İmamoğlu yargılıyor!-Mustafa Balbay (Cumhuriyet)
“İstanbul Belediye Başkanı ve CHP’nin cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu tutuklandıktan 19 gün sonra dün hâkim karşısına çıktı. Ancak hâkimler ve savcılar İmamoğlu’nun karşısına çıkmadı, çıkamadı. O nedenle de dünkü iki davası 16 Haziran’a ve 11 Temmuz’a ertelendi.
Bu durum davaların seyri konusunda bir fikir veriyor! FETÖ’nun kumpas davalarının çok kötü bir kopyası ile karşı karşıyayız. Silivri’deki daha ilk duruşma gösterdi ki elde İmamoğlu için hüküm verecek bir durum yok, dosya çevirecekler. Bu gidişle her yeni soruşturmayı eskisiyle birleştirip yığma yaparlarsa şaşırmayacağız.
Ergenekon davalarında tam 23 iddianame birleştirilmiş, böylece kimin neyle suçlandığı karmakarışık hale getirilmişti. Tutuklu sanıkların tümünün sorgusu bitmek üzereyken 15-20 sanıklı yeni bir iddianame getirilir, mevcutla birleştirilir, biraz daha uzatılırdı. Bunu Silivri’de hâkimlere şöyle anlatmıştık:
“İstanbul’dan Ankara’ya doğru yola çıkıyorsunuz… Tabela: Ankara 350 km, bir saat sonra 250 km… Bir saat daha gidiyorsunuz, Ankara 400 km! Yargılamanın kendisi işkence haline geldi.”
Yukarıdaki örnekten yola çıkınca İmamoğlu’nu gerçek anlamda yargılamaktan kaçındıkları için benzer yollara başvurabilirler.”
Kaotik küresel sistem ve Erdoğan’a duyulan ihtiyaç!-Okan Müderrisoğlu (Sabah)
“Adrese teslim, hedef odaklı, vizyoner bir konuşmaydı. Temelinden çatırdamakta olan küresel sistemde Türkiye’nin özgün konumunu vurgulamakla kalmadı, yeni dönemdeki yerini de tayin etti.
Bu yıl 4’üncüsü düzenlenen Antalya Diplomasi Forumu’nda (ADF) dünya liderlerine ve halklara seslenen Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, “barış, refah, güvenlik eksenli adil uluslararası ilişkiler modelinin” yeni reçetesini de yazdı.
Bu amaçla Orta Doğu sorununu merkeze alan ve çözüm yollarını gösteren sarsıcı bir anlatım yöntemini tercih etti. İnsanlığın ve global vicdanın sözcüsü olarak, İsrail’in Gazze’de işlediği soykırım suçuna bir kez daha ve en güçlü şekilde karşı durdu… “360 kilometrekareye hapsettiği, insani yardım girişine izin vermediği, aylardır açlığa, susuzluğa, ilaçsızlığa mahkum ettiği bir halkın üzerine çocuk, kadın, yaşlı, sivil demeden bomba yağdırmak gaddarlık değil midir? Savaşta dahi olsa meşru bir devlet böyle hareket eder mi? Bunun adı devlet terörü değil midir? İsrail terör devletidir, başka bir ismi olamaz!” dedi.”
Nuray Mert ve “terör örgütü üyeliği”-Yasin Aktay (Yeni Şafak)
“Geçtiğimiz hafta içinde Nuray Mert hakkında “terör örgütü üyeliği” suçlamasıyla bir dava açılmış olduğunu duyduğumdan beri Türkiye’de yaşadığımız son 40 yıl önümde defalarca seyrettiğim bir uzun film şeridi gibi geçip duruyor. Ne oluyoruz? Nereye gidiyoruz? Haberi birçok arkadaşa yolladım ve aynı soruyu sordum, ne oluyoruz? Eski ortak arkadaşlarımızın çoğu benden duymuş oldu haberi. Onlarda da bir şaşkınlık.
Nuray Mert’e birçok şey söylenebilir, neticede çok keskin ve çok kişiyi rahatsız edecek fikirleri ve duruşları olan biri. Ama ona isnat edilemeyecek, yakıştırılamayacak, hatta yapışmayacak belki tek şey bir “terör örgütü üyeliği” veya hatta herhangi “bir örgüte üyelik”. O hiçbir örgüte üye olamayacak kadar bağımsız düşünebilen, özde muhalif bir kişiliğe sahip çünkü. Bildiğim kadarıyla katıldığı bütün zeminlerde, kendi doğrularına göre yanlışları söylemekten hiçbir zaman geri durmayan, belki bu yüzden hiçbir yapı veya örgüt içinde bir yer edinemeyecek bir duruşa sahip.”
Haddini bil 300, sen de 301!-Umur Talu (T24)
“300 ve 301…
İlki, Trump ABD’sinde “Filistin yanlısı” bildiri imzaladıkları için vizeleri iptal edilen ve kazandıkları öğrenim hakları ile varsa bursları yakılan üniversitelilerin sayısı. En az 300.
İkincisi, 301, şimdi kimileri tahliye edilse de, protestolarda Türkiye’de gözaltına alınan, tutuklanan öğrencilerin sayısı.
Sayıda da bu kadar benzerlik olur mu, oluyor! Karakterler benzeyince, o “Filistin yanlıları ve Netanyahu İsrail’i karşıtları”nı avlıyor; siz “size itirazı olanlar”ı!
Ama tabii siz “Filistinlilerden yanasınız.” Öyle ama Trump, “Başörtülü Rümeysa kardeşimiz”i ters kelepçeyle alan, götüren, haklarından mahrum eden düzenin o “despotik reis”i, hem de Filistinlileri katleden “Bibi”nin yanında sizi övüyor. Ve bir tür acınası medyanız bundan gurur duyuyor!
Gurur duyulacak bir şey mi, överken bir yandan da 2018’de ekonominizi mahvederek “Rahibimizi aldık” diyerek o sopayı hatırlatması. Hani “yargı bağımsız”dı. Tehdit, şantaj ve sabotajla bir anda sizin ekonomistliğinizi ezdi geçti. Onu hatırlatıyor, tatlı tatlı; “Rümeysa bacımız”a ters kelepçe takarken.
Mırıldanarak kınadı Türkiye bu ters kelepçeyi! Siz de “yaptırım” uygulasanıza. Boykot çağrısı yapın mesela, değil mi, nasıl olsa sizlere serbest. Bakın Tunus ve Fas’ta şu anda halk burada da etkin yabancı kökenli büyük bir market zincirini boykot ediyor. Tunuslu ve Faslıları da evlerinden toplar mısınız mesela!
Rümeysa, şimdilik kanıtsız biçimde, “Hamas yanlısı” olmakla da suçlanmış. Türkiye devleti de öyle değil mi? Madem bu “suç” değil, tam bu noktadan da büyük tepki verin. Var mı öyle bir niyet? Yok. Onlar, Rümeysa ve en az 299 genci cezalandırıyor; siz en az 301’i. Farkınız ne!”
Forumun gözde ismi Şara-Didem Özel Tümer (Milliyet)
“Dördüncüsü düzenlenen Antalya Diplomasi Forumu (ADF) 2025’de, üçüncü kez bulunduğum için öncekilerle de kıyaslama yapabilecek kadar deneyimli bir Forum katılımcısı olduğum söylenebilir. Her yıl sıkı şekilde uygulanan güvenlik önlemleri bu yıl da en çok dikkat çeken nokta.
*Forum katılımcıları uçaktan indikten sonra ADF’nin servis araçlarıyla otellerine kadar bırakılıyor ancak her araç havalimanına her girişinde bomba aramasından geçiyor. Forum alanı ve oteller bölgesinin tamamında alınan güvenlik önlemleri doğal olarak trafiğe de yansıyor. Oteller ve kongre merkezi arasında da düzenli olarak servis hizmeti var. Ama anlaşılan katılımcı sayısının artması bu hizmetlerin her geçen yıl biraz daha karmaşıklaşmasına neden oluyor.
ADF 2025’in kuşkusuz favori ismi ise Suriye Arap Cumhuriyeti’nin yeni Cumhurbaşkanı Ahmet Şara. Türk ve yabancı basının Şara’ya ilgisini şöyle anlatmak mümkün; yürümeye başladığında çevresinde adeta bir basın halkası ile dolaşıyor. Onlarca kamera ve muhabirin telaşlı hareketlerine rağmen Şara sakin bir şekilde, yüzünde gösterişsiz bir tebessümle ilerliyor. Adeta ilginin keyfini çıkarıyor.”
“Bizde artık rutin olsa da Türkiye’nin son yıllarda en çok ödül almış iki gazetecisinin şafak baskınıyla gözaltına alınmasının “uluslararası haber değeri” vardı. Haber yapmak kolaydı, ancak Trump’ın Oval Ofis’te Netanyahu’nun olmasını istediği gibi “reasonable” (makul, mantıklı) bir dünyalıya gerekçesini açıklamak zordu.
Özgür Özel’in ÇGD’nin yılın gazetecileri ödül töreninde yaptığı “İtalyan mafya filmleri” benzetmesine taş çıkaran bir ülke olduk. Timur Soykan ve Murat Ağırel neden bir şafak operasyonu ile gözaltına alındı ve neden “adli kontrol”; yurt dışına çıkış yasağı ve haftada üç gün imza zorunluluğu ile serbest bırakıldılar? Bunu ancak bir İtalyan mafya filmiyle anlatabilirsiniz.
Bir haber yapıyorsunuz; yasadışı bahis baronu olduğu iddia edilen bir kişinin faaliyetleriyle ilgili. O kişi banka ve TV de satın alınca doğallıkla gazetecinin ilgi alanına giriyor. Sonra tutuklanıp hapse atılıyor. İfadesinde kendisiyle röportaj yapan gazetecilerle ilgili iddialarda bulunuyor. O iddialar da muğlak, doğrudan “şantaj” ve “tehdit” sonucu çıkarılabilecek gibi değil. Makul ve mantıklı biri o sonuca varamaz. Ancak bunlar ciddiye alınıyor ve Timur’la Murat evleri basılarak götürülüyor!”
***
Medya Günlüğü sosyal medya hesapları: