O avukatın ölmesi mi gerekiyordu?-Barış Pehlivan (Cumhuriyet)
“Cenk Yiğiter’i bilir misiniz? Bir dönem akademisyendi. Şimdi avukat. “Bir dönem” diyorum çünkü araştırma görevlisi olduğu Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden “Barış İçin Akademisyenler” bildirisine imza attığı gerekçesiyle ihraç edilmişti.
Takip edenler bilir; avukat Yiğiter, 20 Mayıs’ta Ankara’daki evinin önünde silahlı saldırıya uğradı. Yiğiter yaralandı, kurşun sol bacağından çıktı.
Soruşturmada sadece 22 yaşındaki saldırgan İkbal Önal tutuklandı. Ancak tetikçinin 16 yaşındaki kardeşi E.Ö. ile tetikçiye silah temin eden Atillah ve Mehmet Karapınar serbest bırakıldı. Düşünün ki Karapınar kardeşler tetikçi Önal ile Ankara’da buluşmuş, ona silah vermiş ve saldırının gerçekleşeceği yere götürmüş kişilerdi. Ancak nedense tutuklanmadılar.
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı saldırıya dair “kasten yaralama” ve “ruhsatsız silah bulundurma” suçlarından üç kişilik iddianame düzenledi. Gelin görün ki olayda kullanılan Glock marka silahın izi de Önal’a “vur emrini verdiği” belirtilen “Boran abi” lakaplı kişinin kim olduğu da belirsiz. Yetmedi, olaydan önce Atillah Karapınar’dan saldırı silahının benzerinden istediği belirlenen E.T., saldırının olduğu gün Mehmet Karapınar’a para gönderdiği belirlenen Z.O’ya dair hiçbir bilgi de iddianamede yer almadı.Yetmedi, tetikçinin “Bu 5 bin lirayı al; Ankara’ya gideceksiniz, orada birinin bacağına ateş edeceksiniz” dediğini iddia ettiği iki kişinin bile kim olduğu meçhul.
Şimdi…
Cenk Yiğiter’e saldırının ilk duruşması, 13 Ekim’de Ankara 47. Asliye Ceza Mahkemesi’nde görüldü. Ancak yine dosyada bir ilerleme kaydedilmedi.”
Kim sağcı kim solcu-Soner Yalçın (Nefes)
“Filozof Nietzsche, felsefi ve edebi düşüncelerini dile getirmek için çoklukla “çöl” benzetmesi yaptı.
“Çöl” sembolizmi, yoksunluğun, yalnızlığın, tükenmişliğin, çürümenin olduğu kadar kurtuluşun, yaşamın yeniden yaratılmasının mekânıydı…
Ülkemizdeki “düşünsel çölleşmeyi”, hayatın yeniden yaratılmasına nasıl dönüştürebiliriz?
Düşünen üreten aydına ihtiyacımız var. Öğrenme isteği bunun ilk adımı…
Son kitabım “Solcular/Sessizliğe Söz Düşenler” tartışma çıkarır sandım, yanıldım. Sadece bir gazeteci arkadaş “Cemil Meriç, Nurettin Topçu, Sezai Karakoç solcu mu yani” dedi!
Tartışılmasını istediğim tam buydu: Türkiye’de kim sağcı kim solcu?
Hürriyet gazetesindeki yazılarımdan itibaren bu soruya yanıt vermeye çalışıyorum.
Son kitapta da belirttim, kaba “iki mahalle kavgası” temelsiz… Öyle ki, “cehalet çuvaldızını” kendi mahalleme batırayım:
Kerim Sadi, Abidin Nesimi, Melami Şeyhi Mecdi Tolun (ki Mustafa Suphi’yi komünist yapandır), Şeyh Hacı Ömer Lütfü Paçariz, Abdülbaki Gölpınarlı’yı tanımıyor…
Dr. Hikmet Kıvılcımlı’nın “Allah Peygamber Kitap” eserinde neler yazdığını bilmiyor. Ki sosyalist partisi din propagandası yapmaktan kapatıldı!
Mihri Belli-Doğan Avcıoğlu’nun, R. Garaudy’nin “Sosyalizm ve İslamiyet” kitabını çevirdiğini biliyorlar mı?
Tarikat mensubu Şeyh Bedrettin’i sadece Nazım Hikmet’in şiirinden tanıyorlar…
Ne Marks’ın ne de Rosa Luxemburg’un din yazılarına tam vakıflar…
Ne Ali Şeriati ve Mustafa Sıbai’ye, ne de Harici, Mutezile veya Karmatiler’e gireyim…
“Çölleşmeyi” aşmak zorundayız…
Sokak röportajlarında insanlara soruluyor; “bunu tanıyor musunuz” diye…
“Medeniyetin kanunlarını yazan” İbn Haldun sorulsa bilenler sadece “bir üniversite adı” diyecektir!
Peki, bizim mahalle ne kadar tanıyor? TKP’li Sevim Belli’nin “Mukaddime” eserini çevirip Marksist yayınevi Onur yayınlarının bastığını bilir mi? Din bilgini Turan Dursun da tercüme etti…
İbn Haldun üzerinde sıklıkla duran düşünürlerin başında Cemil Meriç geldi; 1974 yılında yayınladığı “Umrandan Uygarlığa” kitabında İbn Haldun düşüncesine detaylı biçimde yer verdi…
Siyasal İslamcılar İbn Haldun’u çok geç tanıdı. Belki bunda İkinci Abdülhamit’in “Mukaddime” eserini yasaklaması sebep olabilir. Namık Kemalleri etkileyen kitabı nasıl yasaklamasın! Ki, 1377’de basılan bu eserin Osmanlı tercümesi 1730’da oldu, hayli geç geldi…
Şuraya varmak istiyorum:
İster Cemil Meriç, ister Nurettin Topçu, ister Teoman Durali, ister Alev Alatlı veya Sezai Karakoç olsun, solun bu fikir insanlarına soğukluğunun temelinde kaba pozitivizm var.
Bu nedenle devrimci İslam’ı da “sağcı” sanıp, inanca yüzeysel yaklaştılar. “Bilim, bilim” diye Batı’nın ideolojik sömürüsüne boyun eğdiler. İş gelip “hangi Batı” sorusuna takılıyor yani…”
İddia sahibi iddiasını ispat etsin ama gazeteci de kayıtsız kalmasın!-Tuğçe Tatari (T24)
“Şimdilerde konuşmak ve yazmak, neredeyse içinde yaşadığımız despotizm döneminin en zor işlerinden biri haline geldi. Çünkü memlekette siyasi başarı, iktidarı bire bir kopyalayarak elde edilebilir sanılmış; umutlar, umutlarımız buradan yeşertilmiş… Siyaset, sosyal medya ve medya da buna göre yeniden şekillenmiş gibi görünüyor.
Bir süredir adını koyamadığımız “tiplerin” neden, nereye ve kimler tarafından yerleştirildiği artık netleşti gibi. Ama kimse konuşamıyor, kimse söyleyemiyor, kimse tartışamıyor… Çünkü, her iki taraf da bu kavgayı aynı tarzda, aynı araçlarla veriyor…
Burada isyan etmek de bize, yani kimseyle yürümeyen eser miktarda insana düşüyor aslında. Ortada pek bir umut kalmadığı gibi, çürümeye direnen insanları da “kötü abilerinizi” taklit ederek kurtarabileceğinize inanmanız -ya da inandırmanız- gerçekten etkileyici bir zekâ ürünü.
ma en acıklısı da çürümeye sağladığınız katkı, çürümeye verdiğiniz destek. Bunları konuşacağız elbet…
Bu konuyu şimdilik burada bırakıyorum ama muhakkak devam edeceğimin notunu düşerek.
Bugün, tüm bu saçmalığın içinde kendi mesleğime dair olanlardan, işin bize yazan kısmından bahsetmek istiyorum.
Bu bahse geçmeden önce de sizi mesleğe dair bazı temel bilgilerle kendimle aynı düzleme getirmem gerekiyor; çünkü aksi hâlde çarpıtan, küçük bir kelime oyunuyla çürütmeye çalışan ve saldıran çok oluyor. Trol mrol filan durdurmaz elbet temiz kalanı; bizim işimiz gerçekle, tutkumuz da gerçeği ısrarla söylemekte.
O hâlde başlayalım: Gazetecilik, olayları, olguları ve gelişmeleri kamu yararı doğrultusunda araştıran, analiz eden ve kamuoyuna aktaran bir iletişim mesleğidir. Amaç, halkın bilme hakkını korumak ve siyaseti, siyasetçileri, iktidarı, kurumları toplum adına denetleme işlevi görmektir.
Mesleğimizin temel İlkeleri: Doğruluk ve güvenilirlik, tarafsızlık ve adalet, kamu yararı, kaynağı koruma, etik sorumluluk…
Gazetecilik mesleğinin toplumsal bir gücü vardır ve bu güç tamamen güven üzerine kuruludur.
Toplum, gazeteci kişilere güven duyar. O güvendir aynı zamanda ‘toplumsal itibarı’ sağlayan.
Eğer bir haberin yapılış nedeni, bir konunun işlenme biçimi ya da öne çıkarılan isimler konusunda kuşku oluşursa, kamuoyu manipüle edilmiştir, güven ilişkisi kötüye kullanılmıştır. Bu noktada, hepimizin ulaşmak için çabaladığı o olmayan demokrasi bir kez daha zarar görür; çürüme hızı artar.
Doğruluk ve dürüstlük olmadan tarafsızlık, bağımsızlık ya da ifade özgürlüğü anlamını yitirir.
Yani özetle; gazeteciliğin en önemli etik kuralı, “doğruları hiçbir çıkar ilişkisine bulaşmadan, kamu yararı için yazmaktır.”
Bu yazıyı yazmama sebep olan soruya gelelim artık: Bir gazeteci, “açıktan para aldığı” yani -haber, yorum veya kişileri öne çıkarmak karşılığında bir çıkar elde ettiği- iddiasıyla karşılaşırsa ne yapmalıdır?
Hiç kuşkusuz, hukukun temel ilkesi bu durumda da geçerlidir. Nedir o ilke; müddei iddiasını ispatla mükelleftir. Yani, iddia sahibi iddiasını kanıtlamakla yükümlüdür.
Ancak, mesleğini maddi çıkar elde etmek için istismar etmekle, misal “muhataplarından para almak”la suçlanan bir gazeteci için, suçlamayı reddetmek, “herhangi bir kimse veya kurumdan veya yapıdan herhangi bir para almadığını” açıklamak o kadar da zor olmasa gerektir.
Zira bu tür iddialar karşısında sessizlik gazeteci için muhatabı önemsememe değil, cevap veremeyecek durumda olmak şeklinde de yorumlanabilecektir. Gazetecilere sorumluluklarını hatırlatan gazetecilere tepki göstermek, sessiz kalınan bir tartışmadaki soru işaretlerini maalesef ortadan kaldırmaz, aksine koyulaştırabilir.
Sanıyorum ki “Ben asla kimseden para almadım” demekten daha kolay bir açıklama biçimi yoktur. Örneğin, izlediğim kadarıyla defalarca “fon aldığı” iddiasıyla muhatap olan T24, her seferinde çıkıp “hiçbir kişi, şirket, kurum, fon” gibi bir yapıdan destek almadığını açıkladı. Şeffaf olmak koşulu ve netamesiz bir kaynak olması koşuluyla “fon almak” elbette suç değil. Ancak fon almakla “suçlanırken”, “tek kuruş almadık” açıklamasını yapmaktan imtina eden gazeteciler var, bunu söylemek istiyorum.”
TCG Anadolu gibi MUGEM de seçim için kullanılır-Uğur Ergan (halktv.com.tr)
“Eğer cumhurbaşkanlığı seçimlerine yeniden katılıp aday olabilmeyi başarırsa, Tayyip Erdoğan’ın propaganda malzemeleri yavaş, yavaş şekilleniyor gibi.
ABD Başkanı Trump’tan aldığı övgü ve tam destek ile savunma sanayi hamleleri şu an cepteler. Eğer gerçekleşirlerse, Filistin sorununa iki devletli çözüm ve kalıcı barış ile “Terörsüz Türkiye” projesi de bunlara eklenir.
Dikkatinizi çekmiştir, iktidar medyasının gündem değiştirmedeki maharetlerinden birisi, AKP için işler sarpa sardığında manşetlerini savunma sanayinde yapılan hamlelerle süslemek.
“Savunma sanayinde yapılanların nesi kötü?”diye hemen söylenmeyin. Muhabirliğimde bu alana bakan birisi olarak yapılanlardan rahatsızlık duymam söz konusu değil. Tuhaf olan, savunma gibi hassas ve gizlilik gerektiren bir alanın siyasi emeller için kullanılması.
Ne demek istediğimi anlatmaya çalışayım:
19 Mart’ta İBB Bakanı Ekrem İmamoğlu’nunhedef alınmasıyla başlatılan ve CHP’nin üzerine dalga dalga giden siyasi darbe AKP’deki oy erimesini hızlandırdı.
AKP-MHP ikilisi, “Terörsüz Türkiye” projesinin halkta yarattığı “Koltuğu koruma projesi” algısını da bir türlü yıkamıyor. Son dönemde buna bir de DEM’le yaşanan krizleri ekleyebiliriz.
Yaşayarak hissettiğimiz ekonomik sıkıntılar, kayırmacılık, başta Atatürk olmak üzere laiklik konusunda toplumun can damarına basan söylem ve davranışlar da, AKP ile CHP arasında puan farkının açılmasındaki diğer etkenler.
Erdoğan önüne gelen anketlerde farkı görünce, eski yeni hiç fark etmez, savunma sanayindeki projeleri devreye sokmaktan çekinmiyor. Tek bir yerden giden talimatla gazetelere coşku dolu manşetler atılıyor, televizyon ekranları süsleniyor.
Erdoğan’ın başaktör olduğu savunma sanayi hamleleri sonrası iktidar medyasında yayınlanan yandaş anket sonuçlarında “AKP, CHP’nin önüne geçti” iddiası işleniyor.
Hatırlayın lütfen. 2023 Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesi liman liman gezdirilerek halkın ziyaretine açılan ve “Erdoğan liderliğindeki Türkiye’nin milli gururu”olarak lanse edilen TCG Anadolu gemisi için “Türkiye’nin ilk uçak gemisi” denmemiş miydi?
Emekli Amiral Türker Ertürk, bu bir uçak gemisi değil diye yırtındıkça, neredeyse “vatan haini” ilan edildi.
E şimdi ne deniyor Anadolu için?
Dünya’nın ilk SİHA/İHA gemisi. Hani uçak gemisiydi?
Belki görmüşsünüzdür, son Teknofest Mavi Vatan Programı’nda Erdoğan, gerçek uçak gemisi diyebileceğimiz Milli Uçak Gemisi (MUGEM) için geliştirilen test rampasının son modül kaynağını yaptı.
AKP’lilerin “2023’de yaklaşık yüzde 5 oy getirdi” dediği Anadolu gemisi gibi, MUGEM de önümüzdeki Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Erdoğan’ın etkili propaganda araçlarından birisi olursa hiç şaşırmayın.”
Muhalefetin gerçeklikle bağı koparsa-Fehmi Koru (Karar)
“Yarım asrı aşan gözlemciliğim siyaset konusunda bana hiç değilse bir şey öğretti: Siyasette “Mümkünü yok, olamaz” keskinliğinde bir cümlenin yeri bulunmadığını…
Zamanında yaptığı sözlü çıkışlarla bir siyaset stratejisti olduğunu da ispatlamış rahmetli Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, aynı gerçeği kendine has üslubuyla hepimizle paylaşmamış mıydı?
“Dün dündür, bugün ise bugün” veciz cümlesiyle…
Gerçekliği defalarca ispatlanmış bu bilgiyi sürekli zihnimde taşıdığım için, siyaset alanıyla ve siyasetçilerle ilgili olarak hiç kimseyle iddiaya girmem…
Yakın tarihte yaşanmış örneklere bu gözle bakalım isterseniz.
CHP’nin genel başkanı sıfatını taşıyan bir siyasetçinin, birden bire, ‘helalleşme’ sözcüğü eşliğinde kendi partisinin geçmişine farklı yaklaşabileceğini, seçim saikiyle bile olsa, karşıt fikirlilerden oluşan partilerle ‘Millet İttifakı’ arayışına girebileceğini, kurduğu ‘6’lı masa’da muhafazakar partilerin liderleriyle buluşup fikir teatisinde bulunabileceğini tahayyül edebilir miydiniz?
Aynı soru, tersinden, CHP lideri tarafından kurulan masaya ilgi göstermiş muhafazakar partiler ve liderleri için de sorulabilir.
Mümkün görünmeyen bu gelişme 2023 seçimlerinde yaşandı.
Ondan öncesi de var.
Adalet ve Kalkınma Partisi ve liderine en haşin sözlü saldırıların siyaset alanındaki sahibi hangi parti ve lideriydi?
MHP ve lideri Devlet Bahçeli değil miydi?
Arşiv, MHP liderinin yalnız AK Parti liderinin şahsına değil, onun arzu ettiği bilinen sistem değişikliğine de şiddetle karşı olduğunun örnekleriyle dolu.
Mümkün olmayacağı sanılanlar oldu: MHP yalnızca Cumhur İttifakı içerisinde buluşmakla kalmadı AK Parti ile, partisinin varlık sebebi sayılabilecek daha başka temel bir konuda da 180 derece tavır değişikliği yaşadı.
‘Terörsüz Türkiye’ hedefi için DEM Parti ile MHP yakınlaşması Bahçeli’nin sürpriz çıkışının eseridir.
Sözün kısası, siyasette her şey mümkündür.”
Not: Başlıklara tıklayarak yazıların tamamına ulaşabilirsiniz.
***
Medya Günlüğü sosyal medya hesapları:
