ABD karşısında tarih boyunca hep kaybettik, çünkü-Orhan Bursalı (Cumhuriyet)
“Çok şey konuşuldu cumhurbaşkanının ABD ziyareti üzerine. Bu ziyareti diğerlerinden ayıran ilginç bir şeyler var. Bunlar arasında en önemlisi, psikopatolojisi tartışma konusu olan bir liderle dans ediliyor olması. Tüm dünya liderleri Trump ile nasıl dans edilmesi gerektiği konusunda “derslerini çalışarak” görüşmelere hazırlanıyor.
Bu narsist kişilik, ABD’nin küresel üstünlüklerini kullanarak ticari konularda ülkelere isteklerini dayatarak dünya düzenini değiştiriyor. “Büyük Amerika” ile “büyük Trump”ı eşanlamlı bir üst düzeye yükselten bir kişilik.
Trump’ın üstünlüğü veya elindeki en büyük koz, ABD’nin 27 trilyon dolarlık bir ulusal gelirle dünyanın en büyük tüketim pazarına sahip olması. İkincisi doların rezerv para olarak üstünlüğü ve dünyadaki egemenliği. Üçüncüsü dünya çapında yayılmış askeri üstünlüğü ve sivil ve askeri teknolojisi. Belki dördüncüsü kültürel egemenliği. Bütün bunlarla ülkelere dayatmaları.
Trump çok kutupluya dönüşen dünyada 33 trilyon dolara varan borcuyla, ekonomik bakımdan ülkenin zayıfladığını biliyor. Amerikan şirketleri ucuz ve büyük ölçekli üretim için ABD’den kaçtı ve bu kaçışlarıyla dünyanın pek çok ülkesinde teknolojiyi ve üretimi geliştirdi ve özellikle Çin gibi çok akıllı rakiplerini de dünya sahnesine hızla çıkmasına yardımcı oldu (kapitalizmin arkadan gelenlerin öndekilere yetişmesi kuralı, bunu sadece stratejileri sağlam olan ülkeler başarabiliyor).
Hayır yanlış anlaşılmasın, Çin, kendi kalkınma stratejisini kurdu ve küreselleşmeden son derece yararlanarak hızla büyüdü.
Fakat ABD 33 trilyon dolarlık borcunu, henüz, yukarıda saydığımız üstünlüklerine dayanarak çevirebiliyor. Ama Trump ekonomik kırılganlığın farkında, bu nedenle 1) Şirketlerin üretimini ülkeye geri çağırıyor, 2) Pazar üstünlüğünü ve dünyanın dolara olan bağımlılığını kullanarak gümrük tarifelerini tamamen ABD lehine değiştiriyor.
Trump’ın gözünde para ve ekonomi var: Hangi ülkeden ne fazla alırım.
Türkiye, F-35 programından çıkartılarak ABD’ye giderek daha bağımlı hale getirildi. Yeni F-16’lar almak bile sorunlu.
KAAN savaş uçağının beş yıl içinde motorları hazır takılacak ve KAAN uçacak açıklamalarının da sadece propaganda malzemesi olduğu görüldü. Motorların ABD’nin iznine bağlı olduğunu Dışişleri bakanı resmen açıkladı.”
“Milli İstihbarat Teşkilatı’nın başına askerlerden sonra getirilen ilk sivil müsteşar olan emekli Büyükelçi Sönmez Köksal, Türkiye’nin Bağdat Büyükelçisi olarak görev yaptığı 1986-1990 yılları arasında tuttuğu günlükleri bir kitapta topladı. Türkiye’nin Bağdat Büyükelçisi olarak görev yaptığı 1986-1990 yılları arasında tuttuğu günlükleri bir kitapta topladı. ‘Bağdat Güncesi’ ismini verdiği kitap, Sönmez Köksal’ın yaklaşık 40 yıllık kariyerinin kısa bir dönemiyle sınırlı olsa da aslında Türkiye’nin içinde yaşadığı bölgenin bugünlere nasıl geldiğine ışık tutan bir rehber niteliğinde. Dolayısıyla da kitabı konuşurken – her ne kadar kendisi arzu etmese de- güncel tartışmalara da girmiş olduk.
Kendisini okurken de dinlerken de “Keşke Bağdat sonrasında tuttuğu kişisel notları da tarihe not olarak bıraksaydı” diye hayıflanmadan edemedim. Türkiye’nin emekli büyükelçilerinin ve bürokratlarının hayatlarının ilerki aşamalarında neden daha cüretkâr olamadığının cevabını ararken yine bu ülkenin stresli siyasi atmosferine çarpıyoruz. 80’li yaşlarını sürmekte olan insanları dahi ürküten o dikenli sınırlara…
İfade özgürlüğüne biçilen sınırlar malumken, Sönmez Köksal’ın yine de, bugün Türkiye siyasetine yön veren bir kurum haline gelen eski kurumu MİT’in eski ve yeni dinamiklerini açık yüreklilkle kıyaslamasını kıymetli buluyorum. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin dış politika tercihlerini tartışmalı bulsa da bu hükümetin MİT’i devlet yönetiminde konumlandırdığı yeri neden doğru bulduğunu izah ederek yapması sözünü daha da kıymetli kılıyor. Kılı kırk yararak verdiği yanıtlardan anlıyoruz ki bugün MİT Başkanı’nın yaptığı pek çok şeyi o daha kendi döneminde (1992-1998 arası) yapmayı denemiş ama girişimleri hem siyasetçilere hem de askere takılmış. “Düşünsenize, ben kendi dönemimde her sene ayrı bir başbakanla çalıştım” diye hatırlatıyor!
önmez Köksal’ın anlattıkları arasında en çarpıcı olan bana kalırsa Abdullah Öcalan bölümü. Zira kendisi dönemin siyasi iktidarı tarafından Öcalan’a suikast operasyonlarıyla görevlendirilmiş olan bir ‘MİT Reisi’ idi. Operasyonların detaylarına girmese de böyle bir talimat aldığını teyit ederken bu siyasi kararı pek de tasvip etmediğini inceden ele veriyor. Talimatın sahibi Tansu Çiller’in ismini dahi anmadan deşifre etti o dönem MİT üzerinden gerçekleştirilmek istenen siyasi hesabı. Daha da çarpıcı olan, Öcalan’ı ortadan kaldırmayı başarmış olsalardı bile PKK’nın bitmeyeceğini söylüyor olması. Çünkü diyor ki, “Gördük ki Öcalan’ın arkasından liderlik yapacak nitelikte bir sürü insan var, hâlâ da bir kısmı yaşıyor zaten.”
Ne kadar da bugünün denklemlerine denk bir tarihsel analiz değil mi?
Bir de tabii, gazeteci Ramazan Öztürk’ün Saddam’ın Irak’taki Kürtlere karşı kimyasal silah kullandığı Halepçe katliamını belgeleyen fotoğraglarını Irak’tan çıkartmasına yardım etmesi hikâyesi var. Hem de bunu o dönem Ankara’nın izlediği politikaya ters olduğunu bilerek bir şahsi insiyatif alarak yapıyor. Bazen devletler içinde tek kişinin insiyatifi tarihin akışında nasıl izler bırakabiliyor…bunun da yaşayan kanıtı, şahidi Sönmez Köksal.
Diyorum ya… Keşke daha fazlasını yazsa, anlatsa!”
ABD ne istedi?-Fikret Bila (halktv.com.tr)
“ABD Başkanı Donald Trump ile Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Beyaz Saray’da öğle yemeği sırasında yaptıkları iki saati aşkın görüşmenin içeriği henüz kamuoyuna yansımadı.
İki liderin görüşmeye geçmeden önce gazetecilerin sorularına verdikleri yanıtlar karşılıklı beklentilerle ilgiliydi.
Örneğin Türkiye’nin F-35 ve F-16 savaş uçakları alması, CAATSA yaptırımlarının kaldırılması beklentisi gibi.
ABD tarafına bakıldığında ise Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılışı için olumlu mesaj vermesi ABD’nin beklentilerinden birinin bu olduğunu gösterdi.
Trump, F-35’lerin verilmesi ve CAATSA yaptırımlarının kaldırılması konusunda “bu sorunları aşarız ama Erdoğan’ın bizim için bazı şeyler yapması lazım” diye özetlenecek bir açıklama yaptı ama “bu şeylerin neler olduğu açıklanmadı.
ABD tarafından gelen somut istek Trump’ın, Türkiye’nin Rusya’dan petrol ve doğalgaz alımını durdurması talebi oldu.
Türkiye tarafında ortaya çıkan iki somut sonuç var.
Biri THY’nin Boeing firmasından yolcu uçağı almak için yaptığı başvuruydu. Türkiye’nin 75’i opsiyonlu olmak üzere toplum 250 Boeing yolcu uçağı siparişi verdiği kamuoyuyla paylaşıldı. Bu milyarlarca doları bulan bir satın alma. Boeing firması için iyi bir satış.
Diğer sonuç ise Türkiye’nin ABD’den 20 yıl boyunca sıvılaştırılmış doğal gaz satın alması konusunda yapılan anlaşma.
Trump’ın, Türkiye’nin Rusya’dan petrol ve gaz alımına son vermesi istediği öyle kolayca gerçekleşecek bir talep değil.
Türkiye, ithal ettiği petrolün yüzde 66’sını, doğalgazın ise yüzde 41’ni Rusya’dan alıyor. Türkiye’nin bu alımları durdurması halinde ortaya çıkacak yakıt ihtiyacını hemen başka yerden karşılaması kolay değil. Ayrıca Rusya’nın karşıya alınması da sorunlar doğurabilir.”
Bu çılgın ihtiyar işini çok iyi biliyor-Mehmet Ocaktan (Karar)
“İlk başkanlık döneminden bu yana akla gelebilecek her türlü çılgınlığı yaptı, farklı ülkelerin liderleriyle kafa buldu. Açık açık demokrasiden hazzetmediğini söyledi, Arap liderlerden haraç topladı, Türkiye cumhurbaşkanına hakaret mektubu yazdı. Avrupa ülkelerini tehdit etti, Beyaz Sarayda Zelenski ile tabiri caizse saç saça-baş başa kavga etti, hızını alamadı ‘Kanada bizim eyaletimiz olmalı’ dedi, Grönland’a göz dikti.
Her ne kadar züccaciye dükkanına giren bir fil gibi her tarafı kırıp dökse de bu çılgın ihtiyar kesinlikle işini çok iyi biliyor.
Beyaz Saray’daki görüşme öncesinde Trump, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a müthiş övgülerde bulundu:
–Normalde fikirleri olan insanları sevmem, ama onu severim. Erdoğan sert bir adam, son derece fikirli de biri ama onu seviyorum.
–Umarım Rusya’dan petrol ve gaz almayı bırakacaklar, Bununla ilgili bir şey söylemek istemiyorum. Ama ben istersem yapacaktır.
– Erdoğan, Suriye’yi kurtaran adam. O kurtardı, ben yaptırımları kaldırdım. O dünyada çok saygı duyulan bir adam.,
Daha ne desin, bir faninin bundan daha büyük övgüye mazhar olması mümkün mü? Yapabileceği her şeyi yaptı. Bilindiği gibi ABD’nin Ankara Büyükelçisi Barrack, zirve öncesinde, “Trump’ın ‘Onlara (Türkiye’ye) ihtiyaç duyduklarını verelim, meşruiyet…” dediğini anlatmıştı.
Ancak Trump biraz patavatsız bir lider, neyi, nerede, nasıl söyleyeceğini düşünmeden dümdüz söyleyiveriyor. Mesela, Erdoğan’ı kastetmese de “Hileli seçimleri herkesten daha iyi bilir” deme aymazlığında bulundu… Ayrıca Rahip Brunson meselesini de unutmadı, “Brunson’ı serbest bıraktı, 35 yıllığına hapse atılmıştı, bunu durdurması gerekiyordu; onu aradım ve kendisini serbest bıraktı. Bunu asla unutmam” diyerek, bir bakıma Türkiye’de hukukun olmadığını ima etmiş oldu. Ama olsun, onun zaten demokrasi ve hukuk umurunda değil ki… Onun için sadece sonuç önemli…”
Che’den Colani’ye… Büyük yenilgimiz-Selçuk Candansayar (BirGün)
“Ernesto Che Guevara, 61 yıl önce 11 Aralık 1964 tarihinde Birleşmiş Milletler kürsüsüne çıkmıştı. Küba Devrimi 5 yaşındaydı. Devrimciler, Emperyalist ABD’yi Domuzlar Körfezi çıkarmasında ağır bir yenilgiye uğratmış, Füze Krizi geride kalmış ve bağımsızlıklarını perçinlemişlerdi.
Che, üzerindeki rütbesiz yarı askeri gerilla giysileriyle onu öfke, haset ve hayranlıkla dinleyen emperyalistlerin gözlerinin içine bakarak; bağımsızlık, sosyalizm, halkların bir arada, eşit ve özgür bir dünyayı amaçlayan devrimler çağını haykırmıştı. Asya, Afrika ve Latin Amerika halkları sömürgecilere ve emperyalistlere karşı “kendi kaderlerini tayin hakkı” için ayaklanıyorlardı. Afrika sömürgeleri ardı ardına bağımsızlıklarını kazanarak sömürgecileri yurtlarından atıyor, Latin Amerika halkları arasında devrimci dalga yayılıyor, Nikaragua’dan Venezüella’ya gerillalar ABD işbirlikçisi hükümetlerin merkezlerine ilerliyorlardı.
Che, NATO-ABD ile SSCB kamplaşması arasına sıkışmayarak Marksist Leninist olsalar da Bağlantısızlar Hareketi’ne katılmalarını antiemperyalist olmalarıyla açıkladı. Barış için ödeyecekleri bedelin onurlarının sınırlarını aşamayacağını söyledi. Dünyanın tüm devrimcilerini anarak; “ Bu büyük insan kitlesi artık “Yeter” demiş ve yürüyüşüne başlamıştır. Ve bu dev yürüyüşleri daha önce uğruna birden fazla kez öldükleri gerçek bağımsızlığa ulaşana kadar durdurulamayacaktır. Sözlerini “Ya vatan Ya Ölüm” diyerek tamamlamıştı.
61 yıl sonra aynı BM kürsüsüne Colani çıktı! Bu kez emperyalistlerin alkışları arasında! Üzerinde “Cihatçı Üniforması” yoktu. Kravatlı, şık takım elbisesi, islami tarzdan hipster tarza çevrili sakalı ile başta ABD ve diğer emperyalist devletler sayesinde nasıl Suriye’yi bağımsızlığa kavuşturduklarını anlattı. Kürsüye çıkmadan önce bir “düşünce kuruluşu”nda eski CIA başkanı Patreus’la birbirleriyle şakalaşarak söyleştiler. Patreus, bir zamanlar başına ödül koymuştuk ve seni öldürmeye çalışıyorduk, bak şimdi ne güzel burada oturduk ve seninle birlikte özgür ve demokratik Suriye’yi nasıl kuracağımızı konuşuyoruz, dedi. Hani neredeyse bir “afferin oğlum Ahmet” tadında hasbihal ettiler. Colani, güya ABD karşıtı El Kaide’de başlayan silahlı mücadelesini IŞİD’de geliştirmiş, sonrasında El Nusra’da yükselip, rakiplerini bir bir yok ederek HTŞ lideri olmuş, ardından da Suriye’yi demokratik bir ülke yapmaya talip olmuş durumda!”
Not: Başlıklara tıklayarak yazıların tamamına ulaşabilirsiniz.
***
Medya Günlüğü sosyal medya hesapları: