rehberindeki bazı isimler, Gün’ün ajanlığının delili sayılıyor. Örneğin David John Charters, Gün’ün telefon rehberinde “MI6 Başkanı Richard Moore’un arkadaşı” diye kayıtlı.”
Soylu’yu kurtarmayan, Tekin’i ve Bayraktaroğlu’nu kurtarır mı?-Deniz Zeyrek (Nefes)
“Bu yıl Cumhuriyet’in 102. yıldönümü kutlamalarında Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın fotoğrafları üzerinden yeni bir siyasi tartışma başladı.
Tartışmayı Genelkurmay Başkanlığı ve kuvvet komutanlıklarına asılan fotoğraflar ile Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’in okullara gönderdiği “asılması zorunludur” yazısı tetikledi.
Aslında gündeme alınmaya, tartışmaya değer bir konu mu emin değilim.
Zira iktidarın milli bayramlarda binalara fotoğraf asma ve bu konuda ısrar etme konusunu Anıtkabir avlusuna bir grup partili taşıyarak Erdoğan lehine sloganlar attırmayla aynı görüyorum ve “buna neden ihtiyaç duyarlar ki?” sorusunu sormanın ötesine geçmiyorum.
Sahi güçlü, özgüvenli bir lider neden böyle bir şeye ihtiyaç duyulur ki?
İktidar mensupları büyük ihtimalle bu eleştirilere “Atatürk’ün resmi neden asılıyorsa aynı koltukta oturan Erdoğan’ın resmi de o nedenle asılıyor” gibi bir gerekçe üretebilirler.
Bu gerekçenin haklı olup olmadığını anlamak için gelin “Neden Milli Bayramlarda Atatürk Resmi Asarız” sorusuna yanıt arayalım:
1) MİNNET VE SAYGI İFADESİDİR: Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ve bağımsızlık mücadelesinin lideridir. 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı, 19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı gibi günler, doğrudan onun önderliğinde kazanılan zaferlerin ve devrimlerin yıldönümleri olduğundan Atatürk de kutlamaların odağındaki isimdir. Fotoğraf asılması hem bir saygı duruşu hem de kolektif hafızayı canlı tutma amacını taşır.
2) ORTAK SEMBOL: Milli bayramlarda Atatürk’ün fotoğrafı sadece bir liderin portresi değil, ortak bir kimliğin ve bağımsızlık bilincinin sembolüdür. Halkın ve devlet kurumlarının kurucu değerlere bağlılığını simgeler. Kurtuluş Savaşı’nın ve Cumhuriyet devrimlerinin hatırlatılması, yeni nesillere aktarılması amacıyla, görsel olarak da bu simgeler öne çıkarılır.”
Kendi siber güvenlik şirketini hackleten Amerikan ajanı: Aaron Barr-Eray Özer (T24)
“Ekrem İmamoğlu, Necati Özkan ve Merdan Yanardağ. Bu üç isim casusluk suçlamasıyla karşı karşıya.
Belki de suçlama bu kadar ciddi olduğu için üç ismin ve onlarla birlikte “suç örgütüne üye olmakla” suçlanan Hüseyin Gün’ün ifadeleri tüm detaylarıyla basında yer aldı. Ben de hepsini okudum.
Konu “siber” meseleler olunca, malumunuz bu konulara meraklıyım, saatlerimi ifadelerde ismi geçen isimleri araştırmakla geçirdim.
İşin adli boyutunu hukukçular bilir lakin benim ifadelerden ve sorulan sorulardan anladığım şu: Hüseyin Gün, İBB’den “iş kapmak” amacıyla Necati Özkan’a 2019 seçimlerinden çok kısa süre önce birtakım lüzumlu-lüzumsuz bilgiler sağlıyor. Birkaç ay sonra da İBB’ye bu kez “bütçeli” yani para karşılığı bir hizmet vermek için bir sunum hazırlıyor.
Öyle anlıyoruz ki, bu sunumun aktarıldığı toplantı sonrası Necati Özkan bu isimle çalışmamayı tercih ediyor ve ilişki orada kesiliyor.
Benim size anlatmak istediğim kısım ise Hüseyin Gün’ün iş ortağı ve medyanın bir bölümünde günlerdir “İşte O Amerikan Ajanı” diye manşet üstüne manşetle tartışılan Aaron Barr isimli kişinin geçmişte yaşadıklarına dair.
Bu adam geçmişte sahiden de istihbarat servisleriyle çalışmış. (O konuda da somut bir şey yok ama en azından kendi beyanı da bu yönde.)
Sonra ayrılıp özel sektöre yönelmiş ve kariyerine orada devam etmiş.
Aaron Barr neredeyse tüm Amerikan medyasının gündemine, üstelik de alaycı haberlerle düşmesi de özel sektör kariyerinin ilk yıllarında olmuş.
Birazdan okuyacaklarınıza “yok artık” diyeceksiniz biliyorum ama hepsi doğru. Skandal seviyesinde bir iş bilmezlik, bırakın eğitimli istihbaratçıyı kafası az çok çalışan herhangi birinin yapmayacağı seviyede basit ve saçma sapan hatalarla kendine berbat bir kariyer yapmış Aaron Barr.
Barr özel sektöre geçişinden bu yana kafayı “sosyal medya istihbaratı” denen bir mevzuyla bozmuş, marin (deniz) kriptolojisi alanında çalışmış bir isim.
Sosyal medya istihbaratından kasıt şu: Bu arkadaşın iddiası o ki, bir şirketin çalışanları sosyal medya paylaşımlarında farkında olmadan aslında “düşmanın” (bu arkadaşlar böyle süslü lafları seviyor ama kastettikleri rakip firmalar vs.) eline çeşitli şekillerde kullanılacak bilgiler veriyorlar. Aaron da işte tüm bu sosyal medya verilerini derleyerek potansiyel müşterilerine bir rapor hazırlıyor.
Ne mesela? Misal bir CEO’nun eşi bir spor salonuna gidip oradan bir fotoğraf mı paylaşıyor… Aaron’a göre bu bilgiyi elde edenler o spor salonun üyelik kayıtlarını hackler, CEO’nun eşinin e-posta bilgilerine ulaşır ve oradan da o e-postayı kırar, sonrasında da CEO’yu karısıyla özel yazışmaları üzerinden tehdit eder. Gibi…
Aaron ve şirketi de güya bu türden sosyal medya açıklarını tespit ediyor ve raporluyor.
Meselenin özeti bu…”
AFAD gönüllüsü, IŞİD’den tutuklandı-İsmail Saymaz (halktv.com.tr)
“Muğla’da geçen ay IŞİD operasyonu yapıldı.
‘Fecr İslam Gençliği’ adlı selefi topluluğun lideri Şafii İ., kardeşi Onur İ., ve Abdulkadir F., IŞİD üyeliğinden tutuklandı. Geçmişte Suriye’de silahlı faaliyet gösterdiği yönünde hakkında istihbarat bulunan Onur İ., AFAD’da kentsel arama kurtarma ve tehlikeli madde eğitimi almış.
‘Fecr İslam Gençliği’ adlı selefi topluluk 10 yılı aşkın zamandır Muğla’nın Şeyh Mahallesi’ndeki bir adreste faaliyet gösteriyor. Bina medrese olarak da kullanılıyor.
Liderleri Şafii İ., Van’dan Muğla’ya göçen, inşaatçılıkla meşgul bir ailenin üyesi.
41 yaşında, dört çocuğu var.
Kardeşi Onur İ. ise 29 yaşında.
İnşaat Teknisyenliği bölümünü okuyor.
Üç çocuk babası.
İki kardeşin aralarında olduğu beş kişi 2015’te yasadışı şekilde Suriye’ye geçerek, Heyet Tahrir Şam kontrolündeki bölgeye girmiş.
Onur İ., Suriye ve Irak’ta babaları çatışmalarda ölen çocukların ve ailelerinin kaldığı kampta kömür dağıttıklarını söylüyor.
Suriye’ye ikinci geçişleri 2021 yılında.
Türkmendağı’nda gıda dağıtıp geri gelmişler.
Son ziyaretleri Şubat-Mart 2025’te olmuş.
Onur İ. ve arkadaşları İdlib’e giderek, Türkiye’nin El Kaide üyeliğinden sarı kategoride aradığı, ‘Musa Ebu Cafer’ kod adlı Musa Olğaç ile tanışmış.
Onur İ., şöyle diyor:
“Sosyal medyadan tanıdığım, Musa Hoca diye bilinen Olğaç’la tanışıp konuşma fırsatım oldu. Ayak üstü yarım saat kadar sohbet ettik.”
İki hafta sonra ağabeyi Şafii İ. de yanlarına gelmiş.”
Dağdakilerin siyasete girmesi-Ahmet Taşgetiren (Karar)
“2006 yılının Ekim ayında Diyarbakır ziyaretinde Doğru Yol Partisi (DYP) genel başkanı sıfatıyla katıldığı bir iftar programında Mehmet Ağar “Yukarıda elde silahla mı dolaşsın, ovada siyaset mi yapsın?” gibi bir cümle kurar. Bu cümle 8 ekim tarihli Hürriyet’in manşetine “Dağda silah tutacağına düz ovada siyaset yapsın” şeklinde girer. Ondan sonra da “Düz ovada siyaset” terör örgütünü dağdan indirme projelerinin merkezine oturur.
Terör örgütünün silah bırakıp kendini feshettiğini, Türkiye’den de çekildiğini açıkladığı bugün de “Peki bundan sonra?” sorusunun cevabı aranırken konuşulan, “Dağdan inenlerin ovada siyaset yapabilmeleri” imkanının verilip verilmeyeceği meselesi…
Örgüt bunu istiyor, DEM de “İşte örgüt adımlar attı, Devlet de adım atsın” söylemiyle bu taleplere sahip çıkıyor.
Örgüt ve paralelinde DEM, Bahçeli’nin de dile getirdiği “Umut hakkı” çerçevesinde Öcalan için de, özgürlük talebini seslendiriyor.
Süreç, Meclis Komisyonu’nun dinlemelerinin ardından bir karar arefesine gelmiş görünüyor.
Kararı kuşkusuz iktidar verecek. Ancak iktidar cenahında görüşler netleşmiş değil. Halk desteği “Terörsüz Türkiye” için var, “örgüte meşruiyet” noktasında çok sınırlı. DEM tabanında bile fireler mevcut.
Tartışmalar devam edecek belli ki…
Sürecin nihayetinde muhtemelen örgüt mensupları “Düz ovada siyaset” hakkını elde edecekler.
Bu DEM bünyesinde mi olacak, yoksa Öcalan’ın daha aktif liderliğinde bir yeni siyasi yapı mı kurulacak, henüz belli değil.
Ama örgüt mensuplarının aktif siyasete katılmaları belli ki “Kürt siyaseti”nde ayrı bir ton ekleyecek.
En azından örgüt mensuplarının bu yoldaki ısrarı, siyasette etkin olma arzularının yansıması olarak okunabilir.
Etkin olma durumunun Dağın getirdiği radikalizm sonucu mevcut yapılar içinde sancı oluşturması çok mümkündür. Bu, bir noktada, partinin Türkiye iklimindeki konumunu savunulamaz hale getirme riski de oluşturabilir.
DEM’in şu andaki toplantılarının da çok geniş tartışmalara sahne olduğu biliniyor. Bu, parti kadrolarının bakışının, beklentilerinin, Türkiye okumalarının çok farklı olmasından kaynaklanıyor olabilir. Buna bir de “Dağ elemanları” ilave edildiğinde, tartışmaların çok daha renkli hale gelmesi tabiidir.
Bu arada söyleyelim, gerçekten “Dağdan inenler”in parti bünyesinde nasıl isimlendirileceği bile ilginç gelişmelere yol açabilir.
Not: Başlıklara tıklayarak yazıların tamamına ulaşabilirsiniz.
***
Medya Günlüğü sosyal medya hesapları:
