Muhalefetin Erdoğan sicili-Barış Pehlivan (Cumhuriyet)
“Herkes gibi ben de o fotoğrafa uzun uzun baktım. Churchill’in şu sözü aklıma düştü:
“Politik beceri, yarın, gelecek hafta, gelecek ay ve gelecek yıl neler olacağını söyleyebilme, sonra da bütün bunların neden doğru çıkmadığını açıklayabilme yeteneğidir.”
Meclis’in yeni yasama yılının açılışı nedeniyle buluşan liderlerin mutluluk karesinden söz ediyorum.
Bu köşede çok kez Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dünden bugüne çelişkili tavırlarını ve açıklamalarını yazdım. Bugün ise muhalefet cephesinin arşivinden küçük hatırlatmalar yapacağım.
CHP, yeni yasama yılı açılışına katılmadı. CHP lideri Özgür Özel bu karara ilişkin “Meclis’te gelip konuşmak bir meşruiyet gerektirir” dedi ve ekledi: “Trump’tan meşruiyet dilenenlere bizim Meclis zemininde meşruiyet kazandırmamızı kimse beklemesin.”
Özel şunları da söyledi: “Bir yıl boyunca görevini anayasal sınırlar içinde yapsaydı elbette kendisini yine dinlerdik. Anayasa Mahkemesi’nin kararlarına uymuyor, anayasada yazdığı halde AİHM kararlarına uymuyor. Mahkeme kararlarına uymuyor.”
Özgür Özel çok haklı. Haklı ama Erdoğan bunları son bir yıldır mı yapıyor? Öyle ya, bir önceki yıl yine aynı Erdoğan’ın var olduğu yine aynı Meclis’in açılışına yine aynı Özel liderliğindeki CHP de katılmıştı. Hatta parti, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı ayakta karşılama kararı da almıştı. Öyle ki CHP lideri, cumhurbaşkanının meşruiyetini tartışmanın kamuoyu önünde bir geçerliliği olmadığını vurguluyor ve “Normalleşme adımlarının partime de ülkeme de faydası var” diyordu.
Gelelim, açılışa katılan İYİ Parti’ye… Genel başkan Müsavat Dervişoğlu CHP’nin kararını “Türkiye Büyük Millet Meclisi protesto edilecek yer değildir. Ben bunu çok açık söylüyorum” diye eleştirdi. İyi güzel de… Aynı Dervişoğlu, daha yakın zamanda “terörsüz Türkiye” komisyonuna katılmamış ve Meclis’e dair şu çarpıcı tespiti yapmıştı: “Gördük ki TBMM’nin içerisinde paralel bir yapılanma oluşturularak Gazi Meclis’imizin bu büyük küresel ihanet projesine ortak edilmesi amaçlanıyor.”
… Son hatırlatmayı, en çok eleştiri alanlardan DEM Parti kurmayı Pervin Buldan’dan yapayım. Bakın, aynı Pervin Buldan aynı Meclis çatısında şunları söylemiş bir siyasetçiydi: “Anayasaya göre üçüncü kez aday olamazsınız Erdoğan. Üçüncü kez olamazsın. Bu, çok açık ve nettir. Adaylığı meşru değildir. Buradan tarihe not geçmek istiyoruz; aday olduğu takdirde, meşruluğu olmayan bir adayla karşı karşıya kalacağımızı Türkiye halkları bilmelidir ve görmelidir.”
Sözün özü…
Belleğimizi diri tutmazsak daha çok fotoğraf görür, daha çok üzülürüz.”
Erdoğan, Hatimoğulları’nı neden alkışlıyor-Abdulkadir Selvi (Hürriyet)
“1 yıl önce Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Meclis’i açış konuşmasında iç cepheyi tahkim etme çağrısından sonra MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, DEM Parti sıralarına giderek tokalaşmıştı. Ardından Bahçeli’nin 22 Ekim’deki çağrısı geldi. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın güçlü iradesi ve Öcalan’ın silah bırakma çağrısına PKK’nın olumlu karşılık vermesiyle yeni bir süreç başladı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Meclis’i açış konuşmasından sonra muhalefet sıralarına giderek tokalaşmasıyla birlikte ise yeni siyasi iklimin kapısı aralandı. Cumhurbaşkanı sadece tokalaşmakla kalmadı Başkanlık Divanı’nın arkasındaki bölümde muhalefet temsilcileriyle bir araya gelerek sohbet etti. Bu adım hem siyasi iklimi yumuşattı hem de önümüzdeki dönemde Meclis zemininde yapılacak çalışmalar için umut verdi. Erdoğan aynı tabloyu Meclis resepsiyonundan sonra muhalefetin tüm renklerini davet ettiği buluşmada da sürdürdü. Türkiye’nin bu fotoğrafa ihtiyacı var.
Bazen bir kare fotoğraf yeni bir dönemin başladığının resmidir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Meclis’in açılış resepsiyonunda muhalefet lideriyle verdiği fotoğrafı kastediyorum.
12 Eylül’den önce Demirel ile Ecevit’in Maltepe Camisi’nde bir cenaze töreninde karşılaşıp tokalaşmamaları ise darbecilerin ekmeğine yağ sürmüştü.
Netice itibarıyla iktidar ve muhalefet liderleri bu ülkenin evlatları. Demokrasinin olmazsa olmaz şartları. Söz konusu Türkiye olunca diyalog kurabilmeleri önemli.
Erdoğan, iktidarı ve muhalefeti yanına alarak verdiği fotoğrafla Türkiye’nin lideri olduğunu gösterdi.
Bu fotoğraf karesinde kim yer alırsa kazanır, kim yer almazsa kaybeder. CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in de bu fotoğraf karesinde yer almasını isterdim. Ama CHP, Ekrem İmamoğlu’nun Silivri’den verdiği talimatla Meclisi boykot etmeyi tercih etti. Kendisi kaybetti.
Erdoğan Meclis’in açılışında üç yerde fotoğraf verdi.
1- Meclis’i açış konuşmasını yaptıktan sonra muhalefet sıralarına giderek tokalaşması,
2- Meclis Başkanlık Divanı’nın arkasındaki salonda iktidar ve muhalefet temsilcileri ile bir araya gelme,
3- Meclis resepsiyonundan sonra daha geniş katılımlı olarak verilen görüntü.
4- Bu, Erdoğan’ın yeni döneme ilişkin siyasetinin ipuçlarını veriyor. Erdoğan kucaklayıcı bir siyaset izleyecek. Türkiye’nin de buna ihtiyacı var.”
AKP’ye hâlâ oy veren yüzde 30 kimlerden oluşuyor?-Yalçın Doğan (T24)
““Siyaset sahnesine çıktığımızdan bu yana, meşruiyetin kaynağı millettir dedik.
(…) Bütün siyasi hayatımız boyunca hep sandıktan çıkan iradeden aldığımız yetkiye dayandık.
(…) Milletin iradesini her alanda egemen kıldık. Türkiye’de gücünü halktan almayan ayrıcalıklara yer yoktur. Siyasette, hukukta, ekonomide, kamuda, sosyal ve gündeki hayatta, milletin iradesine dayanmayan imtiyazlara yer yoktur.”
Okurken ya da dinlerken güzel geliyor değil mi?..
Meclis’in açılışında Tayyip Erdoğan’ın sözlerinden bir bölüm bunlar.
Nutuk atmaya gelince, Erdoğan büyük laflar etmekten hoşlanıyor.
Kürsüden söylenen sözlerle yaşadığımız gerçekler birbirini tutmuyor.
Tam bir yıl önce Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer’in tutuklanmasıyla başlayan CHP’li belediyelere yönelik yargı operasyonu 19 Mart’ta İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanmasıyla yeni bir aşamaya geçiyor. Ardından bazı büyükşehir ve ilçe belediye başkanları tutuklanıyor.
Tutuklu CHP’li belediye başkanlarına verilen oylara bakıldığında…
Yaklaşık yedi milyon seçmenin iradesi tutuklu!..
Erdoğan’ın vurguladığı sandıktan alınan yetki…
Hiçe sayılıyor.
İnsanca yaşamak mı?..
Pek çok sorunla boğuşan bu ülkenin insanları en başta…
Eğitime,
Sağlığa,
Adalete,
İnsanca yaşanabilecek gelire…
Ulaşamıyor.
Hakkını elde edemiyor, sefalet içinde kıvranıyor. Kira, enflasyon belini fena halde büküyor.
Nüfusun yüzde 20’si, her beş kişiden biri yoksul.
Buna rağmen…
Anketlere bakıldığında, AKP hala yüzde 30 dolayında oy alıyor.
Bir ara yüzde 49’ları yakalayan AKP, başta ekonomik çöküşle birlikte, çeşitli nedenlerle oy kaybediyor ama, yine de yüzde 30’larda.
Bu nasıl mümkün olabiliyor?..
Kimlerden oluşuyor o yüzde 30?..
Akla önce “mütedeyyin” diye nitelenen dindar kesim geliyor. AKP’nin siyasal İslamcı çizgisine kendini yakın hissedenler.
Hayır, o mütedeyyin kitle AKP’ye artık uzak!..
Yıllardır AKP’yi destekleyen o kitlenin önemli bölümü AKP’ye artık inanmıyor.
Neden?..
Önce büyük bir ekonomik yoksulluğa neden olduğu için…
Sonra adalete güveni sarsıldığı için…
Sonra iktidara mensup kişilerle ilgili yolsuzluk iddialarına el atmadığı için…
Sonra sadece kendi yandaşlarına iş bulduğu için…
Sonra halk arasında ciddi ayrıma gittiği için…
En önemli seçmen kitlesi “mütedeyyin insanların önemli bölümü” AKP’den uzaklaştığına göre, kalan yüzde 30 kimlerden oluşuyor?..
Çok büyük ölçüde sosyal yardım alanlardan.
Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı eliyle insanlara çeşitli sosyal yardımlar yapılıyor. Eğitim, sağlık, doğum, ölüm, barınma, gıda, engelli, yaşlı, elektrik, doğalgaz yardımları gibi.”
Fotoğraftaki “Büyük İttifak” algı mı gerçek mi?-Deniz Zeyrek (Nefes)
“Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, siyaset planlamada gerçekten çok başarılı bir siyasetçi. 23 yıldır kendisini iktidarda tutacak ittifakları her daim yenilemeyi başardı.
– 2001’de AK Parti’yi kurarken “dört siyasi hareketi birleştiren lider” diye anıldı.
Muhafazakarları, milliyetçileri, merkezcileri (ANAP/DYP) ve liberalleri etrafında toplayarak tek başına iktidar oldu.
– 2007-2012 arasında daha sonra FETÖ adını verdikleri Gülen Cemaatiyle ittifakını güçlendirerek “vesayet” diye gördüğü cumhuriyetçi askeri ve sivil bürokrasiyi dizayn etti. Bu ittifak 2010 referandumundan sonra yargıyı da ele geçirdi. Liberaller bu sürece tam destek verdi.
– 2012-2015 arası cemaatle çıkar çatışması yaşamaya ve karşı karşıya gelmeye başladı, onların yerini “çözüm süreci” sayesinde Kürt siyasi hareketiyle doldurmaya başladı.
– 2016’da 15 Temmuz darbe girişiminden sonra da durum tamamen değişti. O tarihe kadar kurduğu bütün ittifakları geride bıraktı ve Türk milliyetçileriyle ittifak oluşturdu. Artık en büyük destekçisi MHP olmuştu.
– 2018’de geçilen Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi “Yüzde 50 artı bir” şartını doğurdu ve bu defa MHP’nin desteği de yetmedi. 2023 seçimlerinde MHP tek başına yetmediğinden, MHP’den kopan pragmatist milliyetçilerle, HüdaPar’la ve solun “yağmur nerede yağsa tarlayı oraya taşıyabilen” pragmatik unsurlarıyla ittifak kurdu ve üçüncü defa kazanmayı başardı.
Bu süreçler yaşanırken AK Parti de çok kan kaybetti. Ahmet Davutoğlu ve Ali Babacan’ın öncülük ettiği çok sayıda etkili siyasetçi AK Parti’yle yollarını ayırdı.
2002’de merhum Necmettin Erbakan’ı terk edip Erdoğan’la yola çıkan Bülent Arınç, Abdullatif Şener, Abdullah Gül gibi isimler geçen süreçte dışlandı, ötekileştirildi, terk edildi.
Ekonomik krizin de derinleşmesiyle artık MHP ve diğerleriyle ittifak da yüzde 50 artı biri yakalamaya yetmediğinden Erdoğan, iktidarını sürdürmek için yeni ittifaklara ihtiyaç duymaya başladı. Bu defa “Terörsüz Türkiye Projesi” devreye sokuldu.
2016’dan itibaren üzerinden adeta silindirle geçilen, Eş Genel Başkanları hapsedilen, 7 bine yakın üyesi hapse atılan ve adını son olarak DEM Parti olarak değiştirmek zorunda kalan Kürt siyaseti yeniden ittifak kurma ihtiyacı duydu.
İlginç olan şey ise hep şu oldu:
Erdoğan’ın dışladığı bütün siyasi müttefikleri sessiz sedasız bir kenara çekildi. İttifak kurmak istediği bütün siyasi gruplar da Erdoğan iktidarının başlarına getirdiklerini unutarak iktidara doğru hep koşa koşa geldi.”
Osmanlı’dan alınacak ders: Barış iddiasıyla teslime zorlanmak-Fehmi Koru (Karar)
“Trump-Netanyahu ikilisinin Gazze için ilan ettikleri ‘barış getirme’ iddialı 20 maddelik plan, genel kabul görmedi. Özellikle Trump’ın da katılımcılarından olduğu BM Zirvesi’ne ek olarak gerçekleştirilmiş New York’taki Gazze toplantısında liderleri bulunan sekiz Müslüman ülkeden gelen tepkiler bunu gösteriyor.
En şiddetli tepkinin ülkemizden gelmesi doğal. Tepkileri bir anlam taşıyacak kesimler -muhalefetin bir bölümü- sessiz kalmayı yeğlemekte…
Oysa, 1600’lü yıllarda toprakları dört kıtada 6 milyon kilometre kareye ulaşmış olduğu halde, 20. yüzyılın ilk çeyreğinde tarihe karışmış Osmanlı Devleti’nin devamı olan Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşayanlar olarak tarih bilincimiz bulunması gerekiyor.
Soru: Nasıl oldu da Osmanlı Devleti o büyüklükten izmihlale yürüdü?
Cevap: Savaşlar ve ardından dayatılan barış anlaşmaları ile…
Avrupa’dan Asya’ya, Ortadoğu’ya, Kafkasya’ya, Afrika’ya uzanan bir imparatorluk, son 200 yılında, her birinde topraklarının bir bölümünü kaybedeceği anlaşmalara taraf haline geldi.
Karlofça (1699), Pasarofça (1718), Küçük Kaynarca (1774), Yaş (1792), Bükreş (1812), Edirne (1829), Hünkar İskelesi (1833), Londra (1841), Paris (1856), Berlin (1878 ve Londra (1912-1913) anlaşmaları ile…
Yukarıda isimlerini okuduğunuz anlaşmalarla, sadece topraklarını birer birer kaybetmekle kalmadı Osmanlı Devleti, sistemi içerisinde yabancı devletlere imtiyazlar -kapitülasyonlar- tanımak, borçlarını ödeyebilmek için vergi toplama ve üretilen değerli ürünleri teslim etme amacıyla oluşmuş bir idarenin -Duyun-u Umumiye- insafına sığınmak zorunda da kaldı.
En sonunda, Sevr Anlaşması (1920) ile de, az kalsın, bugün sahip olunan topraklarının önemli bir bölümünden de mahrum kalabilecekti.
Hani bazıları “En kötü ba rış bile savaştan iyidir” diyorlar ya, kendi tarihimiz bu iddiayı tekzip ediyor.
İki yıl boyunca Gazze’de sürdürdüğü saldırılarla 70 bine yakın Filistinli’nin hayatlarını sonlandıran bir devlet İsrail. Yaptığının ‘soykırım’ olduğu uluslararası mahkemelerin kararlarına geçmiş bir devlet. Nihai hedefinin “Filistinlilerden arındırılmış bir Gazze” olduğunu saklama ihtiyacı da duyulmuyor.
Filistinlilerin binlerce yıldır yaşadıkları topraklardan kovulmasıyla, yalnızca belli bir ırka vatandaşlık tanıyan bir devlet olma idealine erişme hesabı var İsrail’in…”
Not: Başlıklara tıklayarak yazıların tamamına ulaşabilirsiniz.
***
Medya Günlüğü sosyal medya hesapları: