Perşembe, 11 Eyl 2025
  • My Feed
  • My Interests
  • My Saves
  • History
  • Blog
Subscribe
Medya Günlüğü
  • Ana Sayfa
  • Yazarlar
  • Hakkımızda
  • İletişim
  • 🔥
  • MG Özel
  • Günlük
  • Serbest Kürsü
  • Köşe Yazıları
  • Beyaz Önlük
  • Mentor
Font ResizerAa
Medya GünlüğüMedya Günlüğü
  • MG Özel
  • Günlük
  • Serbest Kürsü
  • Köşe Yazıları
  • Beyaz Önlük
  • Mentor
Ara
  • Anasayfa
  • Yazarlar
  • Hakkımızda
  • İletişim
Bizi takip edin
© 2025 Medya Günlüğü. Her Hakkı Saklıdır.
Webmaster : Turan Mustak.
GünlükManşet

Bugünkü köşe yazıları

Medya Günlüğü
Son güncelleme: 11 Eylül 2025 06:26
Medya Günlüğü
Paylaş
Paylaş

Fırtınaya beş kala-Barış Terkoğlu (Cumhuriyet)

CHP, her 9 Eylül’de kuruluş yıldönümünü kutluyor. Normal de… 9 Eylül 1923 tarihinde, Meclis Grubu tarafından oylandıktan sonra, İçişleri Bakanlığı’na verilen kuruluş dilekçesi ile kuruldu. 11 Eylül’de de Atatürk ilk genel başkan seçildi.

Ancak Cumhuriyet Vakfı Başkanı Alev Coşkun, uzun yıllar boyunca bundan fazlası olduğunu işledi. Evet, CHP ilk kurultayını 15 Ekim 1927’de toplamıştı. Ancak Atatürk kurultayın açılış konuşmasında bir düzeltme yapmıştı. “Bu kurultay birinci değil, ikinci kurultayımızdır” demiş ve CHP’nin ilk kurultayının 4 Eylül 1919’da toplanan Sivas Kongresi olduğunu söylemişti. Atatürk’ün vurguladığı, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Derneği’nin kuruluşunun aslında CHP’nin tarihin rahmine düştüğü an olduğu gerçeğiydi. Bu kadar da değil… 10 Mayıs 1931’de CHP sonraki kurultayını yaptı. Atatürk orada da bu gerçeğin altını çizdi: “Bizim kongremiz, bundan 12 yıl önce Sivas’ta bir mektep dershanesinde yapılmıştır.” Nitekim kongre, ertesi gün Cumhuriyet gazetesinde “CHF üçüncü büyük kongresi dün açıldı” başlığıyla manşet oldu.

Sonuçta…

Alev Coşkun’un ısrarlı tezi artık CHP’de de kabul gördü. CHP, 106 yıl önceki Sivas Kongresi’ni ilk kongre, 102 yıl önceki dilekçeyi ise resmi kuruluş kabul ederek 4-9 Eylül haftasını “Kuruluş Haftası” diye kutlayacak.

Basit bir tarih tartışması gibi görünse de bu durum günümüze dair bir şey de söylüyor. Zira Atatürk’ün vurgusu, CHP’ye geçmiş çizmek değil gelecek yaratmak için yapılmıştı.”

Katar saldırısının düşündürdükleri-Süleyman Seyfi Öğün (Yeni Şafak)

“İsrâil sınır tanımıyor. Evvela Tunus’daki SUMUD Filosuna drone saldırısı yapıp bir gemiyi yaktı. Kısa aralıklarla Yemen, Lübnan ve Sûriye’deki hedeflerine saldırdı. En son olarak da Katar’ın başşehri Doha’da ABD’nin ateşkes teklifini değerlendirmek üzere toplantı yapan HAMAS üst seviye idârecilerine karşı bir hava saldırısı tertip etti.

Katar saldırısı Ortadoğu’daki savaşlara yeni bir boyut getirdiğini düşünüyorum.. Bu küçük devlet , tarafların iyi kötü iletişim sağlayabildiği , her geçen gün azalsa da ateşkes ve barış müzâkereleri için ümidin canlı kaldığı kilit yerlerden birisiydi. Bu saldırıdan sonra artık hem husûsen Gazze hem daha umûmi olarak Ortadoğu için müzâkere kapıları kapandı. Pekiyi bundan sonra neler olabilir?

Evvela bir şeyi tespit etmek lâzımdır. Hiçbir aşırılık ilânihaye devam edemez. Her aşırılık neticede kendisini bitirir. Kanaatimce İsrâil için Katar saldırısı sonun başlangıcıdır. Lâkin İsrâil sâdece kendisini değil, berâberinde pek çok devleti de çöküşe sürüklüyor. Bunların başında ABD geliyor. Katar saldırısı sonrasında ABD’den gelen izahatlar çocuk mantığını bile doyurmaktan uzak. Çok üzülmüşler(!). Neymiş; İsrâil Washington’ı harekete geçtikten sonra haberdâr etmiş. Onu durdurmak için zamân bulamamış(!).. Trump Katar Emiri’ni arayarak bunun bir daha tekrarlanmayacağının garantisini vermiş(!). Katar ABD’nin koruması altında olan küçük bir devlet. Ortadoğu’daki en büyük ve en mücahhez ABD üslerinden birisinin Katar’da olduğu herkesin mâlûmu. Buna rağmen saldırıdan haberdâr değilmiş. Dünyâ kamuoyunu saf yerine koyan izahatlar bunlar. Ama bu kadarla bitmiyor. Katar’ın HAMAS’ı üst seviye kadrolarını kabûl etmesi uluslararası bir garantinin ürünü. ABD bu garantiyi verenlerin başında geliyor. İsmâil Haniyye, Reisî’nin cenâzesine iştirak etmek için Doha’dan Tahran’a gittiğinde sûikaste mâruz kaldı. O zaman , “keşke kendisi için güvenli olan Katar’ı terk etmeseydi” kabilinden yapılan değerlendirmeleri hatırlıyorum. Bunu yapanlar ne kadar safmış. Meğer Katar’da güvenli değilmiş.”

Uyuz olduğum birini öldürtebilir miyim Çehov?-Aysel Sağır (T24)

“Anton Çehov demiş ki, “duvarda asılı bir tüfek olduğunu söylüyorsanız, ikinci ya da üçüncü bölümde o tüfek patlamalıdır!”

Peki, o tüfekle uyuz olduğum birini de öldürtebilir miyim Çehov?

“Öncelikle sen karar ver, yeter!”

Tabii ki bu yanıt Çehov’a değil, takma adı Batux olan kiralık bir katile ait.

Duvarda ise, sonraki aşamada tüfek işlevi görecek olan bir “reis” sırıtmakta.

Günlük yaşam, konuşma dili olarak sıra dışı ya da felaket olarak nitelendirilen anlara ve durumlara özgü sıfatları, ifadeleri, sözcükleri epeydir bünyesine katmış durumda.

Öyle ki, kişilerin en çok kriz anlarında sarf ettikleri sözlerle kendilerini ele verdikleri gerçeğini artık bir kenara bırakmak gerekiyor. Zira söz konusu kriz anları, kişilerden çok toplumsal dinamiğin seyrini açık ediyor.

Daha açık bir ifadeyle sivil yaşamın dili; anlaşmazlıklarda, çelişki betimlemelerinde, esprili söylemlerde ve iletişim kurmada aynı sivilliğin etkilerini taşımıyor.

Ama tuhaf olan, kimse bunun niye böyle olduğunu durup düşünmüyor.

Ya da düşünecek zaman ve dinginlik bulamıyor.

Önceden, yani bundan yirmi-yirmi beş yıl kadar önce; birbirine kızan iki kişiden biri diğerine “sen bir tetikçisin” demeyi mümkünü yok aklına getiremezdi.

Tetikçi…

Tüm bağlamlarından soyutlandığında bile sesli olarak atmosfere salındığında, ürpertici bir etki yaratıyor.

Ama galiba, şimdilik?

(Ya da çoktan ürpertici olmaktan çıktı.)

Tetikçilik mafya yapılanmasına özgü bir olgu ve gerçeklik olup, normal yaşamın akışıyla asla bağdaşmayacak bir suçsa eğer, günlük konuşma dilinin içinde nasıl dolaşıyor?

Epeydir birçok kesimden insanın birilerine veya birbirlerine “reis” diye havalı edayla seslenmesini masum bulanlar olabilir. Ama unutulmasın ki tetikçileri de mafya jargonuna ait olan bu “reis”ler istihdam ediyor.

Yani öyle ki, estetize edilmiş bir suç dünyası var karşımızda ve sıradan yaşama çoktandır kriminal boyutlar ekliyor.

Ama elbette ki, hukuksuzluk, adalet yoksunluğu, cezasızlık, toplumun dörtte üç buçuğunun yoksulluğa mahkûm edilmesi gibi ana sorunları neden olarak göstermek, ilk akla gelen şeyler oluyor. Bu nedenlerin iyileştirilmesi de kişileri aştığından, yine kişiler özelinde muafiyet yaratıyor.

Yalnız işin içinden sıyrılmak öyle kolay değil!

Şimdi sormak gerekiyor; suç dünyası, epeydir dolaşımda olan “reis” hitaplarıyla zaten içselleştirilmemiş miydi?

Tam da burada sıradan insanların, kurşunların konuştuğu yerlerden tavır ve sözcük devşirmesi, o kurşunları sıkan öznelerin, sıradan hayatın doğal bir parçası olmalarını da beraberinde getirdiğini söylemek hiç de abartılı olmaz.”

Bir toplum daha ne kadar kandırılabilir-İbrahim Kahveci (Karar)

“Dediler ki, ortada Nass var… “Sana bana ne oluyor?”

“Ben bu görevde olduğum sürece faiz artmayacak, düşmeye devam edecek”

Ama seçimden sonra sanki bu sözleri CHP demiş gibi faizleri yüzde 50’ye yükselttiler. Sanki Cumhurbaşkanı Ekrem İmamoğlu’ymuş.

Kendi sözlerini kendileri unutuyor da toplum niye unutuyor?

Seçimden önce mülakatı kaldıracağız demişlerdi… Aynen devam. Sanırsınız mülakat ile AK Partililer eleniyor. Yine kendi sözlerini kendileri unuttu.

Muhalefete SİSİ deyip sonrasında “Kardeşim SİSİ” diyenler de aynı kişiler. Ya da “Bir gece ansızın gelebiliriz” dedikten sonra Atina ziyaretinde “size dememiştik” de diyebiliyoruz.

Hadi bu ve benzeri cümleleri geçtik.

Resmi rakamlar üzerinden gidelim.

Dediler ki “gerçekleşen enflasyona göre zam yapmayacağız; beklenen enflasyona göre zam yapacağız”.

Sene başında yüzde 44,38 olan enflasyona rağmen asgari ücreti yüzde 30 artırdılar. Onlara göre sene sonunda yüzde 21 olacak olan enflasyonun yıl ortası yüzde 30’lara geliyordu.

Ama öyle olmadı… Şimdi yılsonu enflasyonunu yüzde 28,5 tahmin ediyorlar. Yani sadece bu hesaba göre bile asgari ücretlinin 5 puan zammını yok etmiş oldular. Gerçekleşen enflasyon dikkate alınsaydı zaten asgari ücret 24 bin 500 lira olacaktı.

Tahminleri tutmuyor ve yeniliyorlar ama asgari ücreti yenilemiyorlar.

Nasılsa toplum unutur havası var gibi.

Eğer beklentilere göre değil de gerçeklere göre asgari ücrete zam yapılıyor olsaydı 2026 başında asgari ücret en az 31.500 lira olacaktı.

Sizce yüzde 43 zam yapacaklar mı?”

11 Eylül’den 7 Ekim’e; Bush Doktrini’nden BOP’a | Amerika’nın savaş yüzyılı-İbrahim Varlı (BirGün)

“Başkan George W. Bush, 11 Eylül saldırılarından dokuz gün sonra 20 Eylül 2001’de Kongre’nin ortak oturumunda yaptığı konuşmada 21’inci yüzyılın Amerikan saldırganlığıyla şekilleneceğinin işaretlerini açıkça verecekti. Saldırılardan Afganistan’daki Taliban’ı sorumlu tutan W. Bush, El Kaide’nin sadece ABD’nin değil, tüm özgür dünyanın düşmanı olduğunu kaydederek, El Kaide’ye karşı savaşın yalnızca Amerika’nın savaşı olmayacağını şu sözlerle söyleyecekti: “Bu, dünyanın savaşı. Bu, medeniyetin savaşı.” Kısa süre sonra Afganistan’ı ardından da Irak’ı işgal edecek olan Bush, sözlerine şöyle devam edecekti: “Artık bu savaş, on yıl önce Irak’a karşı verilen savaş gibi olmayacak. İki yıl önce Kosova’da yaşanan ve tek bir Amerikalı askerinin bile kaybedilmediği hava savaşına benzemeyecek. Müdahalemiz, anlık misilleme ve münferit saldırılardan çok daha fazlasını içeriyor. Amerikalılar tek bir çatışmaya değil, daha önce hiç görmediğimiz kadar uzun bir harekâta hazır olmalı.”

21’inci yüzyılın henüz birinci yılında -2001- gerçekleşen 11 Eylül İkiz Kule saldırıları tarihsel bir kırılmanın başlangıcı oldu. Bush’un Kongredeki konuşmasında işaretini verdiği “Amerika’nın savaş yüzyılı” 11 Eylül saldırıları sonrasında resmen başlayacaktı. Yaklaşık üç bin kişinin yaşamını yitirdiği El Kaide’nin New York saldırıları Amerikan emperyalizminin dünyayı şekillendirme aracına dönüştü. 18 Eylül’de ABD’ye saldırıdan sorumlu olanlara karşı güç kullanılmasına izin verilmesini kanunlaştıran Bush, içeride ve dışarıda “güvenlikçi politikalar”ı devreye soktu. “Önleyici savaş” veya “önleyici meşru müdafaa” adı altında tehditleri kaynağında kurutmayı içeren Bush Doktrini kapsamında ABD, kendisi için tehdit olarak algıladığı durumlarda kuvvet kullanımına başvuracağını, bu kuvvet kullanımı için herhangi bir fiili saldırı beklemeyeceğini duyurdu. 11 Eylül saldırılarından sonra ABD, 1802 tarihli Monreo Doktrini’ni rafa kaldırarak saldırgan ve yayılmacı politikasını resmen bir hüviyete büründürdü.”

Not: Başlıklara tıklayarak yazıların tamamına ulaşabilirsiniz.

***

Medya Günlüğü sosyal medya hesapları:

X

Bluesky

Facebook

Instagram

EtiketlendiMedya
Bu yazıyı paylaşın
Facebook Email Bağlantıyı Kopyala Print
Önceki Makale ‘İsrail Türkiye’ye mesaj verdi’
Sonraki Makale 16 milyonluk Türkiye tatili

Medya Günlüğü
bağımsız medya eleştiri ve fikir sitesi!

Medya Günlüğü, Türkiye'nin gündemini dakika dakika izleyen bir haber sitesinden çok medya eleştirisine ve fikir yazılarına öncelik veren bir sitedir.
Medya Günlüğü, bağımsızlığını göstermek amacıyla reklam almama kararını kuruluşundan bu yana ödünsüz uyguluyor.
FacebookBeğen
XTakip et
InstagramTakip et
BlueskyTakip et

Bunları da beğenebilirsiniz...

GünlükManşet

121 şirkete el konuldu

Medya Günlüğü
11 Eylül 2025
EditörGünlük

16 milyonluk Türkiye tatili

Medya Günlüğü
11 Eylül 2025
ManşetMG Özel

‘İsrail Türkiye’ye mesaj verdi’

Fuad Safarov
11 Eylül 2025
GünlükManşet

“Ya siyasetçi olun ya gazeteci”

Medya Günlüğü
11 Eylül 2025
Medya Günlüğü
Facebook X-twitter Instagram Cloud

Hakkımızda

Medya Günlüğü: Medya eleştirisine odaklanan, özel habere ve söyleşilere önem veren, medyanın ve gazetecilerin sorunlarını ve geleceğini tartışmak isteyenlere kapısı açık, kâr amacı taşımayan bir site.

Kategoriler
  • MG Özel
  • Günlük
  • Köşe Yazıları
  • Serbest Kürsü
  • Beyaz Önlük
Gerekli Linkler
  • İletişim
  • Hakkımızda
  • Telif Hakkı
  • Gizlilik Sözleşmesi

© 2025 Medya Günlüğü.
Her Hakkı Saklıdır.
Webmaster : Turan Mustak

Welcome Back!

Sign in to your account

Username or Email Address
Password

Lost your password?