İktidar cephesinde neler oluyor?-Deniz Zeyrek (Nefes)
“Türkiye’de bir süredir çeşitli soruşturma ve operasyonlarla bir grup sermaye el değiştirmeye başladı. 90’ların sonunda büyük el koymalarla ün kazanan Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu bugünlerde de önemli şirketlere el koyuyor ve kısa sürede o şirketlerin satışlarını gerçek el değiştirmelere imza atıyor.
Üstelik, el konulan şirketlerin muhalefetle ilgisi dahi yok. Hepsi iktidara yakınlıklarıyla biliniyor.
Hatırlayın lütfen. Flash TV’yi Halk TV’nin sahibi Cafer Mahiroğlu alacaktı. Anlaşma neredeyse sağlanmış, taraflar devir aşamasına geçmişti. Ancak bu satış gerçekleşmedi. Ankara’da bir ekip devreye girdi. Önce Mahiroğlu’nun kanalı alması engellendi. Ardından Pozitifbank ve Payfix gibi şirketlerin sahibi Erkan Kork’a, Ankara’da üst seviyede görüşmeler yaptırıldı. Bu görüşmelerin ardından Kork adeta talimatla Flash TV’yi aldı.
Ancak o da ne?
Çok kısa süre sonra Erkan Kork’un bir yasadışı bahis örgütünün lideri olduğu iddiasıyla operasyon yapıldı. Kork ve ilişkide olduğu isimler gözaltına alındı ve tutuklandı. TMSF devreye girdi. Flash TV’ye el koydu.
İlginçtir Flash TV, geçen hafta AK Parti Milletvekili Adayı olmuş bir ismin, Eşref Keleş’in sahip olduğu Öz Er-Ka isimli şirketine satıldı. TMSF’nin 84 milyon lira bedel koyduğu kanalı Keleş’in neredeyse iki katı fiyata satın alması dikkat çekti. Böyle bir dönemde, bir televizyon kanalına bu kadar para saymak hangi mantıkla açıklanır bilmiyorum.
(Öz Er-Ka’nın depremden sonra yapılan konut ihalelerinde de öne çıktığını hatırlatmama gerek yok sanırım.)
Bir başka örnek Can Holding. Bilgi Üniversitesi, Doğa Kolejleri gibi önemli kuruluşları satın alarak dikkat çeken holding, iktidara da son derece yakındı. Siyasi destekçileri, iş ortakları hep AK Parti’dendi. Haliyle son dönemde dikkat çekici şekilde büyüdü.
TEKFEN Holding’in yüzde 42,5 hissesini, Ciner Medya Grubu’nu satın almaları da ünlerine ün kattı. Özellikle Ciner Medya Grubu’nu satın alırken, iktidar tarafından teşvik edildi. Zaten operasyonda tutuklanan Kemal Can ifadesinde, “Her şeyi devlet büyüklerinin yönlendirmeleriyle yaptım” deyiverdi.
İktidarın desteklediği Can Holding’in birden “petrol ve sigara kaçakçısı” olarak yaftalanarak operasyona maruz kalması ilginçti.
Ancak TMSF’nin işin sonunda Hem Ciner Grubu’nun medya organlarına hem TEKFEN’in yüzde 42,5 hissesine sahip olması işi daha da farklı bir noktaya taşıdı.
Çok makul üç soruya iktidar henüz yanıt vermedi:
1- 88 milyar liralık kaçakçılık, yıllardır iktidarın, devletin gözünden nasıl kaçtı?
2- Ciner Holding satışı yaparken devlet niye alıcı şirketin parasının kirli olduğu uyarısı yapmadı?
3- TEKFEN’in yüzde 25 hissesinin satışı Rekabet Kurumu’nca operasyondan sonra onaylandı. Madem Can Holding suç gelirleriyle işlem yapıyordu, devletimiz neden TEKFEN’i uyarıp bu satıştan vazgeçirmedi de tersine satışı operasyondan sonra onaylayıp peşisıra da hisselere el koydu?”
“Eski Amerikalı diplomat Matthew Bryza, ABD Dışişleri Bakanlığı’ndaki kariyer yolculuğundan vazgeçeli yaklaşık 13 sene oldu. O gün bugündür de Türk eşi Zeyno Baran ve kızları Maya ile birlikte İstanbul’da yaşıyor. Büyük enerji firmalarına danışmanlık veren bir şirketi var. Bryza bir süre, Türkiye’nin Washington’da lobicilik faaliyetlerini yürütmesi için yüklü meblağlar ödenen Ballard Partners’ın İstanbul ofisinin yöneticiliğini de yapmıştı. Nitekim, Ballard Partners’ın kendi sitesinde Bryza hâlâ bu görevi ifa ediyor gözüküyor. Ancak Bryza dört senedir Ballard ile çalışmadığını söylüyor. Bryza bugün artık Türk-Amerikan ilişkilerinin kotarılması için bizzat devrede olan karakterlerden biri olmasa da konulara da kulislerde konuşulanlara da son derece hâkim, kulağı da delik… Çünkü hayatını diplomatik veri analizi üzerinden kazanıyor.
Şarm El Şeyh’de ABD Başkanı Donald Trump’ın önderliğinde imzalanan Gazze Anlaşması’ndan geriye giderek Türk-Amerikan ilişkilerinin bugünü yorumlamasını istediğimde “Unutma ki ben bir Soğuk Savaşçıyım” diye esprili biçimde uyardı. Donald Trump’ın kendilerinin yıllarca savunduğu pek çok şeyi tehdit eden bir tarzda nasıl da frensiz ilerlediğine atıfta bulunarak… Ancak nihayetinde Trump pragmatizminin bazı alanlarda sonuç almasından memnun olduğunu da gizlemedi.
Burada konuştuklarımızı anlamlandırmanız açısından Bryza’nın diplomatlığı sırasında yaptığı bazı görevleri hatırlatmak faydalı olabilir:
-Dışişleri Bakanlığı Avrupa ve Avrasya İşlerinden Sorumlu Müsteşar Yardımcısı (2005-2009)
-Dağlık Karabağ ihtilafında arabuluculuk yapan AGİT Minsk Grubu’nun ABD Eş Başkanı (2006-2009)
-Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Konseyi’nde Türkiye, Yunanistan, Kıbrıs, Güney Kafkasya ve Orta Asya Direktörü (2001-2005)
-Hazar Havzası Enerji Diplomasisi konusunda Cumhurbaşkanı ve Dışişleri Bakanı’na Yardımcı Danışman (1998-2001)
Eski ABD Başkanı Obama 2012’de Bryza’yı ülkesinin Bakü Büyükelçiliği için aday göstermiş ama atama Ermeni lobisinin güçlü itirazları nedeniyle Kongre’de onaylanmamıştı.
Bryza her zaman Ankara’nın tezlerine yakın duran biri oldu. Bugün de hala TRT World’ün en çok görüşüne başvurduğu yabancı yorumcular arasında. Tam da bu nedenle bazı tartışmalı konuların teyidini ondan almak enteresan oldu.
-Geniş plandan başlayalım… Size göre Türkiye şu anda dünyadaki konumu itibarıyla nerede duran bir ülke? Trump’ın ikinci başkanlığının ilk senesi itibarıyla Türkiye-ABD ilişkilerinde durum nedir?
Türkiye’nin Washington, Brüksel ve Paris’teki itibarı hâlâ bozuk. Türkiye hala sorunlu bir ülke olarak görülüyor. Bunu söylerken, Türkiye’nin Trump diyarındaki imajından bahsetmiyorum. Oradan azade tutarsak, ABD’deki kanaat önderlerindeki yaygın olan kanı şu; Türkiye artık ABD’nin ‘sorunları birlikte yönettiği bir ülke’ olmaktan ziyade ‘yönetilmesi gereken bir sorun’ kategorisinde. Şimdi bu kanaat, Trump döneminde değişmeye başlamış vaziyette. Berlin’de de değişti. Almanlar, Türkiye’nin Eurofighter savaş uçaklarını satın alabilmesi için yoğun bir şekilde lobi yapıyor. Ayrıca Almanların birçok Türk savunma sanayii ürününün ne kadar kaliteli ve uygun fiyatlı olduğunu fark etmiş olduklarını da söyleyebilirim. Makul fiyatlı savunma teknolojisi şu anda bütün Avrupa ülkeleri açısından bir konu çünkü Trump biliyorsunuz Avrupa ülkelerinin NATO’ya katkı payını her türlü arttırmakta kararlı. Tam bu noktada Türkiye, uygun fiyatlı savunma teknolojisi tedariki açısından çok avantajlı. Bütün ülkelerin şu an ki en önemli ihtiyaçlardan biri ISR istihbaratı, gözetleme ve keşife yarayan parçalar. Yani akustik ve optik, uydulara veya uçaklara yerleştirilebilecek her türlü sensör. Türkiye bu konuda gerçekten iyi. Türkiye bu konuda öncü olmuş olabilir ama şimdi herkes İHA üretiyor. Türkiye’yi hala avantajlı kılan ISR istihbaratı için gerekli sensörlerin üretiminde de ilerlemiş olması.”
Yine bir finansal krizin eşiğinde-Ergin Yıldızoğlu (Cumhuriyet)
“Geçtiğimiz günlerde, Altın 4 bin dolara ulaştı, piyasalarda “Borsa aşırı değerli” uyarıları sıklaştı. Jamie Diamond, Warren Buffet gibi ünlü yatırımcılar bu durumun sürdürülemezliğine işaret ediyorlar.
Gerçekten de eski IMF Başkan Yardımcısı Gopinath, küresel finans sistemi, Amerikan hisse senetlerine “tehlikeli ölçüde bağımlı” diyor. On büyük teknoloji şirketinin büyüme hızını çıkarınca ABD ekonomik büyüme hızı resesyon alanında olduğu görülüyor. Moodys’e göre 22 eyalet resesyonda. Gopinath’a göre, yapay zekâ (YZ) bağlantılı hisselerde yüzde 30-50 arası bir düşüş (bir “düzeltme”), ABD GSYH’sinde 1-3 puan daralma gerçekleşebilir; küresel çapta servet kaybı 35 trilyon dolara ulaşabilir.
Analistler altını 4 bin dolara çıkaran etkenler üzerinde tartışa dursun, ABD borsasında 2025 verileri “aşırı değerlenme kaygısını” destekliyor. Warren Buffer indeksi de (Hisse senetlerinin toplam piyasa değeri/ GSMH) yüzde 200-230 düzeyinde. Bu indeks 2008 ve 1999 krizlerinin “açılışında” sırasıyla yüzde 143 ve yüzde 175 düzeyindeydi. IMF ve İngiltere Merkez Bankası, teknoloji hisselerinin, “dot.com dönemini hatırlatan” değerlenme seviyelerine ulaştığına işaret ediyorlar. Halen, S&P500 endeksinde yalnızca on teknoloji devinin ağırlığı yüzde 30- 40 aralığında ve YZ bağlantılı şirketler, yılın ilk yarısında ABD hisse senedi kazançlarının yüzde 80’ini oluşturdu. ABD piyasalarında getiri ve risk neredeyse tek bir sektörde yoğunlaşıyor.
Dün ve bugün Benzer bir tabloyu 1999-2000 dot. com döneminde de görmüştük. O dönemde “internet ekonomisi” hevesi, Nasdaq’ı iki yılda yüzde 200 yükseltmişti. Sonrasında yaşanan çöküş borsadan 6 trilyon dolar sildi.”
Merkez Bankası’nda yolsuzluk itirafları-İsmail Saymaz (halktv.com.tr)
“Merkez Bankası’nın (MB), ana hissedarı olduğu Bankalararası Kart Merkezi’ndeki (BMK) yolsuzluk skandalında itiraflar başladı.
Tutuklanan eski BKM Genel Müdürü Baran Aytaş, savcılıktaki ifadesinde etkin pişmanlıktan yararlanmak istedi. Aytaş, vurgundan eski MB Başkan Yardımcısı Emrah Şener’i sorumlu tutuyor.
Aytaş, ifadesinde Şener’in yüksek lisans hocası olduğunu söylüyor.
MB’de başlaması Şener vesilesiyle olmuş.
Şener’in danışmanı olmayı kabul edip 2017’de işe girmiş. 2021’de BKM Genel Müdür Yardımcısı, altı ay sonra da Genel Müdür olmuş. Görevde iki yıl kalmış. MB Başkanı değişince istifa etmiş.
Aralık 2024’te uzaklaştırılmış.
Aytaş:
“MB’ye atanmamda ve BKM’de aldığım görevlerde Şener’in talebi ve katkısı olmuştur. Üst amirimdir. Ödeme sistemlerinden ve BKM’den sorumlu olduğu için atamalarda söz hakkı vardır.”
Aytaş, MB Teftiş Kurulu’nun tespit ettiği beş ayrı usulsüzlükten birincisine, Enarge Mühendislik Eğitim Danışmanlık Araştırma Geliştirme Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi’ne verilen ‘Çipli Plastik Kart Alımı’ ile ‘TROY İçin Spesifikasyon ve Applet ve Yazılım Geliştirme’ ihalelerine dair sorulara yanıt verdi.
MB iki ihalede 66.224.448 TL kamu zararı olduğunu saptamış.
Teftiş kurulu raporuna göre:
-2.5 milyon çipli kart için yaklaşık maliyeti belirleyecek komisyon ihale makamı tarafından atanmadı.
-30 günlük tedarik süresine uyulmadı.
-İki firmanın teklif vermesinin önüne geçildi.
-Bedel, teslimat yapılmadan ödendi.
-Yetkili satıcı belgesi olmadığı halde ihale Enarge’ye bırakıldı.
-İkinci ihalede yalnızca Enarge’den teklif alındı.
-İşin kabulünden önce tüm tutar ödendi.
Aytaş, Türkiye Bankalar Birliği’nden gelen talep üzerine çipli ve ‘TROY için spesifikasyonu ve applet yazılımı’ içeren kartları temin arayışına girdiklerini kaydederek, şöyle diyor:
“BKM’nin yaklaşımı gereği yerli bir firmayla çözmek istedik. Piyasadaki kart tedarikçileri yapmak istemedi.”
Adalet yoksa devlette çürüme kaçınılmazdır-Mehmet Ocaktan (Karar)
“Hukuk devleti anlayışından uzaklaştığımız günden bu yana insanların kendilerini güvende hissetmediği, ekonomik krizin üzerimize kâbus gibi çöktüğü günleri yaşıyoruz.
Adaletin terazisi doğru tartmadığı için ekonomide, eğitimde, dış politikada yaşadığımız savrulmalar yetmiyormuş gibi bir de ‘yeni nesil mafyalar’ sokaklarda cirit atıyor ve kirlilik giderek derinleşiyor.
Adları ‘Daltonlar’, ‘Casperler’, ‘Redkitler’ olan bu yeni nesil çeteler, şehrin göbeğinde suikastlar düzenliyor, güpegündüz insanları katlediyor. Bu yüzden şu an sokaklar korkuya teslim olmuş durumda.
Adaletin ipi bir kere kopmaya görsün. Hiç ummadığınız anda, bir gece köşe başında ansızın bir tinerci karşınıza çıkarak para ister, vermezseniz bıçağı saplayıp geçer. Muhtemelen hiç yakalanmaz, yakalansa bile kısa sürede çıkar ve toplumda korku salmaya devam eder. Maalesef hukuk bu sapkınlara ve yeni nesil çetelere işlemiyor artık. Onlar iktidarsız bir ülkede değnek kullanmaya bile ihtiyaç duymuyorlar.
Ayrıca şu günlerde, iktidarın toplumun güvenliğini sağlamaktan daha önemli işleri var. Malum, erken yapıldığı takdirde seçime yaklaşık bir buçuk yıl var. Dolayısıyla iktidar, öncelikle yoluna çıkan ve arabasının önüne taş koyma tehlikesi bulunan siyasetçileri, belediye başkanlarını, gazetecileri tutuklayıp hapse atarak sandığa giden yolları temizlemek zorunda.
Her ne kadar Adalet Bakanımız, daha bir gün önce “Hukukun üstünlüğünü esas alan, gecikmeyen ve öngörülebilir bir adalet sistemi vizyonumuz kapsamında önümüzdeki süreçte de yatırımlarımıza hız kesmeden devam edeceğiz” şeklindeki süslü cümlelerle memlekette ‘adalet’ varmış gibi yapsa da gidişat hiç öyle gözükmüyor.
Şu tabloya bakar mısınız… AK Partili eşi Zehra Taşkesenlioğlu’yla çekişmeli boşanmanın ardından dört davadan yargılanan, 3 davadan yurt dışı yasağı bulunan Ünsal Ban, kimselere çaktırmadan yurt dışına kaçıveriyor. Bilindiği gibi Ünsal Ban, daha önce Yunanistan’a kaçarken yakalanmış ancak 36 gün sonra ‘yurt dışı yasağı’ ile serbest bırakılmıştı. İşte bu zat, birilerinin himmetiyle mi yoksa sadece kendi becerisiyle mi başarmıştır bilinmez ama bir kez daha yuvadan uçarak terk-i diyar eylemiş bulunuyor.”
Not: Başlıklara tıklayarak yazıların tamamına ulaşabilirsiniz.
***
Medya Günlüğü sosyal medya hesapları:
